ABD ve Çin’in ticaret “ateşkesi”

ABD ve Çin arasında tarifelerde sağlanan geçici ateşkes, emperyalist rekabetin doğasını değiştirmiyor. Her iki taraf da bu süreci, askeri ve diplomatik pozisyonlarını güçlendirmek, ekonomik stratejilerini yeniden yapılandırmak ve müttefiklerini konsolide etmek için kullanıyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 17 Mayıs 2025
  • 18:00

 “Eski dünya ölüyor, yenisi doğmak için mücadele ediyor. Şimdi canavarlar zamanıdır”

Antonio Gramsci

ABD ile Çin arasında süren ticaret savaşı, 10-11 Mayıs 2025’de Cenevre’de karşılıklı gümrük tarifelerinde geçici bir “ateşkes” ile yumuşatılmış görünse de bu gelişme iki ülke arasındaki rekabetin temel dinamiklerini değiştirmiş değil. Aksine, bu geçici uzlaşma, daha geniş çaplı ve yapısal bir emperyalist çatışmaya hazırlık için verilen bir aradan ibaret. Kapitalist sistemin krizleri derinleştikçe, büyük emperyalist güçlerin hem ekonomik hem askeri alanda nüfuzlarını genişletme arayışları saldırganlaşmaktadır. Dünya ekonomisinin yüzde 43’nü oluşturan ABD ve Çin, bu bağlamda yalnızca bir ticaret çatışması değil, hegemonya mücadelesinin de baş aktörleri olarak küresel düzenin şekillenişine yön vermeye çalışıyor. 

Cenevre’de varılan son “ateşkes” kararı kapsamında, taraflar karşılıklı olarak bazı tarifeleri geçici süreyle geri çekme kararı aldı. Bu karar, Donald Trump ile Çin Devlet Başkanı Şi Jinping arasında olası bir zirvenin önünü açabilecek diplomatik bir adım olarak sunuldu. Ancak bu adımla, iki tarafın da esasen konumlarını yeniden tahkim etme ve bir sonraki hamle için zaman kazanma amacı taşıdığı açıktır. CIA’in eski Çin Masası şefi Jonathan Czin’in belirttiği gibi: “Çin tarafı bu gelişmeyi, ABD'nin temel politikalarında bir değişim olarak değil, yalnızca taktiksel bir geri çekilme olarak görmektedir. Bu da Pekin'in, yeni bir ticaret savaşı olasılığına hazırlıklı olduğunu göstermektedir.”

ABD'nin, Çin'in ileri teknolojiye erişimini sınırlamaya yönelik politikaları; Tayvan, Güney Çin Denizi ve Doğu Çin Denizi'ndeki askeri pozisyonunu güçlendirme çabaları, gerilimin yapısal boyutunu göstermektedir. Bu nedenle gümrük tarifelerdeki kısmi yumuşama, rekabetin yönünü değiştirmemekte, yalnızca yeni biçimlere bürünmesine olanak tanımaktadır.

Asya-Pasifik cephesi

Asya-Pasifik, günümüzde emperyalist rekabetin en yoğun yaşandığı bölgelerden biridir. Japonya, Güney Kore, Avustralya ve Hindistan’la askeri ve diplomatik ittifaklar kuran ABD, Çin’in bölgesel etkisini sınırlamaya çalışıyor. Çin ise Kuşak ve Yol Girişimi gibi projelerle nüfuzunu artırmakta ve askeri varlığını güçlendirmektedir. 

Bu çerçevede, Çin sahil güvenliğinin Senkaku/Diaoyu adaları çevresindeki hava sahasına girmesi ve Güney Çin Denizi’ndeki “tartışmalı” bir adaya çıkartma yapması, yalnızca bölgesel krizin değil, küresel güç mücadelesinin de yansımalarıdır. ABD ve müttefiklerinin Tayvan üzerinden Çin’i provoke etmesi, Çin’in buna bölgede düzenlediği tatbikatlarla karşılık vermesi, doğrudan askeri müdahale olasılığının göz ardı edilmediğini gösteriyor.

