Arap basını: İsrail’den Suriye’de ‘tampon bölge’ hamlesi

Arap basını gündeminde Suriyeli Dürzilere yönelik saldırılar ve İsrail’in sürece müdahalesi vardı. Suriye'nin mezhep temelli bölünmesinde geri dönüşü olmayan bir yola girildiği uyarıları dikkat çekti.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 21 Temmuz 2025
  • saat-icon
  • 21:30

Ağırlıklı olarak Dürzilerin yaşadığı Süveyda’da patlak veren olaylar ve ardından bölgeye gelen cihatist HTŞ güçleri tarafından yapılan katliam haftanın öne çıkan gündemi oldu. Bu katliam bir yandan, Suriye’nin mezhep temelli bölünmesinin geri dönüşü olmayan bir noktaya doğru ilerlediğini, diğer yandan da İsrail’in Suriye’nin güneyinde silahtan arındırılmış bir tampon bölge oluşturma konusundaki niyetlerini açığa çıkardı. Filistinli Gazeteci ve Yazar Abdulbari Atwan, Rai Al Youm’da yer alan “Süveyda fitnesi ve bölgesel kaosun habercisi” başlıklı yazısında, “Şu anda Suriye’de yaşanan kaos, çatışmalar, askeri tasfiyeler, mezhep fitnesi ve İsrail müdahaleleri; Amerikan-İsrail menşeli yıkıcı bir senaryonun ‘küçük ölçekli’ bir yansıması” dedi.

Körfez-Türkiye-Amerika uzlaşısı

Arap basınında öne çıkan konulardan birisi Heyet Tahrir el Şam’ın (HTŞ) Suriye cumhurbaşkanı atadığı Ebu Muhammed Colani’nin (Ahmet Şara), Süveyda’ya yönelik “müdahale” niyetini başta ABD olmak üzere İsrail, Türkiye ve bazı Körfez ülkeleriyle paylaştığı ve onlardan cesaret aldığı yönünde. Ancak Dürzilerin direnmesinin oyunu bozduğu belirtiliyor. Lübnan merkezli Al Ahbar Yazarı Amer Ali “İsrail nüfuz hatlarını yeniden çiziyor” başlıklı yazısında, “İsrail’in Suriye hükümet güçlerinin Süveyda’ya girmesini kabul ettiğine dair bilgiler” olduğunu öne sürdü. Amer Ali, “Bu kabulün, iki görüşmede sağlandığı ifade ediliyor: İlki, Şara ile ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi (ve Ankara Büyükelçisi) Thomas Barrack arasında yapılan görüşmeydi. İkincisi ise, Şara’nın Azerbaycan ziyareti sırasında, Süveyda ve Dera’da İç Güvenlik Şefi Ahmed ed-Delati’nin de yer aldığı bir Suriye heyeti ile bir İsrail heyeti arasında başkent Bakü’de yapılan görüşmeydi” diye yazdı. Lübnan merkezli Addiyar Yazarı Nur Naame da, “Süveyda’ya yönelik askeri müdahale kararının Suriye Lideri Ahmed Şara’nın bireysel kararı olmadığını, bunun bir Körfez ülkesiyle Türkiye arasında varılan bir mutabakatın ve bazı Amerikan yönetimi yetkilileriyle yapılan temasların sonucu olduğunu” iddia etti. Suudi Arabistan merkezli Macalla Yazarı Michael Horowitz “Suriye Devlet Başkanı Ahmed Şara liderliğindeki merkezi hükümet, bu krizi bölge üzerindeki kontrolünü güçlendirmek için bir fırsat olarak değerlendirdi” dedi.

