Son bir haftada Süveyde’de yaşananlar, Suriye’nin içinden geçtiği ‘dehşet’ çağını pek çok açıdan karakterize ediyor.
Mezhep düşmanlığı serbest bırakıldı.
Merkezi kontrol için nefret ve şiddet araçsallaştırıldı. Ortada normatif bir devlet yok.
Devlet adına güç kullananların bir isyan ya da çatışma karşısında benimsediği söylemin mezhepçi düşmanlığa kaçması; araçsallaştırdığı yöntemin baskın, infaz, yağma, kundaklama, darp ve mezhepsel şiddet olması, felaketin geldiği asıl kaynağı resmediyor.
IŞİD ve El Kaide başta olmak üzere bilumum selefî-cihadî örgüt ve çetevari gruplardan devşirme ordu ve emniyet güçleriyle istikrarlı bir devlete kavuşacaklarını sananlar, bırakacakları tek mirasın vahşet olduğunu ispatladılar.
Suriye artık geri getirilmesi çok zor kayıp bir ülkedir.
Rejim değiştirmeye dönük yıkım süreci, Suriye’yi ne kadar uluslararası müdahale alanına çevirdiyse yeni rejimin inşa süreci de o denli bu ülkeyi çok aktörlü hesaplaşmaların rehinesi yaptı.
Yıkım sürecinin orkestra şefi ABD, Colani yönetimiyle Suriye’yi Amerikan eksenine taşımaya karar verdiği andan itibaren tek taraflı bağımlılık ve mahkumiyet ilişkisi tesis edilmiş oldu.
Haliyle Süveyde’nin kontrolünü ele almak için Bedevi aşiretleri ile Dürzi milisler arasındaki çatışmayı fırsata çeviren HTŞ güçleri aşağılık suçlar işlemeye başlayınca, herkes dönüp Trump yönetiminin siyaseti değişecek mi diye baktı. Bu değişiklikten murat Ebu Muhammed el Colani’nin ipini çekecek mi? Acaba yerine Suriye Demokratik Güçleri (SDG) Genel Komutanı Mazlum Abdi’yi geçirecek mi? Bu sorular hegemonya ilişkisinin ne denli içselleştirildiğini gösteriyor.
Pozisyon değişmediyse bu konumda olan güçten beklenen sıradaki hamle ateşkesi temin etmesidir. Ki ateşi kesmese de dün sağlanan ateşkes Amerikan garantörlüğüyle geldi.
Trump neden Colani’yi terk etmedi?
Bir haftada çok çarpıcı sonuçlar ve dersler çıktı. Bu çatışma ve ateşkes süreci İsrail’i Suriye’nin kaderinde söz sahibi yaptı.
Ateşkesi duyuran ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Thomas Barrack açıkça bunu İsrail ve Suriye arasında bir anlaşma olarak sundu.
Elçinin “İsrail Başbakanı ve Suriye Cumhurbaşkanı, ABD’nin desteğiyle, Türkiye, Ürdün ve bölge ülkeleri tarafından da benimsenen bir ateşkes üzerinde anlaştı” açıklaması, yeni Suriye’nin parametrelerini de koyuyor.
Suriye’nin ipleri Suriyelilerin elinde değil. Bağımsızlık savaşı verebilecek ne kadroları ne iradesi ne de gücü var.
Suriye’nin geleceğini tayin edici ana güç artık ABD. Fakat patron, kendi önceliklerini bölgesel ortaklarının çıkarlarıyla harmanlayarak rotayı çiziyor.
Çatışma sürecinde ABD’nin takındığı tutum, şimdilik Colani yönetimiyle yola devam edeceğini gösterdi. Trump açısından Colani ile el sıkışırken de kolaylaştırıcı ya da itici faktörler bu türbülans sırasında da geçerliliğini koruyor.
Her şeyden önce Trump hâlâ HTŞ’yle Suriye’yi Abraham Anlaşmalarına sokacağına inanıyor. Yani işgal altındaki topraklarından vazgeçme, güney Suriye’nin tampona bölgeye dönüştürme ve düşman tarafa hava sahasını açma ve operasyon (suikast-bombalama-kaçırma) özgürlüğü tanıma pahasına İsrail’le ilişkiler normalleşecek!
Beri tarafta Trump’ın Körfez’de 4 trilyon dolar yatırım sözü aldığı ortaklar da Colani’nin ipinin çekilmesini istemiyor. Trumpizmde paranın hatırı büyük!
Dahası; İsrail-Amerikan ekseni için Suriye’de şimdiye kadar elde edilmiş çok önemli kazanımlar var.
İran’ın bölgeden gönderilmesi, Hizbullah’ın destek hatlarının kesilmesi ve Filistinli örgütlerin bastırılması cepte olan ve korunması gereken sonuçlar. Ayrıca İsrail’le barışma istediği olan bir yönetimi evire çevire döverek yoğurabilirler ama aynı işlevselliğe sahip alternatifini yaratmadan fişini çekmek istemezler. Colani’ye desteğin sürdürülmesi yeni bölgesel denklemde Suriye’ye biçtikleri yeni yerle ilgili.
