Suriye’de “hesaplanmış risk” atağı

14 yıl boyunca Suriye’yi savaşla harabeye çeviren emperyalist odaklar ve bölgedeki işbirlikçileri hem cihatçı terör emirliğini koruyor hem yağmadan büyük pay kapabilmek için birbiri ile yarışıyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 07 Haziran 2025
  • saat-icon
  • 08:00

Önce ABD’nin ardından AB’nin Suriye’ye yönelik yaptırımları kaldırma kararı alması, emperyalist-Siyonist saldırganlıkla harabeye çevrilen ülkede yeni bir talan süreci için kapıları aralamış görünüyor. Emperyalizmin bölgedeki önde gelen işbirlikçilerinden biri olan Türkiye, “yeniden inşa” adı altında bu pastadan en büyük dilimi kapma arayışında. Ancak şeytanla masaya oturanın çatalı yeterince uzun değilse ne dilim ne de kırıntı alabilir. Türkiye’nin ABD ve Batı karşısında elindeki çatalın ölçüsü ise henüz ciddi bir belirsizlik taşıyor.

Trump’ın yaptırımları kaldıracağına dair açıklaması, Türkiye merkezli şirketlerin Suriye pazarına yönelik iştahını daha da kabarttı. Ankara, Şam’daki cihatçı terör yönetimi ile ortak mesai yaparak ekonomik ilişkileri güçlendirmeye çalışırken, sermaye çevreleri de yıkımdan nemalanmak için harekete geçti. İlk adımı atan firmalardan biri olan Formül Plastik, ihracat yetkililerini sahaya gönderdi. Şirketin Yönetim Kurulu Üyesi Ömer Hot, Trump’ın açıklamaları sonrası siparişlerin gelmeye başladığını ifade etti.

Hot’a göre, Suriye'nin yeniden inşası için yaklaşık 400 milyar dolarlık finansmana ihtiyaç var ve Türkiye bu pastadan %25'lik bir pay alabilir. Ancak bu beklentiler, başta güvenlik olmak üzere bankacılık sistemi ve yasal altyapı gibi temel sorunların varlığıyla çelişiyor. Ülkede halen resmi bankacılık işlemleri yerine, döviz bürolarına benzer yapılarla tahsilat sağlanıyor.

Ziraat Bankası CEO’su Alpaslan Çakar da şartlar olgunlaştığında Suriye’de “sorumluluk” üstlenebileceklerini söyledi. 

“Beşli çete” diye anılan yağmacı holdinglerin de pay almak için hazırlandığına dair haberler var. Enerji ve inşaat alanında faaliyet gösteren Kalyon ve Cengiz Enerji gibi saray rejimiyle yakın temas içindeki şirketlerin, Suriye'nin elektrik altyapısına yönelik büyük projelerde yer alması bekleniyor. 

Bu tablo, “yeniden inşa” sürecinin "hesaplanmış risk" kisvesi altında devlet destekli ve garantili ihalelerle yürütüleceğini, bu ihalelerin de saray rejimi tarafından semirtilen sermaye gruplarına paylaştırılacağını gösteriyor. 

Yani finanse edilen bu projelerin bedelini, vergi yükü ve sosyal kısıtlamalar yoluyla emekçi sınıflar ödeyecek.

***

Yapılan açıklamalara göre Türkiye’nin Suriye’ye yönelik ihracatı yılın ilk dört ayında %37 artış gösterdi. Bu artış, emperyalist savaşın yıkıma uğrattığı bir ülkenin sermaye için nasıl bir “pazar fırsatı”na dönüştürüldüğünü açıkça gösteriyor. 

Şam’da düzenlenen Buildex Fuarı’na katılan Türkiyeli firmalar, Suriyeli şirketlerden yoğun talep aldıklarını “müjdelediler.”