İsrail’in hedefi tampon bölge

Arap basınında öne çıkan diğer bir konu da, İsrail’in Süveyda katliamını bahane ederek Suriye’nin güneyine hakim olma hedefi. İsrail, Suriye’nin güneyini tamamen kontrol altına alma hedefini defaten ilan etti. Nitekim Netanyahu’nun “Güneyin yeni bir terör yuvası olmasına izin vermeyecekleri” yönlü açıklaması bunu bir kez daha teyit ediyor. İsrail, Süveyda’da patlak veren olayları bahane ederek Suriye’nin güney bölgesindeki kontrolünü genişletmek için bir adım attı. Şam’ın kalbinde Genelkurmay Başkanlığı ve Cumhurbaşkanlığı sarayı çevresini bombalayarak HTŞ güçlerinin Süveyda’dan geri çekilmesini istedi. Bu saldırı üzerine HTŞ güçlerinin Süveyda’dan geri çekildiği duyuruldu. Addiyar Yazarı Nur Naame, İsrail’in hedefinin, “Batıda Golan Tepelerinden başlayıp, doğuda Süveyda’nın eteklerine kadar uzanacak bir güvenlik kuşağı oluşturmak” olduğuna dikkat çekti.

Suriye mezhepsel bölünmenin eşiğinde

Öte yandan Güney Suriye’deki Sünni Arap aşiretleri perşembe günü, Süveyda’da yaşayan Bedevilere yardım gerekçesiyle genel seferberlik ilan ettiklerini duyurdular. Suriye’nin değişik bölgelerinden 50 bin dolayında aşiret mensubunun Süveyda’ya doğru harekete geçtiği bildirildi. Bu gelişme sonrası HTŞ yönetimi ateşkes ilan etti. Bu hamle Dürzi ruhani liderleri tarafından da kabul edildi. Ürdün, ABD ve Suriye’nin ara buluculuğunda sağlanan anlaşmanın üç ana aşamadan oluştuğu belirtildi: Çatışmaların sona erdirilmesi, yardımların ulaştırılması ve devlet kurumlarının işlerlik kazanması. Gözlemciler, Sünni aşiretlerin Dürzilere karşı seferberlik ilan etmesinin Suriye’nin çok keskin ve tehlikeli mezhepsel bir bölünmenin eşiğinde olduğunu gösterdiğine işaret ediyor ve Colani’nin Suriye’nin diğer bölgelerinde de kullanabileceği bir “Aşiret kartının” ortaya çıktığına dikkat çekiyor. 

Şara’nın hesapları Süveyda kapılarında nasıl bozuldu?

Nur Naame

Addiyar/Lübnan

Çelişkilerle yüklü ve her türlü ihtimale açık bir anda, İsrail füzeleri Şam’ın kalbine indi. Bu, işgalci devletin varoluşsal güvenlik hesapları ve güç hırsı karşısında, sözde uzlaşıların hiçbir geçerliliğinin olmadığını açıkça ilan eden bir mesajdı.

Bazı başkentler, Şara yönetimindeki Suriye’nin “uzlaşılar zincirine” dahil olacağına dair umut beslerken, düzenlenen hava saldırıları, Şam’ın zayıflığı üzerinden beslenen taraflar arasında gerçek bir ortaklık olmadığını ortaya koydu. Her biri, masumların kanı pahasına Suriye haritasından kendi payını koparmaya çalışıyor.

Bu manzarayı daha da karartan şey ise Tel Aviv’in füzeleri karşısında kendi yönetim kurumlarını bile koruyamayan Cumhurbaşkanı Ahmed Şara’nın, son askeri operasyonlar sırasında Suriye sahilinde Alevilere yönelik katliamların sorumlusu olması. Aynı şekilde, Hristiyanları göçe zorlamak amacıyla uygulanan baskı politikalarının ve son dönemde Dürzilere karşı gerçekleştirilen katliamların da sorumluluğunu taşımasıdır.

Artık Şara’nın, her vahşet yaşandığında “disiplinsiz gruplar” ya da “yabancı savaşçılar” bahanesine sığınmaya devam etmesi mümkün değildir. Çünkü siyasi ve askeri liderliğinin, yaşananların doğrudan sorumluluğunu taşıdığı artık sabit hale gelmiştir.

