Kapitalist dünya sistemindeki yapısal krizin temel bir boyutu olarak emperyalistler arası çelişki ve hegemonya bunalımı tehlikeli bir safhaya ulaşmış bulunuyor. Bunun, tüm emperyalistlerin üşüştüğü Ortadoğu’da bölgesel ya da emperyalist bir savaşa yol açabileceği tehlikesi taşıdığı bilinmektedir. ABD’nin Suriye’ye yaptığı askeri saldırı bunu somut olarak gösterdi. Emperyalist dünyada sertleşen rekabet ve nüfuz mücadeleleri, çığırından çıkmış silahlanma yarışı ve bunları tamamlayan saldırganlık ve savaşlar dizisi, bugünkü dünyanın öne çıkan temel sorununu oluşturmaktadır ve Suriye şahsında Ortadoğu bunun ana sahası olarak öne çıkmış durumdadır.
“Günümüzde emperyalist müdahaleler ve savaşlar giderek çoğalmakta, adeta olağanlaşmaktadır. Doğrudan emperyalistler tarafından başlatılıp yürütülen savaşlara son zamanlarda yerel işbirlikçiler aracılığıyla yürütülen savaşlar eklenmektedir. Afganistan, Irak ve Libya’ya karşı emperyalist savaşlar ilk durumun örneği iken, Ukrayna, Suriye ve Yemen ikinci durumun örnekleridir. Emperyalistler dolaylı olarak kışkırttıkları, bir dönem yerel işbirlikçileri aracılığıyla yürüttükleri bu savaşlarda çok geçmeden doğrudan taraf olarak kendileri de yer almaktadırlar. Günümüz Ortadoğu’sunun en büyük kanayan yarası Suriye, bunun en güncel örneğidir. Suriye halen neredeyse tüm büyük emperyalist devletlerin hava ve deniz güçleriyle üşüştükleri bir av sahası durumundadır.” (Devrimci bir sınıf hareketi için ileri! / TKİP V. Kongresi, Aralık 2015)
Şimdi aynı Suriye, Rusya’nın koruması altında iken Amerikan emperyalizminin ilk kez doğrudan askeri güç kullanmasıyla bir kez daha emperyalistler arası ilişkilerdeki gerilimin ve savaş tehlikesinin had safhaya varmasına sahne oldu.
Amerikan emperyalizmi, Suriye rejimini cihatçı katiller sürüsünün elinde bulunan İdlib kasabasına kimyasal saldırıda bulunmakla sorumlu tuttu. Beyaz Saray’da düzenlenen bir basın toplantısında konuşan Trump, “Esad rejiminin iğrenç eylemleri hoş görülemez… Bana göre sınırı fazlasıyla aştı” diyerek, Suriye’ye ve Esad’a yönelik tavrının “çok değiştiğini” açıkladı. Ardından da kimyasal silahın kullanıldığını kanıtlamak bir yana, bunu araştırma gereği bile duymadan şaşırtıcı bir hızla doğrudan askeri bir saldırıda bulundu. 2003’te, “kitle imha silahlarına sahip olmak” gibi bir bahaneyle Irak’ı, 2011’den itibaren de “Halkı Esad diktatöründen kurtarmak” türünden rezilce bir bahaneyle Suriye’yi birer mezarlığa çeviren ABD, şimdi aynı yüzsüz gerekçeyle emperyalist saldırganlık için harekete geçti. Akdeniz’deki ABD savaş gemilerinden Şayrat hava üssüne 59 güdümlü füze ateşledi. ABD bu saldırganlıkla, aynı zamanda Suriye şahsında Rusya ve İran’a da gözdağı vermiş, dahası dolaylı olarak onlara da saldırmış ve halen dünya gücü olduğunu kanıtlama yolunu tutmuştur. Bu tutumuyla, çıkarları ve egemenliği uğruna dünya ölçüsünde sonuçları ağır olabilecek bir çılgınlıktan ve canilikten kaçınmayacağını da göstermiştir.
Bu saldırganlığın bir felakete yol açabilecek potansiyele sahip olduğuna ABD Temsilciler Meclisi’nde konuşan Tulsi Gabbard da dikkat çekti. Demokrat Parti üyesi Gabbard, “ABD yönetimi dikkatsizce, düşünmeden ve vahim sonuçlarını hesaba katmadan bir saldırı düzenledi” diyerek, Esad yönetiminin kimyasal silah kullanarak bir saldırı gerçekleştirdiğine yönelik henüz bir kanıt olmadığını belirtti. Devamında da “Trump’ın savaş yanlılarının tavsiyelerini dikkate alarak bizim yasadışı rejim değişikliği savaşımızı kızıştırması beni üzdü ve sinirlendirdi. Bu hamle öngörüsüzlüktür ve El Kaide ve diğer teröristlerin güçlenmesine ve ABD ile Rusya arasında potansiyel bir nükleer savaşa yol açacaktır” ifadelerini kullandı. Saldırının devam etmesi durumunda bu özlü değerlendirmenin gerçekleşeceğinin kuvvetle muhtemel olduğu konusunda hemen herkes hem fikirdir.
