“Bütün bu tarihsel çizgiden çıkan ortak bir sonuç var.
Gençliği, özellikle de öğrenci gençliği politize eden ve eyleme çeken her zaman
genel toplumsal-siyasal sorunlar olmuştur…”
(Politik gençlik hareketi geleneği, TKİP V. Kongresi Belgeleri, Kasım 2015)
Halk hareketi: Neo-liberal saldırıların ve zorbalık döneminin birikimi
Günümüz Türkiye’sinde yaşanan gelişmeleri ve Mart ayında patlak veren halk hareketini anlamak, böylece yerli yerine oturtmak için, Türkiye kapitalizminin son kırkbeş yılını belirleyen şu üç temel olguya dikkatle bakmak gerekiyor. Bunlardan ilki, 12 Eylül karşı-devrimiyle önü açılan ve toplumun emekçi kesimlerinin yaşamını döne döne yıkıma uğratan neo-liberal saldırı programıdır. İkincisi, darbe artığı gerici-baskıcı politikaların farklı biçim ve görünümler üzerinden sürdürülmesi, belli açılardan kurumsallaştırılmasıdır. Toplumu hedef alan dinci-faşist ideolojik-kültürel kuşatma ise, bu tabloyu kendi cephesinden tamamlayan üçüncü önemli etmendir.
Bu saldırılar AKP’li yıllarda alabildiğine yoğunlaştı, deyim yerindeyse dizginlerinden boşaldı. Daha en başta bir savaş ve saldırganlık hükümeti olarak iş başına gelen AKP’nin, emperyalistlerden ve sermaye çevrelerinden aldığı açık destekle kendi gerici hedeflerine adım adım ilerlemesi ve gelinen yerde Türkiye toplumunun üzerine çöreklenen dinci-faşist rejimin inşasında epey bir yol kat etmesi ise, bu aynı dönemin bir diğer önemli gerçeğini oluşturuyor. Bir gericilik koalisyonu olarak kurulan ve başlangıçta klasik bir hükümet görünümüne sahip olan AKP, siyasal iktidarı fethetme sürecinde elde ettiği kazanımlarla bugün devletin tüm kurumlarını ele geçirmiş bulunuyor.
Gericilikle ve çok yönlü saldırılarla belirlenen bu dönem, özellikle geride kalan 23 yıllık süreç, Türkiye toplumunu iktisadi, sosyal, politik ve kültürel açıdan büyük yıkımlara uğrattı. Sömürüyü katmerleştiren neo-liberal iktisadi-sosyal saldırılar işçi sınıfı ve emekçilerin çalışma ve yaşam koşullarını sistematik olarak ağırlaştırırken, açlık ve yoksulluk alabildiğine kitleselleşti. Bu dönemde çalışabilen kesimlerin ücretleri asgari geçim ihtiyaçlarını dahi karşılayamaz noktaya geriledi. Pandemi-kriz ikilisinin damgasını vurduğu son beş yıllık dönem ise sosyal-iktisadi yıkımın boyutlarını görülmemiş bir düzeye çıkardı.
Ekonomik-mali krizin her geçen gün büyüyen ve arkası gelmeyen faturasını emekçilere dayatan gerici-faşist rejim, bu aynı dönemde dünyada ve Türkiye’de yaşanan gelişmelere de paralel olarak, çıplak baskı ve zor aygıtlarını da adım adım tahkim etti. Özellikle son on yıllık süreçte faşist zorbalık adeta açık bir yönetme biçimi haline getirildi. 12 Eylül’de büyük oranda tırpanlanan, çoğu kağıt üzerinde kalan ve güdükleştirilen demokratik hak ve özgürlükler keyfi bir şekilde ayaklar altına alındı. Gerici-faşist rejim, toplumun geneli üzerinde “kültürel hegemonya” kuramadığını Erdoğan’ın ağzından itiraf etse de, toplumsal yaşamın her alanında dinci-faşist uygulamaları ve ideolojik-kültürel kuşatmayı hoyratça dayatmaya devam etti.