Şam’a yönelik saldırı

Her ne kadar Tel Aviv ile Şam arasında Azerbaycan’da normalleşmeye zemin hazırlamak üzere müzakereler yapılmış olsa da, İsrail, “Şara’nın Suriyesi” ile vardığı tüm mutabakatları bir kenara atarak Suriye başkenti Şam’ın derinliklerini hedef alan hava saldırıları gerçekleştirdi. Bu saldırılarda Suriye Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı ve Cumhurbaşkanı Ahmed Şara’nın sarayına yakın noktalar hedef alındı. Saldırılar sonucunda Suriyeliler arasında ölenler ve yaralananlar oldu. Bu da İsrail’in, Suriye’ye dair hesaplarının ve planlarının, kamuoyuna açıkladıklarından ve yetkililerinin medya üzerinden yaptığı açıklamalardan tamamen farklı olduğunu ortaya koydu.

Aslında Netanyahu Hükümeti “Dişlerini gösterdi” ve Suriye güvenlik güçleri ile Süveyda’daki Dürziler arasında yaşanan çatışmaları fırsata çevirerek kendi gündemini dayattı. Bu gündem artık açık bir şekilde ortadadır: Golan Tepelerinden batıda başlayıp, doğuda Süveyda’nın eteklerine kadar uzanacak bir güvenlik kuşağı oluşturmak; bu hat, Dera kırsalının doğu ve batısından geçerek güney Suriye’nin İsrail için hiçbir tehdit oluşturmamasını sağlayacak şekilde tasarlandı. Özetle: Siyonist oluşum, kendi güvenliğini tehdit edecek herhangi bir sürprizi önleyecek, istikrarlı bir güney istiyor; bir nevi tampon bölge.

Şara’nın Süveyda’ya giriş kararı

Öte yandan, Addiyar gazetesine konuşan güvenilir Körfezli diplomatik kaynaklar, Süveyda’ya yönelik askeri müdahale kararının Suriye Lideri Ahmed Şara’nın bireysel kararı olmadığını, bunun bir Körfez ülkesiyle Türkiye arasında varılan bir mutabakatın ve bazı Amerikan yönetimi yetkilileriyle yapılan temasların sonucu olduğunu belirtti. Bu temaslar, Amerikan yönetiminin Suriye’deki tüm “olağan dışı” durumları sona erdirmeyi istemesi temelinde gerçekleşti.

Kaynaklar, Arap ve Türk taraflarının, aynı şekilde Suriye tarafının da, “İsrail’in kurduğu tuzağa” düştüğünü ifade etti. Bu aktörlerin, Netanyahu Hükümetinin Suriye’ye dair hedeflerinin, Körfez ülkeleri, Türkiye ve hatta bazı Amerikan başkanlık ekibi üyelerinin beklentilerinden çok daha ileri ve derin boyutlar taşıdığını dikkate almadıklarını vurguladı. Oysa bu Amerikan yetkilileri, Şam’ın normalleşme sürecine katılacağı ve ardından başka ülkelerin de bu adımı takip edeceği yönünde beklenti taşıyorlardı.

Süveyda fitnesi ve bölgesel kaosun habercisi

Abdulbari Atwan

Rai Al Youm

Şu anda Suriye’de yaşanan kaos, çatışmalar, askeri tasfiyeler, mezhep fitnesi ve İsrail müdahaleleri; Amerikan-İsrail menşeli yıkıcı bir senaryonun “küçük ölçekli” bir yansımasıdır. Bu senaryo kaçınılmaz olarak diğer Arap ülkelerinin çoğuna da yayılacaktır. En belirgin başlığı “kaos” olan bu senaryo, kesin olarak mezhepsel ve etnik savaşlara, parçalanmaya, bölünmeye ve mutlak İsrail egemenliği altında yeni bir Ortadoğu’nun kurulmasına yol açacaktır.

İsrail savaş uçakları, Süveyda’daki Dürzi topluluğunu koruma “gerekçesiyle”, Suriye ordusunun “yeni ve barışçıl” genelkurmay yerleşkesini, Savunma Bakanlığı karargahını ve Cumhurbaşkanlığı sarayı çevresini bombaladığında, bu durum işgalci İsrail devletinin bu fitnenin arkasında doğrudan ya da dolaylı olarak durduğunu gösterir. Amaç, siyonist projeye karşı dört savaş vermiş olan “Suriye” adında bir devletin varlığına son vermektir.

