Dünyamız, emperyalist paylaşım savaşlarının yeniden şiddetlendiği, uluslararası hukukun fiilen ayaklar altına alındığı bir dönemden geçiyor. Ortadoğu, bu yeni dönemde yine başlıca cephelerden biri. Bölgede yıkıma uğratılan birçok ülkenin ardından şimdi de hedef tahtasında İran var. İran’a dönük saldırıların doğrudan yürütücüsü İsrail, ancak bu savaşta ABD öncülüğündeki emperyalist blokun doğrudan ya da dolaylı iştiraki bulunmaktadır.
Almanya Başbakanı Friedrich Merz’in G7 Zirvesi’nde yaptığı “Bu, İsrail’in hepimiz adına yaptığı kirli bir iştir” açıklaması, diplomatik bir gaf değil; emperyalizmin kirli savaş stratejisinin ve strateji içinde İsrail rolünün açık bir itirafıdır. Bu itiraf, Filistin’den Suriye’ye, Yemen’den İran’a dek yıllardır süren işgallerin, katliamların ve rejim mühendisliklerinin batı emperyalizmin ortak projeleri olduğunu ortaya koymaktadır. Bu bağlamda İran’a karşı başlatılan savaş, yalnızca bölgesel değil; küresel küresel düzeyde de halkların geleceğini tehdit eden bir saldırıdır.
İsrail ve “Kirli İşler”
İsrail devleti, tarihsel olarak Batı emperyalizminin Ortadoğu’daki ileri karakolu olarak kurulmuş ve bu misyona göre konumlanmıştır. Kuruluşundan bu yana Filistin halkına yönelik uyguladığı işgal, etnik temizlik, yerleşimci sömürgecilik ve apartheid politikaları, emperyalist devletlerin sınırsız desteğiyle hayata geçirilmiştir. Bu destek sadece diplomatik değil; askeri, mali, siyasi ve ideolojik boyutlarıyla da süreklilik arz etmektedir.
Filistin’de sürdürülen bu “uzun soluklu” suç zinciri artık yeni halkalarla genişliyor. Suriye’ye yönelik hava saldırıları, Lübnan’ın bombalanması, Irak’taki gizli operasyonlar ve şimdi de İran’a dönük açık savaş…
Tüm bu gelişmeler, İsrail’in Batı emperyalizmi adına yürüttüğü 'kirli işlerin' yalnızca bölgesel müdahalelerden ibaret olmadığını; aksine, sistematik bir emperyalist stratejinin ve bölgenin yeniden dizayn edilmesinin bir parçası olduğunu da açıkça ortaya koymaktadır.
İsrail’in İran’a yönelik saldırılarında sivil altyapının, enerji tesislerinin ve konut bölgelerinin hedef alınması; çocuklar, kadınlar ve diğer sivillerin hayatını kaybetmesi, bu operasyonların yalnızca askeri değil, aynı zamanda psikolojik savaş araçlarıyla da yürütüldüğünü göstermektedir. Bu durum, klasik bir 'yıldırma savaşı' örneğidir ve Batı’nın askeri ve diplomatik desteğiyle sürdürülmektedir.
UAEA açıklamaları ve yalanın rolü
İran’a yönelik saldırıların en temel gerekçesi olarak “nükleer tehdit” öne sürülüyor. Tel Aviv’deki soykırımcı çetenin başı Netanyahu, 2012 yılından bu yana sık sık sahneye çıkıp, “İran birkaç ay içinde nükleer bomba yapacak, bunu engellemeliyiz” diye bağırıyor. Oysa Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Genel Direktörü Rafael Grossi, CNN’e verdiği röportajda, “Ajans, İran'ın nükleer silah üretmeye çalıştığına dair herhangi bir kanıt bulamadı” diyerek bu iddiaların sahte olduğunu gözler önüne serdi.
Bu arada ABD-İsrail ortak imalatı yalanları, Trump tarafından Ulusal İstihbarat Direktörü olarak atanan Tulsi Gabbard da ifşa etti. Kongre’ye verdiği brifingde şunları söyledi: “İran’ın nükleer silah yaptığına dair bir belirti yok.” Buna rağmen Trump, “Gabbard’ın ne dediği umurumda değil, bence İran nükleer silah üretmeye çok yakın” diyerek saldırının siyasi startını verdi. Bu, emperyalist savaş politikalarının nasıl yalana ve sahtekarlığa dayandırıldığının açık kanıtıdır.