19 Mart’ta, üniversiteli gençliğin tetiklediği ve giderek bir halk hareketine dönüşen kitle eylemleri, işte bu çok yönlü saldırıların yarattığı ağır tahribat ve iktisadi-politik yıkımın birikimi üzerinden yükseldi. Zira, yukarıda özetlenen ve emekçilerin yaşamını cehenneme çeviren uygulamaların son 23 yıldır sorumluluğunu taşıyan bir iktidarın yeni bir düzeyde ve küstah bir şekilde kendisini dayatmasına ve toplumun önemli bir kesimini yok saymasına karşı bir tür öfke patlamasıdır söz konusu olan. Sorunun hiçbir biçimde dar anlamda bir “muhalefete operasyon” olmadığını, kalıcılaştırılmaya çalışılan düzenin toplum yaşamında iktisadi-sosyal, politik ve kültürel açıdan telafisi yıllar alacak ağır sonuçlar yaratacağını sezgisel de olsa gören kitleler, bu tehlikeli gidişata “dur” demek için yüzlerini sokağa döndüler.
Halk hareketi ve gençliğin patlayan öfkesi
- En genel hatlarıyla kitleleri sokağa çıkaran temel sorunlar ve bunun yarattığı birikim, özü ve esası itibariyle gençlik isyanını da tetikleyen bir rol oynadı. Zira, bir toplumsal kategori olarak gençliğin, özellikle de işçi ve emekçi çocuklarının toplumun genelini etkileyen sorunlardan muaf kalması eşyanın doğasına aykırıdır. Dahası açlık, yoksulluk, yoksunluk, işsizlik gibi sosyal-iktisadi sorunların yanı sıra özgürlük alanlarının alabildiğine daraltılması, en temel haklarının ortadan kaldırılması ve çok yönlü-ideolojik-kültürel kuşatma, toplumun en dinamik kesimini oluşturan gençlik açısından sadece günün değil, fakat kendisini bekleyen geleceğe ilişkin de sorunlardır. Dolayısıyla gençliğin isyanı bir yanıyla güncel planda boğuştuğu sorunlar yumağına karşı bir tepkidir. Ama bunun da ötesinde derin bir gelecek kaygısına dayanmaktadır. Tüm bu açılardan, halihazırda hüküm süren zorbalık rejimi en çok da gençliğin geleceği açısından büyük bir sorundur. Ve kalıcılaştığı taktirde, bunun kendisi yarınlar için koyu bir karanlık anlamına gelmektedir. Hem de her açıdan ve tüm sonuçlarıyla birlikte.
- Yıllar içerisinde neo-liberal dönüşüm programları ile eğitim alanının piyasalaşması, gençliğin bu hakka erişimini de alabildiğine zorlaştırmış bulunuyor. Her adımında büyük paralar ödenerek “faydalanılan” eğitim ise niteliksiz ve bilimsel muhtevadan yoksundur. Eğitim sisteminin bu tablosu, gençliğin önemli bir kesimi tarafından düne kadar bir “gelecek kapısı” olarak görülen yüksek öğrenim alanına dönük ümitleri de tüketmiştir. Bugün yüksek öğrenimde “eğitim” gören üniversiteli gençliğin önemli bir kesimi ya AKP’li yıllarda birbiri ardında açılan ve her açıdan niteliği tartışmalı devlet üniversitelerinde ya da yüksek paralar ödenerek kayıt yaptırılan özel üniversitelerde adeta “zamanını” tüketiyor. Bu tablo, özellikle ekonomik-mali krizin de derinleşmesiyle birlikte önemli oranda üniversitelinin eğitim alanından kopmasına yol açıyor. Bir diğer ifadeyle “gelecek kapısı”, yaşamın bir dizi başka alanında olduğu gibi eğitim-öğretim süreçleri üzerinden de gençliğin suratına hoyratça kapatılmış bulunuyor. Gençlik içerisinde alttan alta mayalanan isyanın bir başka önemli dinamiğini işte bu katı gerçeklik oluşturuyor.
- Gençliği cenderesine alan sorunlar yumağının bir diğer önemli halkası ise üniversitelerde hüküm süren “kayyım düzeni”dir. Merkezi iktidarın akademiyi zapturapt altına alma politikasının somut karşılığı olan bu düzen, sadece üniversite gençliğinin değil tüm üniversite bileşenlerinin baskı ve zorbalıkla sindirilmesi anlamına gelmektedir.
Üniversitelerin tepesine çöreklenmiş bulunan kayyım düzeni, bir yandan gerici-faşist rejimin ideolojik-kültürel dayatmalarının icra kurulu olarak işletilmektedir. Öte yandan ise akademideki ilerici birikimi tasfiye etmek, söz söyleme, eylem yapma ve örgütlenme alanlarını ortadan kaldırmak için pervasızca kullanılmaktadır. Gerici-faşist iktidarın üniversitelerdeki izdüşümüdür söz konusu olan.