Fuara katılan Entegre Harç firmasının bölge yöneticisi Burak Serim, Suriye’nin kısa süre içinde şirket için en büyük ihracat pazarlarından biri olmasını beklediklerini ifade etti. Ancak Serim de bankacılık sistemi, tahsilat, vergilendirme ve gümrük işlemlerine dair belirsizlikleri hatırlatarak, “hesaplanmış risk” aldıklarını dile getirdi. 

Bu “risk” söyleminin perde arkasında ise kamusal kaynakların özel şirketlere aktarılacağı, işçi sınıfına ise sefaletin ve güvencesizliğin dayatılacağı gerçeği yatıyor.

Asıl mesele ise bu projelerin kim tarafından ve nasıl finanse edileceği konusunda düğümleniyor. 

Türk Çimento CEO’su Volkan Bozay da bu noktaya dikkat çekerek, “Finansmanı kim sağlıyorsa kazancı da o alacaktır” dedi. Ancak söz konusu olan yalnızca ekonomik çıkarlar değil; aynı zamanda Türkiye’nin emperyalist sistem içindeki konumunun nasıl yeniden tanımlanacağıdır. 911 kilometrelik sınırın hemen ötesinde yaratılan bu pazara girmemek sermaye için mümkün değilse de bu pazarın efendisi olabilmek için emperyalist kapıların eşiğinde beklemek zorundalar.

BM verilerine göre, Suriye'deki savaşın toplam ekonomik maliyeti 923 milyar dolar civarında. Bu yıkımı yaratan emperyalist-Siyonist güçler, AKP-MHP rejimi ve ortaçağ artığı Körfez rejimleri, şimdi yarattıkları harabeler üzerinden ganimet devşirme yarışına girişmiş durumda. Geçtiğimiz hafta Şam’ı ziyaret eden Enerji Bakanı Alparslan Bayraktar, Türk kamu ve özel sektör temsilcilerinin Suriye’de yatırım yapmakla ilgilendiğini açıkladı.

Türkiye-Suriye İş Konseyi eski yöneticisi Hakan Bucak, güvenliğin ve bürokratik altyapının oturmasının en az altı ay sürebileceğini belirtiyor. Halep’te taş ocağı kurma planları olduğunu söyleyen Bucak, Şanlıurfa-Akçakale sınır hattındaki eski taş ocağını da yeniden faaliyete geçirmeyi hedeflediklerini ifade etti.

Tekstil sektöründen Kipaş Holding de güvenlik koşullarının oluşması durumunda Suriye’ye “yatırım” yapmaya hazır. Yönetim Kurulu Üyesi Ahmet Öksüz, çalışır durumdaki eski makineleri Suriye’ye kaydırabileceklerini ve üretim maliyetlerinin düşüklüğünü fırsat olarak değerlendirdiklerini belirtti. Ancak Öksüz de yatırımın ön koşulunun “güvenli bölgeler” olduğunu vurgulayarak, organize sanayi bölgelerinin kurulması gerektiğini dile getirdi. Bu da Türkiye’nin doğrudan sermaye ihracı yoluyla bölgedeki etkisini kalıcılaştırmaya çalıştığını gösteriyor.

Özetle, emperyalist paylaşım savaşlarının yıktığı bir ülke şimdi yağma projeleriyle “yeniden inşa” ediliyor. 14 yıl boyunca Suriye’yi savaşla harabeye çeviren emperyalist odaklar ve bölgedeki işbirlikçileri hem cihatçı terör emirliğini koruyor hem yağmadan büyük pay kapabilmek için birbiri ile yarışıyor. Türkiye’deki kapitalistler, bu kanlı paylaşım masasındaki yerini sağlama alabilmek için elini çabuk tutuyor.

*** 

“Şeytanla sofraya oturanın kaşığı uzun olmalı” demişler. Yağmadan pay kapmak için şeytanla sofraya oturanların kaşıklarının ne kadar uzun olduğu henüz belli değil. Bundan dolayı cihatçı terör emirliğinin kanlı pastasından pay kapma hevesleri hüsranla sonuçlanabilir. “Dimyat’a pirince giderken, evdeki bulgurdan olmaları” ihtimal dışı değildir.