Bugün işçi sınıfı ve emekçiler olarak oldukça zor bir dönemden geçiyoruz. Haklarımız bir bir gasp ediliyor. Çalışma ve yaşam koşullarımız her geçen gün daha da ağırlaşıyor. Ağır yoksulluk ve sefalet milyonlarca işçinin yaşamını belirliyor.
Fakat işçi sınıfı olarak bu duruma karşı gereğince mücadele edemiyoruz. Bilinç ve örgütlülük düzeyimizi geliştirip bir sınıf olarak bu saldırıların karşısına gerektiği gibi çıkamıyoruz. Bunca saldırıya, bize dayatılan baskı ve sömürüye karşı işçi sınıfının neden daha güçlü bir mücadele örgütleyemediği ise en çok tartışılan konuların başında geliyor.
Mücadelemizin önündeki engelleri ve bunları aşmak için neler yapılması gerektiğini tartışmak, günün önemli görevlerinden birini oluşturuyor. Bu sayıdan itibaren işçi sınıfı ve emekçileri mücadele ve örgütlenmeden alıkoyan bir dizi başlığı ele alacağız. Elbette gazetemizin sınırlı sayfaları içinde bunu gereğince yapabilmenin sınırları var. Bu yüzden bu başlıkları bu yazı dizisi içinde en genel hatlarıyla ele almayı, zaman içerisinde diğer yazılarla eksik kalan yanları olgunlaştırıp tamamlamayı hedefliyoruz.
***
En genel hatlarıyla ele alırsak, mücadelemizin önündeki en önemli engellerden biri olarak başta burjuva ideolojisi olmak üzere egemen düşüncelerin biz işçiler üzerindeki etki ve tahakkümünü ilk sıraya yazabiliriz.
Ne yazık ki işçi sınıfının geniş bir kesimi, birçok durumda burjuva sınıfının kendi çıkar ve istemlerinin ürünü olan ya da onlar tarafından sahiplenilen düşünce ve ideolojileri kabullenmektedir. Onun ardına saklanan sömürü ve baskı ilişkilerini göremeyerek, bunları kendi düşünceleri olarak içselleştirmektedir. Bu egemenlik sınıfı bölüp parçalamakta, kendi gerçek çıkar ve istemlerine yabancılaştırmakta, çoğu zaman kendine ve sınıf kardeşlerine olan güvenini azaltmaktadır.
Örneğin siyasal algılarımız, manevi değer ve yargılarımız, dinsel inanç ve düşüncelerimiz ya da etnik kökenlerle ilgili önceliklerimiz sınıfsal çıkarlarımızın ve buna dayalı mücadelemizin önüne geçebilmektedir. Sınıf çıkarları yerine bu öncelikler üzerinden meselelere yaklaşılması bir araya gelmemizin, ortak davranmamızın önüne barikatlar örmektedir. Milliyetçilik, şovenizm, inanç farklılıkları, cinsel ve etnik ayrımcılık vb., işçilerin bir sınıf olarak birleşmesini engellemektedir.
Gene kendimize güvensizlik, güçsüzlük ve çaresizlik duygusunu bir türlü aşamamamızın; bireycileşme, sınıf atlama kaygıları, rekabet, kurtuluşu düzen partilerinde, uyuşturucuda ya da sınıf çıkarlarımızla ilgili olmayan ideolojilerde aramamızın gerisinde de burjuvazinin üzerimizdeki düşünsel egemenliği yatmaktadır. Sermaye kendi sınıf çıkarları için sınıf içindeki farklıkları çatışmaya dönüştürmeye, böylece işçilerin birleşmesini önüne geçmeye çalışmaktadır.
Sermaye sınıfının bu ideolojik egemenliği, fikirlerinin doğruluğundan ya da manevi değerlerinin üstün olmasından kaynaklanmıyor kuşkusuz. Onun bu egemenliği, bizzat iktidarı elinde tutmasından, iktisadi ve siyasi bir güç olmasından, bu güce dayanarak yaygın ve kapsamlı propaganda yapabilme imkânlarına sahip olmasından gelmektedir. Başta devlet olmak üzere denetimindeki onlarca kurum sayesinde, basını, medyası, okulları, camileri, kışlaları, partileri vb. aracılığıyla kendi gerici fikirlerini tüm topluma, dolayısıyla işçi sınıfına empoze etmeyi başarmaktadır.
