Geçtiğimiz günlerde yürürlüğe giren ve turizm sektörüne özel çıkarılan yasa, haftalık izin düzenlemesini kökten değiştirdi. Önceden 6 gün çalışan bir emekçi, 7. gün yasal olarak izin yapmak zorundaydı. Yeni düzenlemeyle birlikte patronlara işçiyi 10 gün boyunca kesintisiz çalıştırma yetkisi verildi. Bu değişiklik özellikle sezonluk işlerin yoğunlaştığı otelcilik, acentecilik ve yeme içme hizmetlerini kapsayan turizm sektöründe, sömürüyü sistematik hale getiren bir eşik oluşturdu.
Patronlar için bu yasa bir fırsata dönüştü. Zaten fiilen uyguladıkları kölece çalışma koşullarını artık yasal güvenceyle sürdürebilecekler. İstanbul, İzmir ve Antalya gibi şehirlerde, turizm sektöründe çalışan binlerce emekçi için bu değişiklik, sömürünün dahada azgınlaşması anlamına geliyor. Şimdilik sadece Turizm sektörüyle sınırlı görünse de, işverenlerin yasadan aldığı güçle benzer esnek, kuralsız uygulamaları diğer sektörlere yayması an meselesi. Bu, yalnızca turizm işçisinin değil, tüm işçi sınıfının geleceğini belirleyen bir düzenleme.
İşin en çarpıcı yönü ise, bu yasanın sektördeki emekçileri şaşırtmaması. Çünkü zaten bu uygulama fiilen yaşanıyordu. İşverenler, özellikle vardiyalı sistemde çalışan personelin hafta tatili hakkını çiğniyordu. Puantajlar, insan kaynakları eliyle denetimden geçecek şekilde “uygun” biçimde hazırlanarak yasal kılıf oluşturuluyordu. Şimdi bu hileye bile gerek kalmadı. Artık açık açık, kanunen desteklenerek, işçinin hem dinlenme zamanına hem de alın terine el koymanın yolu açılmış oldu.
Bu yasa işçi sınıfının mücadele ile aldığı haftalık çalışma tatili hakkının sözde yasal düzenleme ile sinsice gasbedilmesidir. Dinlenme, işçinin insan kalma hakkıdır. Bu hak sadece zaman gaspı değil, iradeye, insanca yaşam taleplerine ve örgütlülüğe de vurulmak istenen bir zincirdir. Onlar istiyorlar ki insanca bir yaşamı talep edecek, bir araya gelip güçlenecek kadar zamanımız, enerjimiz kalmasın. İstiyorlar ki insan olduğumuzu unutup makine gibi en az maliyetle en çok işi yapan köleler olalım. Bu yasa bu duvarı ören bir tuğladır.
Unutmayalım: Sömürü bir yasayla başlamadı, bir yasayla da bitmeyecek.
Yasalar sermayeye, mücadele sınıfa aittir.
Ancak bu hakları alabilmek için tekil öfkeler, bireysel hayal kırıklıkları yetmez. Bugün turizm sektöründe, özellikle özel işletmelerde devrimci sendikaların etki alanını göremiyoruz. Bu sektör sermayenin en güçlü olduğu yerlerden biridir. Çünkü karşısında örgütsüz bir işgücü var. İşte bu yüzden devrimci sendikalara, patronla uzlaşmayan, sınıfa karşı sınıf tavrını esas alan örgütlü yapılara ve bunlara dayalı bir mücadeleye ihtiyaç var.
Turizm alanında emekçiler olarak örgütlenmek, yalnızca bu yasaya karşı değil; düzensiz vardiya sistemine, sigortasız çalıştırmaya, mobbinge, baskıya ve düşük ücretlere karşı da ortak mücadele hattı örmektir.
Çünkü haklarımızı geri almanın, insan gibi çalışmanın ve yaşamanın tek yolu birlikte ve sınıf bilinciyle hareket etmektir.
Antalya’dan bir turizm emekçisi