ABD Başkanı Donald Trump, 13-16 Mayıs tarihleri arasında gerçekleştirdiği Orta Doğu turu kapsamında sırasıyla Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’ni (BAE) ziyaret etti. Dünyanın dikkatle takip ettiği bu üç günlük ziyaretin sonunda Trump, yaklaşık 3,2 trilyon dolar değerinde anlaşmalarla ABD’ye döndü. Bu anlaşmalar arasında, Suudi Arabistan ile yapılan ve 142 milyar doları silah alımına yönelik olmak üzere toplamda 600 milyar doları bulan ticaret anlaşması öne çıkarken; Katar ile 42 milyar doları silah alımı olmak üzere toplamda 1,2 trilyon, BAE ile ise 1,4 trilyon dolarlık anlaşmalar imzalandı.
Bu sözleşmelerin yanı sıra, Körfez ülkelerinin yapay zekâ teknolojilerine artan ilgisi, Trump yönetiminin bölgeye yönelik “teknolojik açılımını” daha da karlı hale getiriyor. Enerji gelirlerini teknoloji altyapısına yönlendirmeyi hedefleyen bu ülkeler, büyük veri merkezleri ve yüksek performanslı bilgi işlem sistemleri kurma planları yapıyor. Bu kapsamda Microsoft ve Nvidia gibi Amerikan teknoloji devlerinin bölgede üs kurmaları öngörülüyor. Yılda yüz binlerce yapay zekâ çipinin bu firmalar aracılığıyla bölgeye ihraç edilmesi planlanırken, Arap Yarımadası'nın ABD menşeli teknoloji şirketleri için Avrupa ve Afrika pazarlarına açılan “stratejik bir üretim ve hizmet üssüne” dönüştürülmesi hedefleniyor.
Bölgesel gerilimler ve jeopolitik denklem
Söz konusu ekonomik ve teknolojik iş birliğinin sürdürülebilirliği, bölgede süregelen jeopolitik krizlerin yatıştırılmasına bağlı. Özellikle İran ile yaşanan gerilimin azaltılması, büyük ölçekli yatırımların “selameti” açısından belirleyici rol oynamakta. Suudi Arabistan, 2019 yılında petrol altyapısına yönelik saldırıların ardından bu riskin farkına varmış ve Çin’in arabuluculuğunda İran’la anlaşmaya varmıştı.
Trump yönetimi de benzer biçimde İran ile diyaloğu yeniden başlatma yönünde adımlar attı. Körfez ülkeleriyle yapılan temaslarda, İran’la olası bir nükleer anlaşma üzerine görüşmelerin ağırlık kazandığı açıklandı. Yansıyan bilgilere göre, İran’ın yüksek düzeyde zenginleştirilmiş uranyum faaliyetlerini sonlandırması ve karşılığında ABD’nin ekonomik yaptırımları kaldırması yönünde bir “uzlaşma” ihtimali var. Ayrıca Trump, Yemen’deki Husi Ansarullah hareketiyle saldırmazlık yönünde bir mutabakata vardı. Ancak bu anlaşma yalnızca Amerikan varlıklarını kapsamakta; İsrail’e yönelik saldırılar bu mutabakatın dışında tutuluyor. Yemen, Gazze’de soykırım yapan İsrail gemilerinin Kızıldeniz’den geçmesine izin vermiyor. Son günlerde ise Tel Aviv’de bulunan Ben Gurion havaalanını hedef alan füze saldırıları yaptı.
Trump’ın Körfez ziyareti boyunca İsrail’e doğrudan uğramaması ve Katar gibi tartışmalı ülkelerle ekonomik ilişkilerini derinleştirmesi Tel Aviv yönetiminde rahatsızlık yarattı. Trump’ın ayrıca, Suriye’deki cihatçı terör rejimine yönelik yaptırımların kaldırılmasına sıcak bakması da bölgede yeni bir güç dengesi oluşturma arayışının sinyali olarak değerlendiriliyor.