Bir provokasyon olarak kimyasal silah bahanesi
Suriye’nin kimyasal silah kullandığı bahanesi, ABD saldırganlığına zemin oluşturan bir provokasyondu. Bunun kanıtlanması bir yana, araştırılıp incelenmesine bile gerek duyulmadan saldırı başlatıldı. Öte taraftan daha 2013’te Şam’da kimyasal silahların kullanıldığı iddiasından sonra Suriye rejimi, ABD ve Rusya’nın yanı sıra BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun’un denetiminde kimyasal silahları imha etmişti. Bunun gerçeği ifade edip etmediği bir yana, bu “müjdeyi” de bizzat dönemin ABD dışişleri bakanı John Kerry ve BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun dünyaya ilan etmişti. Daha da önemlisi, kimyasal silahlara sahip olup olmadığından bağımsız olarak, Esad rejiminin, bugünkü koşullarda kimyasal silah kullanması için bir nedeninin bulunmamasıdır.
Yedinci yılına giren Suriye savaşında ABD ve onun bölgedeki işbirlikçi-tetikçi müttefikleri eliyle kurulmuş, silahlandırılmış, eğitilip finanse edilmiş cihatçı katiller sürüsüne Esad rejimi tarafından, Rusya ve İran’ın da desteğiyle ağır darbeler indirildi. Esad rejimi ülkenin birçok önemli kentini denetimi altına aldı. Trump yönetiminin bile (çeşitli kirli hesaplarının bir sonucu da olsa) “Esad’sız bir seçeneğin gerçekçi olmadığı”nı, “Esad’ın geleceğine Suriye halkının karar vereceği”ni, “Suriye’de önceliğini Esad’la mücadeleye değil, IŞİD’i yenilgiye uğratmaya verdiği”ni söylediği bir aşamada Esad rejiminin kimyasal silah kullanması için bir neden görünmemektedir.
Trump, bu söylemlerden bir hafta sonra rahatça çark edebildi. Kendisinin atadığı BM büyükelçisi Nikki Haley, kimyasal silahla öldürülmüş bebeklerin resimleriyle BM Güvenlik Konseyi’nde mide bulandırıcı bir ikiyüzlülük sergileyip, savaş kışkırtıcılığı yaptı. Yalan makinası olan emperyalist basın da harekete geçirilerek Suriye’ye saldırının zemini düzlendi ve ardından bilinen saldırı gerçekleştirildi.
Trump’ın iç ve dış siyasette bir kriz ve sıkışmışlık yaşadığı biliniyor. Seçim döneminde Rusya’yla gizli ilişkiler kurduğu, seçimlerde yardım aldığı iddia edilmiş ve Rus kuklası olarak suçlanmıştı. Yanı sıra Trump’ın uygulamayı arzuladığı program da dirençle karşılaşıyordu. Dolaysıyla yapılan saldırıda iç politik gerekçeler de önemli bir rol oynamıştır. Suriye saldırısı onu bu bakımlardan ayrıca rahatlatmış bulunuyor. Bu çerçevede Suriye’deki olayın, ABD askeri müdahalesini başlatmak için daha önceden planlanmış bir provokasyon olduğu görülüyor.
ABD’nin Şayrat hava üssünü füze ateşine tutması ve gerektiğinde devamının geleceğini söylemesi tüm dünyanın dikkatini Suriye’deki gelişmelere, dolayısıyla da Rusya ve İran’ın nasıl bir tutum alacağına odakladı. Suriye’de gerçekleşen ABD saldırısının ardından İran, Rusya ve Suriye’nin müttefiklerinin yer aldığı cepheden ortak bir açıklama yapıldı. “Suriye’deki ABD saldırganlığı, halkın ve devletin egemenliğine karşı yapılmış bir saldırının da ötesine geçti” denilen açıklamada, ABD terörün ve saldırganlığın destekçisi olarak tanımlandı. Açıklama, “Amerika’nın Suriye’ye yönelik saldırgan politikası, kırmızı çizgileri geçmektir. Bu andan sonra kırmızı çizgileri aşıp saldırganca davranan her kim olursa cevabımızı sert bir şekilde vereceğiz ve verebileceğimiz cevabın boyutunun ABD de farkında” biçiminde bir meydan okumaya kadar vardırıldı. ABD’nin saldırıyı tekrarlaması, Rusya ve müttefiklerinin ise söylediklerini gerçekleştirmesi durumunda bunun büyük bir savaşa evrileceği sır değildir.