Zehirli başlangıç, Suriye halkını “Ayağa kaldırma” projesiyle somutlaştı. Bu proje, eski rejimin bazı hataları bilinçli şekilde kullanılarak, demokrasi, insan hakları ve istibdatla mücadele gibi bir söylem eşliğinde hayata geçirildi. Amaç, Suriye halkına ölümcül bir açlık kuşatması dayatmak ve halkı ile devletini bugünkü kanlı kaosa sürüklemekti.

Geçici Başkan Ahmed Şara, İsraillilere, normalleşme, Suriye’yi direniş ekseninden çıkarma ve güvenlik ile istikrar sağlama konusunda arzuladıkları her şeyi sundu. Ancak bu durum, onun bağışlanmasına veya rejiminin saldırı, aşağılama ve hava bombardımanlarından korunmasına yetmedi. Çünkü üzerinde uzlaşılan stratejik hedef, Suriye rejiminin değil, doğrudan Suriye’nin değiştirilmesiydi.

İsrail savaş uçakları, rejimin düşüşünün ilan edilmesinden sadece beş saat sonra Suriye Arap ordusuna ait askeri üsleri, havaalanlarını, limanları ve silah depolarını yok etmek üzere 500’den fazla hava saldırısı düzenlemiştir. Bu da yukarıda söylediklerimizi teyit etmektedir. Bir kez daha yineliyoruz: Hedef yalnızca Suriye rejimi değil; devlet olarak Suriye, halk olarak Suriye, tarih olarak Suriye ve Arap kimliğiyle Suriye’dir. Bu gerçek, bugün Suriye’nin güneyinde ve hatta başkenti Şam’ın kalbinde yaşananlarda apaçık şekilde görülmektedir.

Bir zamanlar işgalci İsrail için en büyük varoluşsal tehdit olan Güney Suriye, bugün doğrudan İsrail işgali altındadır. Gerekçe ise, Dürzi kardeşlerimizi Şam’daki geçici yönetimin zulmünden korumaktır. Aynı senaryonun Suriye’nin kuzeyinde ve doğusunda da tekrarlanması ihtimal dışı değildir; çünkü mezhepsel ve etnik gerekçeler hazır, sadece “Devreye sokulmayı” beklemektedir.

Son olarak şunu söylüyoruz: Mezhepsel ve etnik ölçütleri kullanarak Suriye’de hedeflerine ulaşmayı, ardından siyonist kimlik ve egemenliğe sahip yeni bir Ortadoğu haritası oluşturmayı amaçlayan bu Amerikan-İsrail menşeli ayrıştırıcı fitne, kaçınılmaz olarak birçok Arap ülkesine de sıçrayacaktır. Başta Mısır, Suudi Arabistan, Cezayir, Türkiye, Lübnan ve Irak olmak üzere... Liste uzayıp gider. Amerika ile dostluk kurmak, İsrail ile normalleşmek ve trilyonlar sunmak, bu ateşin eteklerine kadar ulaşıp onları da yakmayacağına dair hiçbir garanti oluşturmaz. Gün gelir, ne olacağını hep birlikte görürüz.

Suriye’nin bölünmesi artık bir gerçek mi?

Nadir Faris

Al Mayadin/Lübnan

Geçtiğimiz mart ayında sahil bölgesinde yaşanan korkunç katliamlar ve Süveyda’da patlak veren, infazlar ve ölümlerle sonuçlanan çatışmalar sonrasında şu sorunun sorulması artık meşru hale geldi: Suriye’nin bölünmesi fiili bir gerçekliğe mi dönüştü?

Suriye’nin bölünmesine dair planlara ilişkin tartışmaların harareti azalıp sönmeye yüz tutsa da, bu konu her dönüm noktasında yeniden su yüzüne çıkıyor… Söz konusu planlar genellikle dış mihraklara -bölgesel ya da uluslararası güçlere- atfediliyor; bu güçlerin, çıkarları doğrultusunda kargaşa ve istikrarsızlıklar yaratarak bu planları yerleştirmeye çalıştıkları ileri sürülüyor. Ancak geçtiğimiz birkaç aya -yani eski rejimin çöküşünü izleyen döneme- kadar Suriye içinde itibarlı hiçbir çevreden açıkça bir bölünme çağrısı duyulmuş değildi.

