Kürt hareketinin fesih evresi ve düzenle bütünleşmesi

PKK 12. Kongresi, Öcalan’ın bildirdiği ve talep ettiği gibi PKK’nin “Tarihi misyonunu tamamladığını” vurgulayarak örgütsel varlığını feshetme, silah bırakma ve “devlet ve toplumla bütünleşme” kararı aldı.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 18 Mayıs 2025
  • 17:05

Sermaye iktidarı tarafından “yeni süreç” olarak tanımlanan gelişmelerin temel önemdeki ilk adımı, Abdullah Öcalan’ın PKK’ye yaptığı silah bırakma ve kendini feshetme çağrısıyla atılmıştı. Kayıtsız şartsız yapılan “tarihi” çağrı, “devlet ve toplumla bütünleşme”yi savunuyor ve demokratik toplum hedefine bağlanıyordu. Çağrı, Kürt hareketinin bütün kanatları ve kurumları tarafından “asrın manifestosu” olarak yüceltilip sahiplenildi. Öcalan’ın “Tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir” çağrısından sonra, PKK, 5-7 Mayıs’ta kongresini topladığını duyurdu. PKK 12. Kongresi, Çağrı’nın pratik ifadesi oldu ve yeni bir evreye geçişi işaretledi. İktidar payına ise kendi ifadeleriyle “Terörsüz Türkiye” ve “Türkiye yüzyılı için” kritik eşik aşılmış oldu.

12. Kongre, Öcalan’ın bildirdiği ve talep ettiği gibi PKK’nin “Tarihi misyonunu tamamladığını” vurgulayarak örgütsel varlığını feshetme, silah bırakma ve “devlet ve toplumla bütünleşme” kararı aldı. Kendi liderinin “tarihi çağrı”sına kongresini toplayarak “tarihi cevap” veren PKK, Kongre kararlarının ileride açıklanacağını duyurdu. Kararların ne olduğu şimdilik bilinmiyor olsa da bu kararların Öcalan’ın çağrısı temelinde alınmış kararlar olduğundan da şüphe duyulmuyor. Zaten Kongrenin kendisi de bunun böyle olduğunu “PKK 12. Kongresi, Önder Apo’nun çağrısı temelinde PKK’nin çalışmasına ilişkin tarihi öneme sahip kararlar aldı” ifadeleriyle duyuruyor. Yanı sıra bu kararların “Önder Apo tarafından yönetilmek ve yürütülmek üzere” uygulanacağı belirtiliyor. 

Kongrenin açılış konuşmasını yapan Duran Kalkan, PKK’nin feshinin “bir son değil, yeni bir başlangıç olduğunu” söylüyor ve “Böyle bir sonuçlandırmayla yeni çıkışların önü açılmak isteniyor” diye de ekliyor. Bir dönemin kapanmasının yeni bir dönemin açılışı anlamına geldiği doğrudur. Fakat “Asrın Çağrısı” ve 12. Kongre ile birlikte açılacağı söylenen yeni dönem, mücadele biçim ve araçlarından ziyade uzun yıllar önce Kürt hareketinde devrimle her türlü bağını koparmak biçiminde yaşanan köklü stratejik değişimin, gelinen yerde devletle barışma ve bütünleşmede varılan yeni aşamasıdır. Kürt hareketinin yanı sıra onun yedeğindeki sol da olup bitenleri bilinçli bir tutumla “mücadele biçim ve araçlarında değişim” olarak sunuyor. Oysa sorunun özü ve esası “devletle ve toplumla bütünleşme” biçimindeki köklü program değişikliğidir. 

PKK 12. Kongresi de tıpkı Öcalan’ın 27 Şubat tarihli çağrısı gibi, Bahçeli, AKP yetkilileri ve Öcalan tarafından dile getirilen çerçeveyle tam bir uyum içinde görünüyor. Dolayısıyla Çağrı’nın kendisi gibi PKK 12. Kongresi de sermaye iktidarı ve sözcüleri tarafından büyük bir sevinçle karşılandı. “Sürecin lideri” Devlet Bahçeli PKK’nin fesih kararına dair sevincini, “tarihsel sorumluluğu üzerine alan PKK’nin kurucu önderi Abdullah Öcalan’a” özel teşekkür ederek bildirdi. Aynı sevinç, ABD ve Avrupalı çevreler başta olmak üzere hemen tüm uluslararası ve bölgesel güçler tarafından da dile getirildi.

Elbette ki öteden beri çatlak sesler çıkaran kimi ırkçı-şoven çevre ve partiler de var. Özellikle de 12. Kongre Bildirgesi’ndeki “Partimiz PKK, kaynağını Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasasından alan Kürt inkar ve imha siyasetine karşı, halkımızın özgürlük hareketi olarak tarih sahnesine çıktı” vurgusu, söz konusu çevrelerde histeriye yol açtı. “T.C. devleti soykırımla suçlanıyor, Cumhuriyet ve Atatürk’ün üniter devlet yapası reddediliyor” biçimindeki bu histerinin, siyasal islamcıların Cumhuriyetin kurucu ilkelerine yönelik tasfiye girişimiyle örtüştüğü iddiasıyla sergileniyor. Bu çevrelere göre AKP, Cumhuriyeti tasfiye etmek, Kürt hareketi ise buna destek sunmak istiyor.