Bu durum, ekonomik-sosyal yıkım koşullarında eğitim hakkından yararlanmakta alabildiğine zorlanan, eğitim giderlerini karşılamak için çalışmak zorunda bırakılan üniversite gençliği açısından kendisini soluksuz bırakan ayrı bir cendere anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, üniversitelerde özgürlük alanlarının bu denli daraltılması, en sıradan haklarının bile kaba bir şekilde ayaklar altına alınması, gençliğin biriken öfkesini isyana çeviren bir diğer önemli etkendir. 19 Mart’ta halk hareketini tetikleyen üniversite gençliği, kendi okullarında hüküm süren “kayyım düzeni” ile gerici-faşist iktidarın kalıcılaştırmak istediği rejim arasında dolaysız bir bağ kurmakta, “muhalefete operasyon”un yaratacağı sonuçlara da sezgisel ve deneyimsel olarak buradan itiraz etmektedir. Bu yönüyle, gençlik isyanının öne çıkan ve belirgin olan yanını faşist baskı ve zorbalığa karşı ortaya koyduğu tutum oluşturmuştur.
Gençlik isyanı ve gençlik hareketi
- 12 Eylül sonrası dönemde, toplumsal mücadelenin tablosuyla da bağlantılı olarak inişli-çıkışlı bir seyir izleyen, parçalı ve kesintili süreçler üzerinden ilerleyen gençlik mücadelesi, gençlik isyanını önceleyen yıllarda kendi tarihinin en geri tablosuna sahipti. 2010 sonrasında zaman zaman yaşanan lokal çıkışlar (İÜ bölünme süreci, BOUN ve ODTÜ direnişleri vb.) ve bu çıkışların da etkisiyle bazen kitlesel boyutlar kazanan fakat çok geçmeden sönümlenen eylemli süreçler bir yana bırakılırsa, olağan seyri içerisinde gençlik örgütlerinin pratiğine daralan-gerileyen bir tabloydu söz konusu olan.
Bu aynı dönemde gençlik mücadelesinin “taşıyıcısı” ve gençlik hareketinin “temsilcisi” olan gençlik örgütleri ise zayıf ve dağınık bir yapıya sahipti.
- Gençlik isyanı, gençlik hareketinin verili bu tablosuna rağmen ve onu da aşacak şekilde patladı. Büyük oranda öznelerine daralan, mevzileri zayıf ve dağınık olan, belli okullarda (BOUN ve ODTÜ gibi) kendi iç dinamikleri üzerinden direniş pozisyonunu korumaya çalışan gençlik hareketi, gençlik isyanını bu yapısal zaafları ile karşıladı. Dolayısıyla, gençlik hareketi içerisindeki öznelerin gençliğin alttan alta biriktirdiği öfkenin patlayacağı günlere güçlü bir ön hazırlık yaptığından bahsetmek pek mümkün değil.
Bu olgu, isyan günlerinde yaşanan kimi sorunları ve önümüzde duran sorumlulukları yerli yerine oturtmak açısından büyük bir önem taşımaktadır.
Sol hareket yelpazesinde yer alan gençlik örgütlerinin isyan günlerinde birleşik bir odak olarak sürükleyici bir konuma yerleşememesi, kitle hareketine empoze edilmeye çalışılan ırkçı-şovenizme karşı ortak tutumlar geliştirememesi, daha da önemlisi isyanın açığa çıkardığı önemli bir gençlik dinamiğini hareket içerisinde örgütleyecek zeminler konusunda akıl almaz dar grupçu tutumlar sergilemesi ise ayrı bir tartışma konusudur.
- Zorbalığa karşı isyan eden üniversite gençliğinin ezici bir çoğunluğu AKP’li yıllarda yetişmiştir. Sanıldığından da önemli bu olgu üzerine düşünülüp sonuçlar çıkarılması gerekmektedir. Zira, doğduğu günden beri gerici-faşist rejimin çok yönlü kuşatması altında olan, eğitimin her basamağında dinci-gerici müfredatın tezgahından geçen, toplumsal mücadelenin ve gençlik hareketinin alabildiğine zayıf olduğu bir dönemde yetişen ve tüm bu olumsuz koşullara rağmen isyanını sokaklara taşıyan bir gençlik kitlesidir söz konusu olan. Bu çelişik durumdan iki farklı ama bir o kadar da önemli sonuçlar çıkarılabilir.