Bu durum belki de Suriyelilerin, mezhebi ve bölgesel aidiyetleri ne olursa olsun, bölünme fikrine karşı olmalarından ve tek, birleşik bir devlet çatısı altında birlikte yaşamaya inanmalarından kaynaklanıyordu. Bu ruhun en iyi örneği, 20. yüzyılın başlarında Fransız mandası ilan edildiğinde gösterilen direnişti. Fransa o dönemde Suriye’yi dört kantona bölerek yönetmeyi amaçlamıştı. Bu, tamamen mezhep temelli bir bölünme projesiydi ve bu açıdan bir ilkti.

Fransızların Suriye’yi bölme planı, mezhebi aidiyeti bağımsızlık temelinde kurumsallaştırma ve mezhebi kimlikleri güçlendirme yönünde ilk girişimdi. Örneğin, Dürzileri çeşitli imtiyazlarla kendi devletlerini kurmaya teşvik etme, Şiilere özel şeri mahkemeleri vadetme, Halep ve Şam’daki tüccarları makam ve mevki ile satın alma çabaları bu doğrultudaydı…

Ancak tüm bu çabalara rağmen, farklı toplumsal bileşenlerin tamamı bölünmeye ve manda yönetiminin uygulamalarına karşı çıktı ve birlikte ayağa kalkarak isyan etti. Bugün “azınlık” olarak adlandırılan topluluklara mensup Suriyelilerin, o dönemde işgale karşı direnişte geri kalmadığı, aksine işgale ilk karşı koyanlardan olduğu kayda geçmiştir. Nitekim, Sultan Paşa el-Atraş Cebel el-Arab’dan (Süveyda bölgesi) Fransızlara karşı Suriye devrimini başlatırken, kıyı dağlarından Salih el-Ali ona katıldı. Şam’daki direnişçi önderlerin ve ileri gelenlerin yanı sıra, Halep’te İbrahim Hananu da etkin ve merkezi bir rol üstlendi.

Birleşik Suriye fikri sona mı eriyor?

Maher El-Hatib

Ennaşra/Lübnan

Askeri çatışmaların Süveyda’da nasıl sonuçlanacağından bağımsız olarak, kesin olarak söylenebilecek olan şey, Suriye’deki yeni iktidarın, bir kez daha, farklı mezhepsel ve etnik unsurları kendi yönetimi altında yaşamaya ikna edemediğini göstermiş olmasıdır.

Bu noktadan hareketle, geçtiğimiz mart ayında Suriye’nin sahil bölgesinde yaşananlara dönmek gerekir. Zira o dönemde yaşanan katliamların sorumlularını hesap vermeye sevk etmede iktidar hâlâ aciz kalmaktadır. Bu değerlendirme yapılmadan önce, son günlerde yaşananların ardından Süveyda’daki durumun geleceğine dair bir okuma yapılmalı ve aynı zamanda Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile yaşanan anlaşmazlıkların sürmekte olduğu da göz ardı edilmemelidir.

Bu çerçevede açıkça görüldü ki, yeni iktidar, Şam’a geldiği ilk andan itibaren yalnızca dış meşruiyet arayışındaydı. Özellikle de bu, önde gelen yöneticilerine uygulanan yaptırımların kaldırılmasına yol açacak olan ABD’den sağlanacak bir meşruiyettir. Yeni Suriye yönetiminin, İsrail’in tekrar eden saldırılarını görmezden gelmesi, Tel Aviv’le müzakere yollarını açması, hatta Geçici Başkan Ahmed eş-Şara’nın, İsrail’le ortak düşmanlara sahip olduklarını açıkça dile getirmesi bu amaca yöneliktir.

Yusuf Ertaş- Evrensel / 21.07.25