Bütün bu hesaplar için HTŞ’yi sırtındaki ‘terör kamburu’ yüzünden kendilerine mahkum bir aparat olarak görüyorlar.
İsrail’in Genelkurmay Başkanlığı ve Başkanlık Sarayı’nı hedef alacak kadar genişlettiği saldırılar, HTŞ’nin eline bırakılmış bir Suriye’nin İsrail’in çıkarına olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
İsrail, HTŞ ile hem normalleşmenin koşullarını görüşüyor hem de kendi şartlarını dayatmak için saldırgan bir politika izliyor. Onlar açısından iki zıt yaklaşım birbirini tamamlıyor. HTŞ’nin Eli Cohen’in arşivini İsrail’e teslim etmek dahil yaptığı ve yapacağı jestler de saldırmazlığı garanti etmiyor. Hem iş birliğine hem çatışmaya işaret etmek bir tespittir, çelişkiye düşmek değildir.
Ayrıca Trump, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a da kulak kabartma gereği duyuyor. İsrail’in durdurulması konusunda Trump yönetimine yapılan telkinlerde Türkiye ve Suudi Arabistan öne çıktı.
14 yıl boyunca vekalet savaşlarından doğrudan müdahalelere evrilen kirli tezgâh bir yatırımdı. Bu yatırımın karşılığını ancak bir düzen kurarak alabilir.
Bakınız Trump’ı memnun edecek iş ilişkileri de kuruluyor. Baker Hughes, Hunt Energy ve Argent LNG gibi Amerikalı şirketler petrol, doğalgaz, enerji ve liman işlerine girmek için Suriye’ye üşüşmüş durumda.
Sosyal dokudaki korkunç tahribat
Bu çatışmalar Suriye’nin 14 yılda sosyal dokusunun nasıl mahvedildiğini de gözler önüne serdi.
Mezhepçi düşmanlığın en bariz ve kışkırtıcı göstergesi, bir elinde silah diğer elinde makas hatta çim kesme aletiyle Dürziliğin simgesi sayılan bıyıkları kesme seanslarıydı. İnsanların nevrini döndüren mezhepçi bir saldırganlık sergilendi. Başta Lübnan olmak üzere bütün bölgeyi patlatabilecek bir kötülük.
Şiddet deryasında temiz kalmak büyük bir sınav. HTŞ güçlerinin saha infazları, yağma ve kundaklama gibi suçları bir kenara, Bedevi milisler kafa kesmekten balkondan insan atmaya varan IŞİD’vari suçları tekrarlarken bazı Dürzi gruplar da misilleme saldırılarıyla ağır suçlar işleyerek bu sarmalın bir parçası haline geldi. Bir anda mazlumiyet fanusu parçalandı.
HTŞ, geçmişte IŞİD’e binlerce savaşçı vermiş aşiret güçlerini bir silaha dönüştürebilme kapasitesini de ortaya koydu.
Bununla İsrail’e “Eğer devlet güçleri Süveyde’ye giremiyorsa aşiret güçleri girer” demiş oldu. Bu, eski düşmanlıkları dirilten ve yarına yeni düşmanlıklar bırakan çok tehlikeli bir kart. Aşiret seferberliğinin büyüklüğü, yasal süreçlerde seçilmemiş, silahların gölgesinde dayatılmış ve Suriye’de çıkarları olan ülkeler tarafından tanınmış olan Colani’nin halklar nezdindeki meşruiyet sorununa dair görüntüyü biraz değiştirdi.
“İsrail destekli ayrılıkçı Dürzilere karşı vatan savunması” anlatısı HTŞ’nin gücünü tahkim edecek yeni bir malzeme.
Colani ateşkesle ilgili açıklamasında mezhepçi saldırılar düzenleyen aşiret güçlerine övgüler yağdırdı. Minnettarlığını dile getirdi. “Arap kabileleri her zaman asil değerlerin sembolü olmuştur” dedi. Bir tarafı vatansever ve kahraman, diğer tarafı içinde suçlular barındıran bir kesim olarak resmetti. Sonuçta aşiret güçlerinin Süveyde’de büyük bir katliam yapacağı korkusu ateşkes anlaşmasını mümkün kılan itici bir faktöre dönüştü. Suriye’de çıkarları tehlikede olan taraflar da İsrail’e baskı yapma gereği duydu.
İsrail’in değişmeyen amacı Dürzileri koruma bahanesiyle Süveyde, Der’a ve Kunetyra’dan oluşan güney Suriye’yi askersiz ve silahsız bir bölge olarak muhafaza etmek.
Saldırılarla çektiği kırmızı çizgiyi koruyabilmek için daha ileri adımlar atması gerekiyordu. Lübnan’da Hizbullah’a karşı uyguladığı kafa koparma stratejisini burada da deneyebilirdi. Fakat bunu ABD’den onay almadan yapamaz ki Amerikan önceliği şu anda at değiştirme yönünde değil.