İlki ve pozitif olanı, gerici-faşist rejim, hoyratça yüklenmesine ve tüm aygıtlarını pervasızca devreye sokmasına rağmen gençliği tümüyle teslim alamamıştır. Bunun kendisi gençlik hareketi ve toplumsal mücadelenin geleceği açısından fazlasıyla önemlidir. Devrimci-ilerici güçler gençlik hareketine karşı sorumluluklarını bu nesnel olgu üzerinden ele almalıdır.
İkincisi ve sorun alanı olanı ise şudur: Halihazırda sokaklara inen, barikatları aşan ve kendisine dayatılan geleceksizliğe karşı isyan eden gençlik kitlelerinin önemli bir kesimi, toplumsal mücadelenin ilerici-devrimci birikimlerinden ve deneyiminden fazlasıyla yoksun durumdadır. Sol hareketin verili zayıflığı ve yapısal kusurları ile toplumsal mücadelenin geri tablosu, ırkçı-şoven ideolojinin ve burjuva milliyetçiliğin etkili olduğu atmosferde yetişmiş gençlik kitlelerinin öfkesini her türlü istismara açık halde getirmektedir. Özellikle düzen içi kutuplaşmanın bu denli keskinleştiği koşullarda...
Bu sorunun ne denli önemli olduğunu görmek için kapitalist dünyanın merkezlerinde yükselen faşist akımlara bakmak yeterlidir. Gençlik isyanı günlerinde düzen muhalefetinin açtığı alanlar üzerinden ırkçı-faşist akımların da meydanlara çıkması, burjuva gericiliğinin etkisi altında kalan gençlik kesimlerinin bu akımlar tarafından zaman zaman mobilize edilebilmeleri, konunun üzerinden atlanamayacak denli önemli olduğunu göstermektedir.
Yapılması gereken...
Özetlemek gerekirse, kendisini bir kez daha toplumsal sorunlar üzerinden ortaya koyan, politize olmuş bir gençlik isyanı ile karşı karşıyayız. Bu politizasyonun ne yönde ilerleyeceği ise büyük bir önem taşımaktadır. Zira, gençlik hareketinin geleceğini belirleyecek kritik halka burada düğümlenmektedir.
İlerici-devrimci gençlik örgütleri gençlik isyanına karşı sorumluluklarına bu geniş kapsam üzerinden bakabilmelidir.
Gelişen gençlik mücadelesinin eylem ve örgütlenme diyalektiğini “küçük hesaplar” ve “dar grupçu” yaklaşımlara göre değil, ayağa kalkan gençliği zorbalık düzenine karşı birleştirip seferber edecek bir mücadele çizgisi ve “talepler” üzerinden kurmak, bu noktada yakalanması gereken en önemli halkadır. Gençlik isyanı bu açıdan önemli imkanlar açığa çıkarmıştır. Verili bilincinden bağımsız olarak, gençlik içerisinde faşist dayatmalara karşı ortaya çıkan reaksiyon, zorbalığa karşı özgürlük özleminin ve demokratik taleplerin güçlü bir şekilde dillendirilmesi, kendisine reva görülen koyu geleceksizliğe karşı sokaklara taşan öfke vb., işaret etmek istediğimiz olanakları yeterince ortaya koymaktadır.
Bu noktada öncelikle yapılması gereken, sosyal ve politik talepler üzerinden gençlik hareketi içerisinde şekillenen dinamikleri kucaklayan bir mücadele ve eylem hattı oluşturmaktır. Bu hat üzerinden hareketin öne çıkan kesimleri ile doğru örgütsel zeminlerde buluşabilmektir.
Bu çerçevede şu olgunun altını önemle çizmek istiyoruz. Kitle hareketinin eylem biçimleri ve örgütsel formları mekanik olarak ele alınamayacağı gibi, verilen mücadelenin hedeflerinden ve muhtevasından da ayrı düşünülemez. Bu alanda dışa vuran zayıflık bilince çıkarılarak üzerine gidilmelidir. Devrimci bir gençlik hareketini geliştirme görev ve sorumluluğuyla hareket edilmelidir.
www.tkip.org ‘da yer alan TKİP MYO EKİM’in 336. sayısından alınmıştır…