ABD hegemonyasının krizi ve Çin’in yükselişi

2008 krizinden bu yana kapitalist sistemin derinleşen istikrarsızlığı, ABD’nin küresel hegemonyasını sarsarken, Çin gibi yükselen güçlerin daha iddialı hamleler yapmasına zemin hazırladı. Ancak Çin'in yükselişi, “sosyalist” geçmişinin mirasından çoktan kopmuş bir devlet kapitalizmi zemininde gerçekleşmektedir. Çin Komünist Partisi (ÇKP) yönetimi, devleti büyük sermaye gruplarıyla iç içe geçirerek, kendi emperyalist stratejilerini şekillendiriyor. Teknolojik gelişme, denizaşırı yatırımlar ve askeri modernizasyon, bu stratejinin temel bileşenleridir.

ABD tarafında ise Trump dönemiyle birlikte korumacı ve saldırgan bir dış politika benimsemiştir. Küresel ticaret sistemine yön veren neoliberal kurallar bile zaman zaman rafa kaldırılarak, doğrudan baskı ve yaptırım politikaları öne çıkarılmıştır. Bu, ABD’nin hegemonya krizine verdiği refleksin dışavurumudur. Ancak bu refleks, Çin’in alternatif bir hegemonya merkezi olarak yükselmesini engelleyemiyor, yalnızca çatışmanın şiddetini giderek artırıyor.

"İstikrar" vurgusu ve savaş hazırlığı

Çin’in son yayınladığı ulusal güvenlik beyaz kitabında Asya-Pasifik’in büyük güçler arası bir “çekişme odağı” haline geldiği belirtilmektedir. ABD ve müttefiklerinin bölgedeki askeri varlığını güçlendirmesi, Çin tarafından haklı olarak “dış güçlerin çevre güvenliğine yönelik tehdidi” olarak tanımlanıyor. Bu tür belgeler, yalnızca bir durum tespiti değil, aynı zamanda savaş ekonomisine ve toplumsal militarizme yönelimin resmi kılıfıdır da.

Öte yandan, ABD tarafında da benzer bir hazırlık gözlenmektedir. Japonya, Hindistan ve Avustralya ile kurulan dörtlü güvenlik diyaloğu (Quad) gibi oluşumlar, Çin karşıtı bloklaşmanın kurumsallaştığını gösteriyor. Eski Hint-Pasifik Güvenlik İşleri Müsteşar Yardımcısı Ely Ratner’in de belirttiği gibi, “ABD ve Asya’daki müttefikleri, Çin’i birincil güvenlik tehdidi olarak konumlandırmakta; bu da bölgeyi uzun süreli bir gerilim alanı haline getirmektedir.”

Geçici ateşkes, kalıcı rekabet

ABD ve Çin arasında tarifelerde sağlanan geçici ateşkes, emperyalist rekabetin doğasını değiştirmiyor. Her iki taraf da bu süreci, askeri ve diplomatik pozisyonlarını güçlendirmek, ekonomik stratejilerini yeniden yapılandırmak ve müttefiklerini konsolide etmek için kullanıyor. Kapitalist-emperyalist sistemin yapısal krizleri sürdükçe, bu tür gerilimlerin çatışmalara dönüşme potansiyeli artacaktır. Emperyalist bloklar arasındaki mücadele, yalnızca ticaret salonlarında değil, denizlerde, hava sahalarında, siber alanda ve diplomasi masalarında da sürmektedir.

Kapitalist sistemin tahakküm sınırları aşılmadığı sürece de “barışçıl çözüm” umutları, emperyalizmin doğası gereği sınırlı kalmaya devam edecektir.

Frantz Fanon’un dediği gibi, “Her nesil, kendi görevini bulur ya bu görevi yerine getirir ya da ihanet eder.” Bu çağda yaşayan nesillerin görevi ise, emperyalist saldırganlık ve savaşlara karşı durmak ve savaştan arınmış, barışın hâkim olacağı bir dünya kurmak için mücadele etmektir. Bunun sosyalizm dışında bilinen bir yolu yoktur.