Gençlik hareketinin son on yıllık tablosu içerisinde belli ileri çıkışlar olsa da, uzun yıllar sonra yaşanan bir gençlik isyanı ile karşı karşıyayız.
Gençlik isyanı, diploma iptaline sığdırılamayacak ve düzen muhalefetinin sınırları ile dizginlenemeyecek bir biçimde kendini toplumsal muhalefetin sürükleyicisi olarak ortaya koydu. Bu yanıyla, gençlik kitleleri tarihsel bilinçten yoksun olsa da, gençlik hareketinin dinamikleri bu bilincin bir kez daha döne döne doğrulanmasını içermektedir.
Barikatları aşan, kitleleri sürükleyen gençlik öfkesi
Son beş yıl üzerinden bakıldığında bile, bugün yaşanan gençlik isyanının nüvelerini görmek mümkün. Bütün değerlendirmelerimizde tekrarladığımız “Gençlik öfke biriktiriyor” sözü artık bir olgu.
2021 yılında Boğaziçi Üniversitesi’nden başlayan “Özerk-demokratik üniversite!” eylemleri, 2023 yılında barınma sorununun ölümle sonuçlanmasının ardından yapılan Zeren Ertaş eylemleri, 2024 yılında iki genç kadının katledilmesi sonrasında lise ve üniversitelerde kadın cinayetlerine karşı yapılan kitlesel eylemler ve 2025 yılının Mart ayında tek adam diktatörlüğünün keyfi yaptırımlarına karşı gelişen gençlik isyanı...
Son yaşanan eylemli sürece bakıldığında, şu noktaların altı çizilebilir:
AKP iktidarının tüm saldırılarına rağmen gençlik kendine bir çıkış olanağı yaratmıştır.
Bu topraklarda politik gençlik hareketi geleneği vardır ve yok edilememiştir!
Gençlik hareketi içerisinde bir özne olarak var olmak isteyenler üniversitelere/fakültelere dayanmak zorundadır.
Gençlik isyanının politikliği ve çıkış saikleri
İstanbul Üniversitesi önünde barikatları zorlayan ve Beyazıt Meydanı’na yürüyen gençliğe eylem çağrısını ilerici ve sol gençlik örgütleri yapmıştır. Barikatın zorlanmasında çağrıya karşılık veren geniş gençlik kitlelerinin basıncı var.
“Akademik boykot” çağrısı ODTÜ öğrencileri tarafından yapılmıştır ve tüm üniversitelere yayılmıştır. Ancak “akademik boykot” üniversiteleri işlemez hale getirecek biçimde yapılamamıştır. Belli başlı üniversitelerde bazı bölümleri dışta tutarsak, yapılan gerçek anlamıyla boykot değildir. Daha çok üniversitelerde eylemler, forumlar ve yürüyüşler yapılmıştır. “Akademik boykot”un böyle gerçekleşmesinin en temel nedeni hareketin tablosudur. Ama bu haliyle bile boykot çağrısının politik ve pratik anlamı çok önemlidir.
Akademik boykota çağrı, üniversitelerde etkili olan gençlik örgütlerinin meseleye yaklaşımına, örgütlenme araçlarına bakışına, işleyişine göre değişmiştir.
Yanı sıra şöyle bir gerçeklik de var: Bir kez eyleme çıkan ve harekete geçen gençlik kitleleri “miting” ile “direniş” arasında ayrım yaptı. Daha önce on kişi olarak bile yan yana gelmeyen öğrenciler on binlerce kişinin katıldığı yürüyüşler gerçekleştirdi. Gençlik kitleleri bir kez yürümeye başlayınca da durmak istemedi.
Bu durum bazı üniversitelerde farklı yaşandı. Kulüp, topluluk işleyişinin güçlü, birlikte iş yapma kültürünün gelişkin olduğu üniversitelerde anti-demokratik dayatmaların da, talepler olmadan yürümenin de karşılığı daha az oldu. Ama bunlar genel içerisinde sınırlı örnekler olarak kaldı. Genelde eylemlere katılım kitlesel olsa da, üniversite içerisinde yapılan forumlara katılım daha sınırlı kaldı.