ABD’nin sarsılan dünya egemenliğini restore etme girişimi
ABD, Suriye’ye yönelik füze saldırısıyla birlikte küresel egemenlik savaşında yeni bir adım atmış ve bununla sarsılan dünya egemenliğini restore etmeyi hedeflemiştir aynı zamanda. Tam da bu yolla küresel rakipleriyle hegemonya mücadelesini kızıştırdığı gibi, onlarla kapışma tehlikesini de büyütmüştür. Emperyalist hegemonya yarışındaki bu tehlikeli tırmanışın ve büyüyen savaş tehlikesinin görünür plandaki nedeni Suriye krizinin geldiği aşama olsa da sorunun daha esaslı nedenleri olduğu tartışmasızdır. Emperyalist dünyadaki yeni güç dengeleri ve nüfuz mücadeleleri üzerinden bakıldığında, sorun gerçekten de esas ve belirleyici yanıyla Suriye sorunu değildir. Sorun, Suriye üzerinden Ortadoğu, Ortadoğu üzerinden ise dünya egemenliği mücadelesidir.
Bu çerçevede, Amerikan egemen sınıfı, Ortadoğu’da özellikle Rusya ve İran’ı geriletmeyi ve bu yolla bölgedeki egemenliğini güvence altına almayı amaçlamaktadır. Bunun için ABD, sarsılan ama halen de dünya gücü olan konumunu korumak için saldırgan ve savaşçı bir politika izlemektedir. Suriye’ye saldırı aynı zamanda bu politikanın bir devamıdır. Onun temel hedeflerinin arasında, ülkeyi etnik ve mezhepsel bakımdan bölmek ve her bir parçayı kendi kontrolü altına almak vardır. Bu, ABD ve siyonist İsrail’in Suriye payına belirlediği bir stratejik hedeftir. 2011’de patlak veren Suriye krizi, bunun için bulunmaz bir fırsat olmuştu. Ne var ki özellikle de 2015 yılında Rusya’nın Suriye rejiminin yanında doğrudan savaşa katılması bütün bu hesapları altüst etti ve tüm dengeleri değiştirdi. Dolayısıyla ABD, Suriye’de düştüğü aczi ve değişen dengeleri kendi lehine çevirmek ve rakipleri karşısında üstünlük elde etmek için saldırgan politikaları tırmandırabileceğini, gerektiğinde doğrudan savaşa başvurabileceğini tekrarlamaktadır.
Ortadoğu’da Amerikan çıkarlarına darbe vuran Rusya’ya, dünya ölçüsünde yükselen Çin’e, nükleer silah geliştiren Kuzey Kore’ye ve Ortadoğu’da Amerikan-İsrail çıkarlarını tehdit eden İran’a karşı fırsat buldukça tehditlerde bulunmak, gerektiğinde de bunu fiili bir saldırganlığa dönüştürmek, ABD için dünya egemenliğini koruma politikasının bir unsurudur.
Nitekim Suriye’ye saldırının gerçekleştiği günlerde ABD, Asya-Pasifik’te de hamlelerini sürdürmekteydi. Amerika’nın özellikle de son dönemde sürekli gündeme getirerek saldırı hamlelerine zemin oluşturmaya çalıştığı Kuzey Kore konusunda, ABD Pasifik Kuvvetleri Komutanlığı tarafından yeni bir adım atıldı. Komutanlık Carl Vinson adlı donanma grubunu Kore sularına yönlendirdiğini açıkladı. Kuzey Kore’ye saldırı niyetinin bahanesi olarak “Bölgedeki bir numaralı tehdit dikkatsiz, sorumsuz, istikrarsızlığa yol açan füze testleri ve nükleer silah elde etmek çalışmaları dolayısıyla Kuzey Kore’dir” gibi saldırgan açıklamalar yapıldı. İngiliz Financial Times gazetesine konuşan Trump, “Çin, Kuzey Kore üzerinde büyük nüfuza sahip ve Kuzey Kore konusunda bize yardım edip etmeyeceğine karar verecek. Ederse bu Çin için de iyi olacak ve etmezlerse kimse için iyi olmayacak” ifadelerini kullandı. Trump, “Eğer Kuzey Kore işini Çin çözmezse biz çözeceğiz. Şimdilik size bu kadarını söylüyorum” diyerek Kuzey Kore’ye önleyici bir saldırı başlatma ve Çin sınırlarında yıkıcı bir savaşı tetikleme tehdidinde bulunmaktadır.
Emperyalist dünyadaki hegemonya bunalımı giderek ağırlaşmakta, emperyalist savaş tehlikesi büyümektedir. İnsanlık toplu bir yıkım tehlikesiyle yüz yüzedir ve devrim dışında bunu önleyecek başka bir alternatif bulunmamaktadır.