Aşiretlerin 50 bini aşan düzensiz milis seferberliğine karşı daha geniş bir bombardıman yürütebilirdi ki bu da istediği sonuçları vermeyebilir.
Bunun dışında Golan’daki işgali Süveyde’ye kadar genişletmeye kalkışabilir ki bu da çıkmaz bir yol. Tamamen kuşatıp yerle bir ettiği küçücük Gazze’de bile iki yıldır ilan ettiği stratejik hedeflere ulaşamadı. Suriye’ye askeri olarak kontrol etmeye kalkışmak çok kayıp anlamına gelir ki o zaman da İsrail kendi askerini Dürziler için feda eder mi sorusuna yanıt vermeleri gerekiyor. İsrail kendine vatan yapmayacaksa uzaktan yakıp yıkmaya tercih ediyor.
Tehlikeli emsal
Elbette ateşkes tutar da anlaşma çerçevesinde iç güvenlik ve askeri polis Süveyde’de kontrolü ele alır ve devlet kurumları devreye sokulursa Colani ‘aşiret kartı’ ile sonuç almış olacaktır. Dürzi gruplarla yerel güvenlik ve sivil idarede ortaklığın nasıl kurulacağı buradan bir model çıkıp çıkmayacağını da belirleyecek. Ademi merkeziyetçiliğe ne kadar alan kalacağı güç denklemine bağlı. HTŞ’nin çizdiği çerçevede ateşkes uygulanırsa merkeziyetçi çözümden kaçınmanın sınırları daralacaktır.
Barrack’ın “federalizme yer yok, tek Suriye, tek ordu, tek hükümet şiarıyla ulus-devlete entegrasyon şart” minvalindeki yol tarifi, HTŞ tarafında Süveyde’yi askeri yolla halletme planına yeşil ışık olarak görüldü. Bir de HTŞ’nin Bakü’deki toplantıda İsrailli yetkililerden aldığı yeşil ışık var ki bu da bize Saddam Hüseyin’in Kuveyt işgaline kalkışmadan önce düşürüldüğü tuzağı hatırlatıyor. Evet, devlet otoritesinin Süveyde’de tesisi konusunda İsrail’den alınan yanıltıcı onayla girişilen operasyon ters tepti. Fakat İsrail’in Dürzileri koruma konusunda yükselttiği el de, yükseldiği yerde duramadı. HTŞ aşiret kartıyla oynadığı oyundan istediği sonucu alırsa bu tehlikeli bir emsale dönüşebilir. Yani aynı senaryoyu Fırat’ın doğusunda tekrarlayabilirler.
SDG bu süreçte İsrail’in kanat gerdiği Dürzilerle dayanışan bir duruş sergiledi. Bu, askeri seçeneğin Fırat’ın doğusuna da dayatılması halinde İsrail’e oynayan bir izlenim yaratıyor. Abdi’nin koridor açmaktan söz etmesi Arap-Bedevi aşiretleri başta olmak üzere Suriye’nin geri kalan kesimlerinde SDG’yle ilgili yargıları keskinleştirebilir. Bu durum SDG’yi İsrail’le aynı safta yer alan bir tehdit olarak algılanmasını kolaylaştırıyor. Bu tehlikeli bir algı ve ortak çözüm perspektifini baltalayabilir. Kuşkusuz Amerikan politikasının buyrukları yine öne çıkacaktır.
Barrack dikiş tutması zor gözükün ateşkesi duyurduktan sonra Abdi ile bir araya geldi. Açıklamaya göre “Birleşik bir Suriye'de bütünleşmeye yönelik somut adımlar tartışıldı.” Mesele 10 Mart anlaşmasına göre entegrasyon sürecinin hızlandırılmasına geliyor. Bütün taraflar Süveyde’den dersler çıkarıp kendi rotalarında ince ayarlar yapacaktır.
Bu süreç Şeyh Akl üçlüsünde diğer iki ruhani lideri aksine Şeyh Hikmet el Hicri’yi İsrail’in oyununu oynayan lider konumuna düşürdü.
Halbuki Dürzilerin talepleri son derece meşru ve haklıydı: Mezhepçi olmayan sivil anayasa, devlet kurumlarının yeniden teşekkülü ve Dürzilerin yerelde güvenlik ve idarede söz sahibi olması. Mesele buradan İsrail’in maşası olanlar ve olmayanlar diye keskin bir ayrıma sürüklendi.
Bu çatışma süreci, Suriye’nin bir devlet olmaktan çok uzaklaştığını, HTŞ’nin normatif bir düzen kurma şansının olmadığını, buna meşruiyet kazandıran güçlerin yaptığı hesapların da örümcek ağına tutunduğunu gösteriyor.
Suriye handiyse mucizelere kalmış bir ülke vesselam.
Evrensel / 21.07.25