Sermaye iktidarının kendi cephesinde ilk başarısı...

Gerici-faşist iktidar, “süreç”in daha ilk adımından itibaren yaptığı resmî açıklamalarında hiçbir pazarlığın olmadığını, fesih ve silah bırakma karşılığında herhangi bir vaatte bulunulmadığını, dahası bir Kürt sorununun da olmadığını iddia ediyor. Çağrı’nın kayıtsız şartsız yapılmak ve PKK tarafından da kayıtsız şartsız kabul edilmek zorunda olduğu söylemi, küstah ve aşağılayıcı ifadeler eşliğinde kullanılageldi. Gerçekleşen PKK 12. Kongresinin ardından da sorunun “çözümü”nün içeriğiyle ilgili iktidar cephesinde halen de açıklanmış bir şey ve atılmış herhangi bir adım yoktur. İktidar sözcülerinin açıklamaları ve onların kalemşorlarının yazdıklarından hareketle kırıntılar dışında sorunun “çözümüne” ilişkin atılacak bir adım da görünmüyor. Önümüzdeki dönemlerde gündeme geleceği söylenen “demokratikleşme” adımları ise iktidarın iç ve dış boyutu olan kendi hedeflerine ulaşmada gerekli desteği sağlamak için atılmış adımlar olacaktır.

Sömürgeci sermaye iktidarı, Kürt hareketini teslim alarak tasfiye etmeyi, ona düzenin çerçevesini dayatmayı ve sisteme entegre etmeyi hedefliyor. Öcalan’ın çağrısı ve PKK’nin 12. Kongresi üzerinden kendi payına önemli ilk başarıyı da sağlamış görünüyor. Atacağı adım her neyse bundan sonra atacağını söylüyor. “Süreç”in veya “açılım”ın kapsam ve amacı, sınırlı bazı tavizler ve kırıntı düzeyindeki haklarla sorunu yatıştırmak ve denetim altına almaktan ibaret görünüyor. Sömürgeci sermaye iktidarının gericilik dünyasında başka türlüsü de olamaz. Tarihsel ve toplumsal kökleri derinde olan Kürt sorununun kısmi reformlar ve tavizlerle bu düzen içinde özgürlüğe ve tam hak eşitliğine dayalı çözümünün olacağına inanmak, hayal görmekten öte bir şey değil. Dolayısıyla mevcut sonuç üzerinden bakıldığında dinci-faşist iktidarın kendi cephesinden söylemlerine uygun davrandığı ve önemli bir ilk başarı elde ettiği görülüyor.

Kürt hareketi tarafından “İmralı’daki büyük tarihi yoğunlaşma ve derinleşme”nin bir ürünü olarak sunulan Öcalan’ın manifestosu, yine Kürt hareketi tarafından “tüm özgürlük ve demokrasi güçlerinin yolunu aydınlatan” ve “insanlığa kurtuluş yolu gösteren” iddialı açıklamalar eşliğinde sunulmuştu. Bu güzellemeler 12. Kongre üzerinden daha ölçüsüz yapılıyor. Bu kez, “Barış ve Demokratik Toplum süreci ve sosyalizm mücadelesinde yeni bir aşamayı temsil eden Demokratik Toplum Sosyalizmi ile ... adil ve eşit bir dünya oluşacaktır.” gibi iddialı sözler ediliyor. Fakat “Demokratik Toplum Sosyalizmi” hedefi, “Önder Apo, ... Demokratik Türkiye Cumhuriyeti perspektifini ... Kürt sorununun çözüm çerçevesi olarak benimsedi”, “Kürt sorununun ancak Ortak Vatan ve Eşit Yurttaşlık temelinde çözülmesinin kazandıracağını göster”di gibi açıklamalarla iğreti duruyor.

12. Kongre Bildirgesi, dikkat çekici bir şekilde sol ve sosyalizm söylemleri kullanmaktadır ve Türkiye’nin sol-sosyalist güçlerini, devrimci yapı, örgüt ve şahsiyetlerini “Barış ve Demokratik Toplum Süreci”ni sahiplenmeye çağırmaktadır. Bu sahiplenme ile “halkların, kadınların ve ezilenlerin mücadelesi yeni bir düzey kazanacak”tır. Bu, “Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği ve tam bağımsız Türkiye” olan büyük devrimcilerin amaçlarını başarmak anlamına gelecektir”demektedir. Oysa “Asrın Cağrısı”nda ve Kongre Bildirgesi’nde o büyük devrimcilerin amaçlarını başarmak ve davalarını sürdürmek anlamına gelen hiçbir şey yoktur. Tersine o büyük amaçların terk edilmesi vardır. Üstelik 1993’lerden beri...