Ayrıca bu düzende sadece yukarıda saydığımız ideolojik aygıtlar değil, baskı ve zor araçları da burjuvazinin hizmetindedir. Mahkemeleriyle, kolluk kuvvetleriyle uyguladığı şiddet olmaksızın, burjuvazinin çürümüş fikirlerini bu kadar kolay benimsetebilmesi düşünülemez. Bugün baskı ve zorbalıkla yaratılan korku ikliminin ürünü boyun eğme duygusunun, en meşru taleplerimiz etrafında bir araya gelmeye çalışırken bile işimizi ne kadar zorlaştırdığı açıktır.
Kısaca özetlemeye çalıştığımız bu olguların farkında olmak kuşkusuz önemlidir. Fakat farkında olmaktan daha önemlisi, bunlara karşı mücadele etmektir.
Sermaye sınıfının yaydığı ya da desteklediği her türlü gerici propagandaya karşı kapsamlı ve sistemli bir mücadele yürütmek, biz öncü işçiler ile emekten ve işçi sınıfından yana yapıların temel görevlerinden biridir. Başta fabrikalarımız olmak üzere toplumsal yaşamın her alanında burjuva düşünce ve fikirlere karşı mücadele etmeliyiz. İşçi sınıfı ile sermaye sınıfının çıkarları birbirine tamamen zıt iki farklı sınıf olduğunu döne döne anlatmalı, sınıfa karşı sınıf bakışıyla her türlü burjuva gerici düşüncenin karşısına kendi alternatifimizle çıkabilmeliyiz.
Ancak burjuva ideolojisinin, her türden gerici düşüncenin kendi başına karşı propagandayla etkisiz hâle getirilebileceğini düşünmek hata olacaktır. Zira devlet iktidarı elinde kaldığı sürece, sermaye sınıfı bu konuda her zaman daha avantajlı ve güçlü durumdadır. Kuşkusuz iletişim teknolojisinin bugün geldiği aşama, karşı propaganda açısından bizlere ede önemli imkânlar sunmaktadır. Bunlardan gereğince faydalanmak elbette bir ihtiyaçtır. Nitekim son yılların mücadeleleri sosyal medyanın nasıl bir avantaja çevrilebildiğini göstermektedir.
Sermaye, işçi sınıfına düşünecek, okuyacak, kendini eğitecek kadar zaman bir yana, uyuyup dinlenecek, soluk alacak fırsat bile bırakmamaktadır. Bu yüzden işçi sınıfı, her geçen gün ağırlaşan koşullara karşı mücadele etmeden, burjuva ideolojik egemenliğini yırtıp atamaz ve yaşadığı maddi-manevi yozlaşma ve çürümeyi ortadan kaldıramaz.
Sermayenin ideolojik egemenliği işçi sınıfının mücadelesini zayıflatmakta ama yok edememektedir. Kapitalist sömürü sistemi sürdüğü sürece bu mümkün de değildir. Özellikle uygulanmakta olan saldırı politikaları ve kriz nedeniyle daha da ağırlaşan ekonomik sorunlar, geniş kesimlerde önemli bir öfke birikimine ve parçalı da olsa mücadelelere konu olmaktadır.
Söz konusu olan çalışma ve yaşam koşulları olduğunda, burjuvazinin ideolojik egemenliği bu tepkinin bastırılmasında yetersiz kalmaktadır. İşte bugün öncelikle yapmamız gereken, bu öfke ve tepkiyi somut mücadele biçimlerine dönüştürmektir.