2 Nisan’daki tüketim boykotu da üniversitelilerden doğru yayılan bir çağrının ürünüdür. CHP’nin de çağrıyı sahiplenmesinin ardından yapılan “tüketimden gelen güç” tartışmaları hareketin seyri içerisinde ayrıca değerlendirilecektir. Bir boyutu da hareketin CHP tarafından kontrol edilmesini sağlayan, sınırlarını belirleyen, sınıfsal yanını gölgelemeye yönelik propagandayı işaret etmektedir. Ancak üniversitelerin tatil edildiği, bir şekilde eylemlerin sınırlandırılmaya çalışıldığı bir evrede toplumun tümünü içine alan bir tutum alma pratiği sergilendi.
Açığa çıkan profil ve eğilimler
Gençlik isyanının en kritik dönemeçlerinde rol oynayan ilerici gençlik örgütleri olsa da, gençlik isyanına karşılık veren, üniversitelerinde ve kent meydanlarında harekete katılan geniş gençlik kitleleri homojen bir yapıda değildir ve bu da doğaldır.
Gençlik isyanının profilini anlayabilmek için kuşkusuz daha fazla veri ve bilgi bir ihtiyaç. Bununla birlikte, gelişen hareket ve gençlik isyanı içerisinde en fazla dikkat çeken yanlardan biri barikatları zorlayan gençlik kitlelerinin profilidir.
Bu profilin bir yanını da Saraçhane’de ve Bozdoğan Kemeri’nde polis barikatını zorlayan, dilinden küfür, yüzünde maske, elinden bozkurt işareti eksik olmayan gençler oluşturuyor. Bu gençler aynı zamanda İstanbul’da ileri gençlik güçlerinin merkezi eylem çağrılarıyla örgütlenen Beşiktaş, Beyazıt, Maçka, Mecidiyeköy eylemlerinde de varlardı.
Zafer Partisi’nin etkisinde olduğu iddia edilen, üniversitelerde de var olan bu gerici-ırkçı örgütlenmelerin harekete etkisini abartmak, hareketi bu profil ile özdeşleştirmek yanlış olacaktır. Eylemlerde bu kesimlerin önce küfürlü sloganları atıp ardından da “Faşizme karşı omuz omuza!” sloganını aynı tonda atabilmelerini de irdelemek gerekiyor.
On gün süren, altı tamamen doldurulamasa da üniversitelerde boykot örgütleyen, gençlik isyanına katılan kitlenin homojen olmaması anlaşılırdır. Farklı gençlik kesimlerinin tepkisinin aynı eylemde buluşmasının doğal bir sonucudur.
Gençlik kitlelerinin gerici burjuva ideolojilerinin etkisinde kalması, milliyetçi-ırkçı çizgide yönlendirilmesi yeni bir durum da değildir. Bu toprakların tarihinde Cumhuriyet’in ilanından ‘60’lı yıllara kadar düzenin denetiminde yer alan bir gençlik hareketi var.
Ve gençlik kitlelerinin bugünkü durumu toplumun genelinden de bağımsız değildir. Toplumsal yapıdaki aşınmanın en uç ve en diri yansıması gençlikte karşılığını bulur. Burjuva cumhuriyetin evrimi içerisinde dinci-faşist ideolojinin tüm toplumsal kesimlerde kendine yer bulduğu, ilerici ve devrimci değerlerde tahribatın yaşandığı bir dönemde ırkçı-milliyetçi esintinin gençlik içerisinde kendine alan bulması çok da sürpriz olmasa gerek.
Bu profilin gölgeleyemeyeceği şey ise “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!” ve “Faşizme karşı omuz omuza”! sloganlarının yanı sıra “Kurtuluş sandıkta değil, sokakta!” sloganlarının da aynı netlikte yayılmasıdır. Ya da “Hükümet istifa!” sloganlarının hiç susmamasıdır. Yürüyüş haricinde yapılan eylemlerde milletvekillerine verdikleri tepkiler de önemlidir.
Bu gençler nereden çıktı?