Kürt hareketinin izlemekte olduğu yol, o büyük devrimcilerin amaçlarını başarmaya değil, kurulu düzenle barışıp bütünleşmeye çıkar. '71 devrimci hareketinin efsaneleşmiş devrimcileri Denizlerin yolu ise devrime çıkar. Kürt hareketinin sol ve sosyalizm söylemleri, ikisi arasındaki uçurumun aşılmaz olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. 12. Kongre Bildirgesi’nin “Barış ve Demokratik Toplum süreci”ni sahiplenmeye çağırdığı Türkiye solunun ezici çoğunluğu da Denizlerin yükselttikleri bayrağı çoktan terk etmiş, gerisin geri TİP parlamentarizminde karar kılmış durumda. Birçoğunun düzenin icazet sınırları içine liberal-reformist akımlar olarak boylu boyunca uzanmalarının üzerinden yıllar geçmiş bulunuyor. Kürt hareketi, çağrı yaptığı akımları ve yedeğindekileri “devletle ve toplumla bütünleşme” stratejisine tam olarak kazanmayı amaçlamaktadır. Sol-sosyalist söylemler, aynı zamanda bu ihtiyacın da bir ürünüdür. 

Gerici bir ütopya olarak “Demokratik Cumhuriyet” 

Kürt halkına ve hareketine kimi tavizler ve sınırlı haklar verildiği durumda Kürt sorununun “çözüleceği” ve Türkiye’ye de demokrasinin geleceği iddia ediliyor. Bunun böyle olup olmaması bir yana, gelişmelerin seyri, demokrasi yönünde değil, siyasal gericilik-zorbalık yönündedir. Burjuva demokrasisinin beşiği kabul edilen batılı emperyalist ülkelerde bile olayların gidişatı bu yöndedir. Gelinen aşamada kendi işçi ve emekçilerine iktisadi ve sosyal tavizler verebilecek durumda olmayan emperyalist burjuvazi, “demokrasi”yi artık yük kabul etmektedir. Demokratik hak ve özgürlükler her yerde saldırı altındadır. Gericilik eğiliminin baskın olduğu bir dünyada, sınıf ve emekçi kitlelere karşı sosyal yıkım saldırı dalgasını sistematik olarak büyüten, onları yoksulluk ve açlığa mahkum eden Türkiye’nin kapitalist düzeni ve onun dümenindeki dinci-faşist iktidar, emekçilere ve Kürtlere hangi demokrasiyi verebilir? 

“Demokratik Cumhuriyet” talebi ve hedefi, bugünün sermaye iktidarı koşullarında kitleleri aldatmaya yönelik gerici bir söylemdir. Demokrasi mücadelesi her yerde sermaye iktidarına karşı verilen bir mücadeledir. Zira devrimci bir akım için demokrasi uğruna mücadele, sosyalist cumhuriyet uğruna verilen mücadelenin bir parçasıdır. Devrimci iddia ve kimlik korunduğu sürece “Demokratik Cumhuriyet” demek kurulu düzenin yıkılması ve işçi sınıfının devrimci iktidarının kurulması demektir. Bunun dışında mevcut cumhuriyeti demokratikleştirmek, “Demokratik Cumhuriyet”i kendi içinde amaçlaştırmak, gerici bir ütopyadır. Sadece Kürt hareketi değil, liberal reformist akımlar da ulusal sorunu genel demokrasi sorunundan, demokrasi sorununu ise sosyalist devrim sorunundan bağımsız olarak ele almakta, dolayısıyla da burjuva demokrasisini kutsamaktadırlar.

Öteki siyasal sorunlar gibi, Kürt ulusal sorunu da demokratik-siyasal bir sorundur. Günümüzde bu sorunların tümü kapitalizmin ürünüdürler ve bir bütün oluşturmaktadırlar. Özel mülkiyet düzenine dayanan burjuva sınıf egemenliği, bütün siyasal ve toplumsal sorunların olduğu gibi ulusal baskının da kaynağıdır. Türkiye işçi sınıfının devrimci programı, tüm öteki toplumsal ve siyasal sorunlar gibi, Kürt sorununu da gerçek çözüme ulaştırabilecek tek gerçek programdır. Bu programın maddi toplumsal temeli de işçi sınıfıdır. Ulusal sorunda devrimci çözümün yolunu da sınıf bilincine varmış ve kendi devrimci partisi etrafında kenetlenmiş işçi sınıfı açabilir.

“İliklerine kadar çürüyüp kokuşmuş bugünkü cumhuriyet bir iktisadi-sınıfsal temele, bir sınıf egemenliği sistemine dayanan ve binbir bağla emperyalizme bağımlı olan bir siyasal yapıdır. Dayandığı temellere ve uluslararası dayanaklarına dokunmaksızın onu kendi toplumsal varlık koşulları üzerinde demokratikleştirmeyi hedeflemek, bunu da emekçilere ve mazlum Kürt halkına bir kurtuluş reçetesi olarak sunmak, başlı başına bir aldatmacadır. Bunun Türkiye toplumunun tepesine bir kabus gibi çökmüş ultra gerici bir iktidarla girilen ‘çözüm süreci’yle gerçekleşebileceğine, en azından buna yakınlaşılabileceğine inanmaksa, bunun da ötesindedir.” (TKİP V. Kongresi, Aralık 2015, www.tkip.org)