“Emperyalizm, halkları kendi topraklarında yabancı efendilerin vesayetine mahkûm eden bir çağdır.”
Frantz Fanon
Geçtiğimiz günlerde Bakü'de Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev'in ev sahipliğinde bir araya gelen Türk ve İsrail heyetlerinin esas gündemi Suriye'deki gelişmelerdi.
Bakü’de gerçekleşen görüşme sıradan bir diplomatik temas değil, Suriye üzerindeki emperyalist hesapların bir kez daha masaya yatırılmasıydı. Türkiye ve İsrail’den üst düzey askeri heyetlerin bir araya gelerek Suriye’de “çatışma riskini azaltacak” bir mekanizma üzerine görüşmesi görünürde “gerilimi azaltma” hedefi taşısa da özünde çok daha derin bir hegemonya mücadelesinin izlerini taşıyor. Her iki ülkede Suriye topraklarında işgalci güç konumunda. Türkiye, Şam’daki cihatçı terör rejimiyle kurduğu ittifakı neo-Osmanlı hayalleriyle pekiştirmek istiyor. Hedefi sadece “sınır güvenliği” değil, aynı zamanda komşu ülkenin siyasi geleceğini kendi çıkarları doğrultusunda biçim(siz)lendirmek. İsrail ise bölgedeki askeri üstünlüğünü koruma, azınlık gruplar üzerinden “koruyucu güç” rolü üstlenme, Suriye hava sahasını kontrol etme ve dilediğince kullanma derdinde. Ancak Türkiye’nin Suriye’de artan askeri varlığı, Tel Aviv için söz konusu “özgürlüğü” tehdit ediyor. Bu nedenle İsrail, Şam’ın güneyinde sözde barış, gerçekte kontrol için bir tampon bölge istiyor.
İsrail-Türkiye gerilimi, 3 Nisan gecesi Humus’taki T4 askeri havaalanının İsrail savaş uçakları tarafından bombalanmasıyla zirveye ulaştı. Saldırıda Türk teknisyenlerin de öldürüldüğüne dair haberler çıkmıştı. İsrail, Türkiye’nin bu üsse yerleşme planını doğrudan hedef aldı ve bu saldırının “Ankara’ya bir uyarı olduğunu” alenen dile getirdi. Ardından iki tarafın dışişleri, “çatışma istemiyoruz” açıklamalarıyla “tansiyonu” düşürmeye çalıştı. Ancak gerilimin bu denli tırmanması görüşmelerin “barışçıl” gerekçelerle değil, güç dengelerini yeniden kurmak üzere yapıldığını anlamak için satır aralarını okumak gerekmiyor.
Görüşmelerin zamanlaması
Görüşmelerin zamanlaması da tesadüf değildi. Görüşmeler, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun Washington ziyaretinin hemen ardından yapıldı. ABD Başkanı Donald Trump Erdoğan için “akıllı adam” demeyi ihmal etmedi ama Netanyahu’ya da Türkiye’ye karşı destek sözü verdi. Elbette bu desteğin bir bedeli vardı. İsrail “makul sınırlar” içinde kalacak. Türkiye, İsrail ve Suriye’nin cihatçı rejimi, İran’ın Suriye üzerinden Hizbullah’a silah taşımasını engelleme görevini birlikte yerine getiriyor. Yani gerilime rağmen Erdoğan rejimi İsrail’e hizmet etmeye devam ediyor. Bu tabloya Azerbaycan da dahil oldu. Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in, Türkiye ve İsrail arasında arabulucu olması da tesadüf değil. Türkiye için “kardeş ülke”, İsrail içinse hem silah tedarikçisi hem de stratejik petrol ortağı olan Bakü yönetimi, bu buluşmanın görünürdeki mimarı oldu.
Bu üç ülkenin ortak noktası ise İran karşıtlığıdır. İran’ın bölgesel etkisini sınırlamak için yapılan bu temaslar, aslında ABD’nin şekillendirmek istediği yeni Ortadoğu politikasının bir uzantısı. Dolayısıyla Bakü’de ABD’nin sağ ve sol kolları tarafından Suriye’nin geleceği masaya yatırıldı. Etki alanlarının belirlenmesi için haritalar açıldı. İsrail basını, bu durumu 1916’daki Sykes-Picot Anlaşması’na benzetti. O dönem İngiltere ve Fransa, çölde çekilen suni sınırlarla Ortadoğu’yu kendi çıkarları doğrultusunda parçalara ayırmıştı. Bu sınırlar, bugün hâlâ kanlı çatışmaların kaynağı olmaya devam ediyor. Bugün ise bu miras, yeni aktörlerle sürdürülüyor. Suriye topraklarını işgal eden Türkiye ve İsrail’in bu “gizli” anlaşması, Suriye’deki parçalanmış yapının kalıcı hale getirilmesini hedefliyor.
Dış müdahaleleri meşrulaştıran, halkların iradesini yok sayan ve uzun vadede yeni savaşların zeminini hazırlayan bu tür mutabakatlar bölge halklarının sorunlarını değil, emperyalist çıkarları esas alıyor. Suriye halkları kendi kaderini tayin etme hakkından bir kez daha mahrum bırakılırken, Erdoğan-Netanyahu ikilisi Trump öncülüğünde şekillenen bu yeni düzende adeta şeytanın sağ ve sol eli gibi Washington’a hizmet ediyor. Başında terörist Colani’nin bulunduğu Suriye’nin yeni cihatçı yönetimi de şeytanın sağ ve sol eliyle el ele ABD’ye hizmette kusur etmiyor. Bu yeni paylaşım oyunu, çatışmaları durdurma değil, onları daha rafine biçimde yönetme projesidir. Ve bu kez, çölde çekilen suni sınırlar haritalar üzerinde değil, askeri üslerde, petrol hatlarında ve istihbarat anlaşmalarında yeniden çiziliyor. Lenin’in dediği gibi: “Ulusların kendi kaderini tayin hakkı, emperyalist masalarda değil, halkların mücadelesinde yazılır.” Suriye halkları da er ya da geç bu emperyalist senaryoları bozacak, kaderini kendi elleriyle yazacak, işgalcilere ve onlar için tetikçilik yapan cihatçı rejime hak ettikleri yanıtı verecektir.