Yüksek faize devam...-Hayri Kozanoğlu

Tüm bu etmenlerin ekonomiyi sürükleyeceği akıbet, enflasyonla durgunluğun bir arada yaşandığı bir “stagflasyon” sürecine girilmesidir.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 20 Haziran 2025
  • 09:31

Merkez Bankası (TCMB) Para Politikası Kurulu (PPK) 19 Haziran toplantısında politika faizi olan bir hafta vadeli repo faiz oranını %46’da sabit tuttu. Gecelik borç verme oranı yüzde 49’u ve gecelik borçlanma faizi yüzde 44,5’i de değiştirmedi.

Hatırlanırsa TCMB, Mart 2025’te politika faizini yüzde 45’ten yüzde 42,5’e çekmiş ve bir faiz indirimi sürecine girmişti. Bu tempoyla, Nisan’daki 2,5 puanın ardından Haziran 2025’te de yüzde 37,5’e düşürmesi beklenirdi. Demek ki şu anda faizler yılbaşında öngörülenin 8,5 puan üzerinde. Yıl sonu enflasyon beklentisi yüzde 24 ve üst bant yüzde 29 değiştirilmediğine göre; nereden baktığınıza bağlı olarak 22 puan veya 17 puanlık bir reel faiz söz konusu ki, bu bir ekonominin çok zor kaldıracağı ağır bir faiz yüküdür.

∗∗∗

Hazine’nin yaklaşık 5,4 trilyon TL iç borcu bulunduğuna göre, faizlerin 8,5 puanlık yükselişi ekonomiye 459 milyar TL’lik bir yük getirmiştir. Bu 19 Mart’ta İmamoğlu ve İBB yöneticilerine yönelik başlatılan operasyonun, sırf hükümetin iç borçlarından kaynaklanan maliyetidir. Nitekim 2 yıllık Hazine gösterge faizi, operasyon öncesi yüzde 37 dolaylarındayken, bugün yüzde 43,30 ile 630 baz puan daha yukarıdadır.

Politika faizinin bu düzeyi, ihtiyaç kredi faizlerinin yüzde 71, ticari kredi faizlerinin yüzde 60 civarında seyretmesine yol açıyor. Bu durum gerek gelirleri harcamalarını karşılamadığı için borçlanmak zorunda kalan bireylerin, gerekse gündelik faaliyetlerini sürdürmek için finansmana gereksinim duyan çoğunluğu KOBİ şirketler kesiminin belini büküyor.

Öte yandan, bilindiği gibi Mehmet Şimşek’in enflasyonu düşürmesi reçetesi ancak faizleri yüksek tutarak sıcak paraya cazip bir ortam yaratmaya ve yereldeki tasarruf sahiplerini TL’ye yöneltmeye dayanıyor. Bu kurgu çerçevesinde zaten işler pek yolunda gitmezken, 19 Mart operasyonu geldi ve 50 milyar doları aşkın şok bir rezerv kaybının ardından ister istemez bir ara toplantıyla faizler yükseltildi.

Şimdi bir de gündemde, İsrail’in İran’a saldırısıyla tetiklenen savaş ve çatışma süreci var. Bu küresel ortam da faiz indirimini menediyor. Örneğin ABD’de Trump’ın FED Başkanı Powell’a yönelik “Mankafa” gibi tüm hitaplarına rağmen, çarşamba günü faizler indirilmedi. Şimdiden, son Enflasyon Raporu’nda varili 65 dolar öngörülen petrol fiyatları 78 dolara sıçradı. Bu kanaldan bir yandan yükselen ithalat faturası nedeniyle cari dengenin bozulması, bir yandan da enerji fiyatları artışıyla enflasyonun kıpırdaması söz konusu.

∗∗∗

Hükümetin enflasyonu düşürme kurgusunun önemli bir ayağı da döviz kuru değişiminin enflasyonun altında kalması ile, hem kur geçişkenliği yoluyla fiyat artışlarını dizginlemek, hem de dövizin çekiciliğini azaltmak idi. Böyle bir kaos ortamında faizleri iyice yüksek tutmadan dövizi zapt etmek zorlaşıyor. Hele bir de bölge çatışma halindeyken, ister istemez turizm gelirlerinin düşeceğini, böylelikle döviz arzının daralacağını, dış ticarette taşıma bedellerinin sıçrayacağını düşünürseniz, ortaya iyice kötümser bir tablo çıkıyor.

Daha evvel de vurguladığımız gibi yüksek faizler kısa vadede bir şok etkisiyle enflasyonu dizginleyebilir. Ancak süre uzadıkça; hem faizin bir maliyet unsuru olarak fiyatlara yansıması, hem de yatırımların kesintiye uğraması sonucu arzın daralmasıyla, tam tersine enflasyonu besleyici bir dinamik ortaya çıkar. Bu olgu, borçlanarak iki yakasını bir araya getiren bireyler açısından, bütçelerinin daha yüksek bir kısmını faizin emmesi sonucu hem yoksulluğa hem de talep düşüşüne yol açar.

Tüm bu etmenlerin ekonomiyi sürükleyeceği akıbet, enflasyonla durgunluğun bir arada yaşandığı bir “stagflasyon” sürecine girilmesidir. Özetle, bu sarmala sürüklenilmesinin üç nedeni vardır; birincisi, öncelikle 2023 seçim sürecinde tüm makro ekonomik dengelerin bozulması sonucu, aşırı yüksek faiz uygulanmadan dövize yönelişin ve hiper enflasyona gidişin önlemeyeceğinin anlaşılmasıdır. İkincisi, bu acı reçetenin ağır ekonomik ve sosyal sonuçları yaşanırken, mesnetsiz gözaltı ve tutuklamalarla faiz döngüsünde sil baştan yapmak zorunda kalınmasıdır. Üçüncüsü de küresel riskten kaçınma ortamının, dış kaynaklara acilen gerek duyan bir ekonomide faizin gevşemesine olanak tanınmamasıdır.

BirGün / 20.06.25