Sermaye dengeleri ve Çin’in etkisi
Trump’ın Körfez’e yönelik politikaları, yalnızca dış politikada değil, iç ekonomik dengelerde de tartışma yaratmış durumda. Yapay zekâ alanında ABD’nin ilerlemesini sağlayacak teknolojilerin, doğrudan bu bölgeye transfer edilmesi bazı sermaye çevrelerinde stratejik bir zaaf olarak değerlendiriliyor. Özellikle Trump ailesiyle bağlantılı şirketlere, Körfez sermayesi tarafından yapılan büyük ölçekli yatırımlar, tek taraflı çıkar ilişkileri yönünde eleştirilere neden oluyor.
Bununla birlikte, Körfez’in küresel güç dengeleri içindeki yeri de dönüşüm geçiriyor. Birleşik Arap Emirlikleri’nin BRICS topluluğuna katılması, Suudi Arabistan’ın ise bu yapıya mesafeli fakat yakın bir tutum sergilemesi, Çin’in de bölgedeki etkisinin arttığını gösteriyor. Nisan ayında Suudi Arabistan ile Çinli şirketler arasında imzalanan yüksek bütçeli ticaret anlaşmaları, bu eğilimi güçlendiren örneklerden biri oldu. Suudi yönetimi, yalnızca Washington merkezli bir dış politikaya yaslanmanın riskli olduğunu görmüş olmalı ki Çin ile de ilişkileri Washington’a rağmen sıcak tutuyor.
Özetle, Trump’ın Körfez’e gerçekleştirdiği ziyaret, yalnızca silah satışları ve yapay zekâ yatırımları açısından değil, aynı zamanda Washington’un emperyalist çıkarları uğruna nasıl bir siyasal meşruiyet inşasına soyunduğunu da gösteriyor.
ABD’nin Suudi Arabistan, BAE ve Katar gibi Orta Çağ kalıntısı monarşilerle kurduğu ilişkiler, yalnızca ekonomik değil, ideolojik bir ortaklığı da içeriyor.
Bu ülkeler, siyasal İslam’ın otoriter biçimlerinin, modern teknolojiyle harmanlandığı ve sermaye birikiminin şiddetle korunduğu rejimler olarak öne çıkıyor.
Trump yönetimi, bu rejimlerle olan iş birliğini sadece kârlı anlaşmalarla sınırlamıyor; aynı zamanda bu yapıları bölgesel nüfuzun taşeronları hâline getiriyor. Bu gerici rejimiler, Gazze’de devam eden soykırım savaşına ve orada milyonlarca insanın aç-susuz bırakılmasına karşı tek laf etmeden trilyonlarca dolarlık anlaşmalara imza atacak kadar sefildir.
ABD’nin, bölge halklarının iradesini bastıran, mezhepsel çatışmaları körükleyen ve muhalefeti sistematik biçimde ezen yönetimlerle geliştirdiği stratejik ortaklık, Batı’nın demokrasi söylemini tamamen içi boş bir propaganda ve yalandan ibaret olduğunu gösteriyor. Trump’ın soykırımcı Colani ile poz vermesi, emperyalist merkezlerdeki pespayeliğin vardığı boyut hakkında fikir veriyor.
Körfez’in mutlakiyetçi yönetimleri, ABD'nin ileri teknoloji transferiyle donatılırken, aynı zamanda bölge halklarına yönelik baskı mekanizmalarını da güçlendiriyor.
Bu tablo, emperyalizmin sadece askeri ya da ekonomik değil, aynı zamanda ideolojik düzeyde de cihatçı-gerici, cihatçı-terörist yapılarla kurduğu yeni türden simbiyotik ilişkiyi gözler önüne seriyor. Körfez’deki bu ittifak, sadece bölgede değil, küresel düzeyde otoriter eğilimlerin yükselmesine de zemin hazırlıyor.
Trump’ın ziyaretinin gerisindeki esas motivasyon, ABD sermayesinin çıkarlarını koruma konusundaki pervasızlığıdır. Bunun için demokrasi karşıtı, orta çağ artığı cihatçı yapılarla kirli ilişkiler geliştirmek dahil, herşey mubahtır.