30 yıllık diploma iptalinin yarattığı sarsıntı tek başına geleceksizlik girdabındaki gençlik kitlelerini sokaklara taşıramaz. Bunun arka planında, çalışırken okumak zorunda olmaya, yurtta asansör kazasında ölebilme ihtimaline, iş kazasında sakat kalma olasılığına, sinemaya-tiyatroya gidememenin, arkadaşlarıyla oturamamanın nedenlerine, öğün atlayarak açlığını bastırmaya çalışmaya, festivallerin yasaklanmasına, kulüplerin kapatılmasına, üniversitelere atanan kayyımlara duyulan öfke yatıyor. Yarın ne olacağını bilememek, kaybedecek bir şeyinin kalmadığını hissetmek, tutuklanma, baskı, zorbalıkla yüz yüze kalmak, bunun sorumlusu olarak görülen AKP’ye yönelik öfkeye dönüştü.
Ancak bunların yanı sıra, bu profilde, iktidarın ve gericilik cephesinin türlü oyunlarıyla Kürt halkına ve Suriyelilere dönük düşmanlık, Mustafa Kemal sevgisinin ötesinde ırkçılık ya da “Türklük” övgüsü öne çıkmaktadır. Bu, seçim dönemlerinde Zafer Partisi, Sinan Oğan ya da Muharrem İnce’nin de kazanmaya çalıştığı gençlik içerisindeki eğilimi işaret etmektedir. Mansur Yavaş’ın Saraçhane’de ırkçı sözlerinin hitap ettiği kesim de bu kesimdir. Ancak bu geniş gençlik kitleleri içerisinde genel eğilim midir, yoksa bugün için bir eğilim olarak kendine bir yer mi bulmuştur? Bir takım saptamalar yapmak yerine, toplumda yaratılan gerici-faşist siyasal atmosferin bir sonucu olarak bakmak daha isabetli olacaktır. Bu gençlik kitlelerinin bir yanıyla 23 yıllık AKP iktidarı döneminin ürünü olduğunu unutmamak gerekir.
Geniş kitleler eylem içerisinde öğrenir, değişir ve dönüşür. Örneğin gençlik kitleleri polis şiddeti sonrasında, polisin depremde, kadın cinayetlerinde nerede olduğunu attıkları sloganlar ile sorguladılar. Bu sloganların solcu-ilerici öğrencilere dayandığı yeterince açıktır.
Eyleme çıkan geniş gençlik kesimlerini yaftalamak, yargılar sıralamak son derece sakıncalıdır. Gelişen hareketlilik içerisinde olguların gücüne dayanarak bir değerlendirme yapabilmek gerekir. Harekete doğru bir müdahale ve politika üretebilmek açısından bu önemlidir. Bu çerçevede, TKİP VII. Kongresi’nde işaret edilen şu değerlendirmeler güncelliğini korumaktadır:
“Her türden burjuva gericiliği çok yönlü sorunlar yumağı altında ezilen gençlik kitleleri içerisinde kendisine geniş bir alan bulabilmekte, gençliği düzen adına denetim altında tutabilmenin olanaklarını sonuna kadar kullanmaktadır. Bir yanda dinci-faşist iktidar odağının aparatları (tarikatlar, cemaatler, gerici-faşist vakıf ve kurumlar), öte tarafta gerici düzen muhalefetinin her türden oluşumu adeta gençliğin üzerine çöreklenmiş durumda. Günümüz gençliği içerisinde, özellikle muhalif kesimlerde seküler milliyetçi akımların ve kemalistlerin hızla güç olabilmesinin gerisinde de bu aynı olgu yer almaktadır. Yaşadığı çok yönlü sorunlara karşı öfkesi büyüyen ve bu sorunların sorumlusu olarak dinci-faşist iktidarı gören geniş gençlik kesimleri bu akımlara yüzünü dönmekte, öfkesini, tepkisini ve mücadele potansiyellerini düzen siyasetinin bu kanadı üzerinden ortaya koymaktadır.” (Gençlik hareketi ve partinin gençlik çalışması, www.tkip.org)