Şu veya bu biçimde mücadeleye atılan işçi, kendisiyle aynı sorunları yaşayan bir sınıfın parçası olduğunun farkına varır. Sınıf kardeşlerine güven duymaya başlar. Öte yandan, bütün kurumlarıyla devletin kendi karşısında durduğunu pratik olarak görür. Mücadele içinde dostunu-düşmanını tanır ve düzenin işçiler arasında yarattığı ayrımların sahteliğinin farkına varır. Direniş ve mücadele başladığında, kimin hangi ulusa, hangi dine, hangi cinsiyete mensup olduğu önemsizleşir. Bireysel davranış, duygu ve düşüncelerin yerini kolektif haklar ve çıkarlar almaya başlar. Her direniş alanı, her mücadele mevzisi sınıfa kendi değerlerini tekrar öğreten bir okul işlevi görür.
Bizi bölüp parçalamada sermayenin her zaman önemli bir imkân olarak kullandığı Kürt sorunu ve buna bağlı önyargıların, Tekel Direnişi sırasında yan yana duran Batman ve İzmir çadırlarının ortak mücadelesi sırasında nasıl kardeşçe “çözüldüğünü” hatırlayalım.
Bugün işçi sınıfı mücadelesinin geri seyir izlemesinin en önemli nedeni, çoğu zaman sanıldığı gibi onun bilinç düzeyinin geriliği ya da şu veya bu burjuva partisinin üzerindeki etkisi değildir. Bunlar elbette çok önemli faktörlerdir ama aşılamaz değildir. İşçi kitleleri, bugün emeğini korumak için bir araya gelebileceği güven veren mücadele zeminlerinden, örgütlenme merkezlerinden büyük ölçüde mahrumdur. Bununla bağlantılı olarak özgüveni zayıftır, kendi gücünün farkında değildir. Bugünün en önemli görevi, bu zeminlerin inşa edilip işçilerin etrafında birleşmelerini sağlamaktır.
Bunu başarabilmemizin yolu ise, her şeyden önce öncü ve duyarlı işçilerin kendilerini burjuva ideolojisinin en önemli yansımalarından olan umutsuzluktan, “bir şey olmaz”cılıktan, bahanecilikten kurtarıp, elini taşın altına koymalarından geçmektedir.
Bütünlüklü bir tablo sunmak ve farklı tartışmalara sebebiyet vermemek için altı çizilmesi gereken bir nokta daha var: İşçi ve emekçilerin kapitalist düzende yaşadığı acılara ve sömürüye yalnızca tepki göstermeleri ve yalnızca bunlara karşı mücadele etmeleri yeterli değildir. Bu acıların nereden kaynaklandığını ve nasıl ortadan kaldırılacaklarını, bu konuda ne yapmaları gerektiğini de bilmeleri gerekir. Bu da fabrika duvarları arasından dünyaya bakarak değil, başını kaldırıp dünyada ve ülkede yaşananlara bakmasıyla sağlanabilir. Bunu sağlamak da yine öncü işçilere, emek mücadelesi veren kurum ve örgütlenmelere düşmektedir.
Bununla birlikte, mücadeleyle hak alma ve bilinç arasındaki kopan bağı yeniden güçlendirmek, işçi sınıfının öz savunma, dayanışma, yardımlaşma geleneğini canlandıracak araçları geliştirmek, fabrika-işyeri zemininde ortak mücadele imkânlarını çoğaltmak ve bunların sağlanması için öncülerin bir araya geleceği örgütlenmeler ve zeminler yaratmak önümüzde duran görevlerdir.
Sonuç olarak, işçi sınıfını mücadeleden uzak tutan burjuva ideolojik egemenliğe karşı mücadelenin bir alanı burjuvaziye karşı sosyal, siyasal ve kültürel alanda düşünsel bir mücadele yürütmektir. Diğer alanı ise işçi ve emekçileri kendi talep ve çıkarları etrafında mücadeleye sevk etmeyi başarabilecek mücadele zeminleri yaratmaktır. Burjuvazinin emekçilerin beynine zerk ettiği ideolojik zehrin esas panzehri “sınıfa karşı sınıf” bakışıyla örgütlenecek meşru militan mücadeledir.
Emeğin Kurtuluşu’nun 56.sayısından alınmıştır…