Hatırlanacağı üzere, benzer bir kanlı senaryo daha önce Irak’ta da sahnelenmişti. “Kitle imha silahları var” yalanıyla işgal edilen Irak’ta yüz binlerce sivil yaşamını yitirdi, ülke paramparça edildi. Bugün ise benzer bir kurgu İran için devreye sokuluyor. Gerçekle ilgisi olmayan bir tehdit algısı üzerinden ülkeye yönelik kuşatma, ambargo ve askeri saldırılar yürütülüyor. Bu savaşın gerekçesi yalan, yürütücüsü ise uluslararası hukuku ayaklar altına alan haydut devletlerdir.
ABD ve Batı’nın acısı, İran Şahı’nın devrilmesi
İran’da 1979’da Şah rejiminin devrilmesi aynı zamanda ABD’nin bölgedeki ileri karakollarından birini yıktı. Onun devrilmesi, emperyalist sistem için ağır bir darbeydi. Bununla İran, Batı’nın ekonomik, siyasi ve askeri denetiminden çıktı; bu ise Batı’nın bölgesel hegemonya planlarını belli ölçüde sekteye uğrattı.
Bugün İran’a yönelik saldırıların arkasında bu tarihsel intikam duygusu da yatmaktadır. Rıza Pehlevi’nin (Şah’ın oğlu) Netanyahu ile verdiği pozlar ve “rejim değişikliğine hazırım” açıklamaları, Batı’nın İran’a yeniden bir “manda rejimi” dayatma planını açığa çıkarmaktadır. Bu, emperyalizmin klasik oyunudur: önce ülke kuşatma altına alınır, ardından ekonomik kriz ve sosyal çalkantılar tetiklenir, nihayetinde “eski” rejimin tortuları üzerinden işbirlikçi bir yönetim inşa edilmeye çalışılır. Ancak bu kanlı/kirli planın İran’da tutması kolay değil.
Bugün dünya, emperyalist merkezlerin keyfilik, zorbalık ve yıkımda sınır tanımadığı bir dönemden geçmektedir. ABD, AB, İsrail ve NATO, “hukuk” ve “insan hakları” gibi kavramları yalnızca çıkarlarına hizmet ettiği sürece kullanan ikiyüzlü bir “şer cephesi” oluşturmuş durumdadır. Bu cephe, Venezuela’dan Suriye’ye, Libya’dan İran’a kadar her yerde halkların iradesini hiçe sayarak müdahalelerde bulunmakta, ambargolar uygulamakta ve rejim değiştirme planları yürütmektedir.
İran’a yönelik bu çok cepheli saldırı da, işte bu küresel haydutluğun bir ürünüdür. Hedef yalnızca İran değil; hedef, Ortadoğu’yu bu şer odağı için 'dikensiz bir gül bahçesi' hâline getirmektir.
Ya direniş ya kölelik
Emperyalizmin kirli ellerle ve kirli yöntemlerle Ortadoğu’yu yeniden dizayn etmek için başlattığı savaşa, özellikle emperyalist metropollerde yaşayan işçilerin ve emekçilerin karşı çıkması büyük önem taşımaktadır. Bu savaş bizim savaşımız değil; bize atfedilmek istenen ama bizi temsil etmeyen şer odaklarının savaşıdır.
Bu, emperyalizmin kanlı çıkarları uğruna sahnelenen yeni bir hegemonya savaşıdır. Gerekçesi yalandır, yürütücüsü eli kanlı barbar bir rejimdir; amacı ise emperyalizmin önündeki engelleri temizlemek ve halkları teslim almaktır.
Buna karşı çıkmak, yalnızca İran halklarına değil; tüm ezilen dünya halklarına karşı bir sorumluluktur. Direnmek hem bir haktır. Aynı zamanda tarihsel bir sorumluluktur.
Kirli savaşlara, haydut planlara, manda projelerine karşı tek çıkış yolu; birleşik ve enternasyonal direnişi yükseltmektir.