G7 Zirvesi’nden yansıyanlar

ABD, Almanya, İngiltere, İtalya, Fransa, Japonya ve Kanada’dan oluşan, Avrupa Birliği’nin de temsil edildiği G7 toplantısı, 15-17 Haziran tarihleri arasında Kanada’da gerçekleştirildi. Küresel zenginliğin %64’ünü elinde bulunduranların zirvesi, ortak bir sonuç bildirisi üzerinde uzlaşma sağlanamadan sona erdi.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 19 Haziran 2025
  • 19:15

ABD, Almanya, İngiltere, İtalya, Fransa, Japonya ve Kanada’dan oluşan, Avrupa Birliği’nin de temsil edildiği G7 toplantısı, 15-17 Haziran tarihleri arasında Kanada’da gerçekleştirildi. 

Küresel zenginliğin %64’ünü elinde bulunduranların zirvesi, ortak bir sonuç bildirisi üzerinde uzlaşma sağlanamadan sona erdi. Gündeme gelen başlıklar kadar, liderlerin diplomatik manevraları, sergilenen dağınıklık ve ortaya çıkan güç mücadeleleri de dikkat çekiciydi. Zirveden yansıyan tablo ise, G7 ittifakının artık kendi iç krizlerini dahi yönetmekte zorlandığı yönündeydi.

G7’nin öncelikli hedefi, emperyalist merkezler arasında “birlik” görüntüsü vermekti. Almanya Başbakanı Merz’in “Birlikte harekete geçme kabiliyetimizi göstereceğiz” açıklaması, zirveden beklentileri net biçimde ortaya koyuyordu. Ancak bu beklentinin pratik bir karşılığı olmadı. ABD Başkanı Donald Trump’ın toplantıyı erken terk etmesi, zirve boyunca yaşanan fikir ayrılıkları ve somut sonuç alınamayan başlıklar, “birlikte harekete geçme kabiliyeti”nin altını daha zirve bitmeden boşalttı.

Birlik ancak “ortak düşman” yaratılarak sağlanabiliyorsa, bu en başta Batı’nın ne denli kriz içinde olduğunu gösterir. Nitekim zirvede üzerinde uzlaşılan yegâne başlık, “İran karşıtlığı” üzerinden saldırgan/soykırımcı İsrail’e açık destekti. İsrail’in Gazze’de yürüttüğü soykırıma rağmen, G7 liderleri sadece “İsrail’in kendini savunma hakkı”ndan dem vurdular. “Uluslararası hukuku”, Birleşmiş Milletler kararlarını ve en temel insani değerleri hiçe sayarak Siyonist rejime sınırsız destek verilmesi, bir kez daha Batı emperyalizminin barbarlığı temsil ettiğini gözler önüne serdi. 

Bu yaklaşım, sadece Batı’nın ikiyüzlülüğünü değil, aynı zamanda emperyalist cephedeki ideolojik çöküşün boyutlarını da ortaya koyuyor. Zira onlar demokrasiden, özgürlüklerden söz ederken, aynı anda soykırımcı dinci-faşist bir rejimin arkasında duruyorlar. 

*** 

Zirvede tartışmaya açık bir diğer başlık ise Ukrayna savaşıydı. AB’nin 18. yaptırım paketini öne çıkarması, Rusya’ya karşı daha sert ekonomik hamleler yapılması yönündeki çabalar, Trump tarafından net biçimde reddedildi. ABD’nin yaptırımlar nedeniyle milyarlarca dolar zarar ettiğini söylemesi, sadece ekonomik kaygıların değil, aynı zamanda emperyalist çıkar çatışmalarının da ne denli keskinleştiğini ortaya koydu. 

Trump’ın “Rusya G8’de olsaydı savaş olmazdı” sözleri, yalnızca onun kişisel görüşünü değil, aynı zamanda Amerikan sermayesinin bir kesiminin jeopolitik yönelimlerini yansıtıyor. ABD’nin hegemonya krizine girmesi, uluslararası düzlemde müttefiklerine karşı takındığı tahakkümcü tutumun sürdürülemez hale geldiğini gösteriyor.

Bu tabloya, G7 dışından çağrılan Hindistan, Güney Kore, Meksika ve Güney Afrika liderlerinin katılımı da çare olamadı. Bu ülkelerin davet edilmesi, emperyalist merkezlerin çevre ülkeler üzerindeki nüfuzunu tazeleme çabasının bir parçasıydı. Ancak Batı’nın inandırıcılığı her geçen gün azalırken, “Küresel Güney”in yükselen güçleri kendi çıkarlarını çok daha temkinli ve bağımsız yollarla belirlemeye yöneliyor. Bu tablo, emperyalizmin hegemonik sisteminin çok kutupluluğa doğru evrildiğini; ama bunun da çelişkilerle, belirsizliklerle ve gerilimlerle dolu bir süreç olduğunu teyit ediyor.

G7’nin ekonomik gündeminde yer alan kritik hammadde tedariki ve Çin karşıtı stratejiler de ortak bir politik hatta dönüşemedi. Kanada Başbakanı Mark Carney’nin, Çin’in nadir toprak elementleri üzerindeki kontrolüne karşı Batılı şirketler için “alternatif tedarik stratejisi” geliştirme önerisi, Trump tarafından soğuk karşılandı. Bu durum, Çin’in dünya ekonomisinde oynadığı merkezi rolün emperyalist merkezleri birbirine düşüren bir başka unsur olduğunu gösteriyor.

Zirvede tek somut anlaşma, G7 çerçevesi dışında, ABD ile Birleşik Krallık arasında imzalanan ticaret anlaşmasıydı. Lüks otomobiller ve uçak parçalarına yönelik gümrük indirimi anlaşması, ekonomik olarak sembolik olsa da politik olarak anlamlıdır. Trump’ın bu anlaşmayı “AB’ye karşı hamle” olarak görmesi ve İngiltere’ye olan ilgisini “Onları sevdiğim için” diye açıklaması, emperyalist blok içindeki çözülmenin politik mizahını ortaya koyuyor. 

Bu adım, Brexit sonrası İngiltere’nin AB karşısında tek başına ayakta kalma çabasını, ABD’nin ise AB’yi parçalama eğilimini beslemektedir. Bu bağlamda, İngiltere bir kez daha ABD’nin “Truva Atı” rolünü üstlenmiş görünüyor.

Tüm bu gelişmeler ışığında denilebilir ki G7 artık bir “dayanışma” platformundan ziyade emperyalist çelişkilerin açığa çıktığı bir “çatışma arenasına” dönüşmüş durumda. Emperyalist sistem kendi krizlerini başka ülkelere ve özellikle emekçi halklara ihraç etmeye çalışırken, iç bütünlüğünü yitiriyor.

Bu durum elbette sadece bir teşhis değil, aynı zamanda bir imkân anlamına da gelir. Emperyalistlerin kendi içlerindeki çatlağın-çelişkilerin derinleşmesi, ezilen halklara ve işçi sınıfı hareketine yeni görevler yüklemektedir. 

G7 zirvesi bir kez daha göstermiştir ki, emperyalist sistemin “birlik” görüntüsü bir illüzyondan ibarettir. Gerçeklik, krizler, bölünmeler ve hegemonya savaşlarıyla şekillenen bir dünyada belirginleşmektedir. Bugün görev, bu çözülmeyi doğru okuyan ve ona devrimci bir müdahaleyle yanıt üreten bir sınıf hareketi inşa etmektir.