İş yasasında yapılan son düzenleme ile turizm işkolunda çalışan işçilerin gasp edilen hakları üzerine Dev Turizm-İş Genel Sekreteri Gökhan Aslan ile konuştuk…
***
-İş Yasası’nda yapılan değişiklik ile turizm işkolunda çalışan işçilerin izin günlerine dair düzenleme var. Bu konu ile ilgili bilgi ve değerlendirmenizi alabilir miyiz?
İş Yasası’nda yapılan bu düzenlemeyle birlikte, turizm sektöründe çalışan yüz binlerce işçinin haftalık tatil hakkı fiilen gasp edilmiştir. Açık konuşalım: Bu “teknik bir esneklik” değil, kapitalistlerin çıkarı uğruna, işçinin en temel hakkının (dinlenme hakkının) sistemli biçimde ortadan kaldırılmasıdır.
Oysa Anayasa’nın 50. maddesi, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 46. maddesi ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler, her işçiye haftada en az bir gün kesintisiz dinlenme hakkı tanır. Bu yalnızca bir “izin” değil; insan onuruna, sağlığa ve sosyal yaşama dair asgari bir güvencedir.
Şimdi bu hak, “sezon yoğunluğu”, “hizmet sürekliliği” gibi sermaye merkezli gerekçelerle askıya alınıyor. Açıkçası devlet, yasaları işçiye karşı esnetiyor; patronlara ise sınırsız bir imkân yaratıyor.
Turizm işçileri zaten günde 11-12 saat çalışıyor. Vardiya düzeni yok, dinlenme alanı yok, sosyal hayat yok. Şimdi bu insanlar 10 gün boyunca aralıksız çalıştırılacak. Ancak 11. günde bir “tatil hakkı” verilecek. Ama o da çoğu zaman kâğıt üzerinde kalacak. İzin günü, işverenin uygun gördüğü güne ötelenebilecek; sezonun ortasında keyfî biçimde ertelenebilecek.
Bu düzenleme, yıllardır çözüm bekleyen onlarca yapısal sorunun üzerine eklenen yeni bir yük anlamına geliyor. Zira Turizm işkolu; fazla ve uzun çalışma saatleri, düşük ücretler, işçi sağlığı ve güvenliği ihlalleri, mobbing, kayıt dışı istihdam, barınma sorunları, sezonluk çalışmanın yarattığı belirsizlik ve güvencesizlik gibi ciddi sorunlarla boğuşuyor.
Yakın zamanda Kartalkaya’da yaşanan katliam, birçok otel ve restoranda meydana gelen iş cinayetleri bunun en acı örnekleridir. İşçiler adeta tükenmeye, yok sayılmaya ve ölüme sürükleniyor.
Hal böyleyken, hükümetin çıkıp da “yeni bir düzenleme yaptık” diyerek bu sömürü koşullarını ağırlaştırması, işçiye değil, doğrudan sermayeye hizmet etmektedir.
-İşkolunun patronlarının bu konudaki tutum ve değerlendirmelerine dair gözlemleriniz nelerdir? Bu düzenleme, işkolundaki kapitalistlerle iktidar arasındaki işbirliği açısından nasıl bir anlam taşıyor?
Turizm işkolundaki patronların bu düzenlemeye dair tutumu gayet net: Çok memnunlar.
Çünkü bu düzenleme, doğrudan onların talepleri doğrultusunda hazırlanmış ve Meclis’ten apar topar geçirilmiştir. Bu bir tesadüf değil, çok net bir sermaye-iktidar ittifakının sonucudur.
Patronlar uzun süredir “sezon yoğunluğu” bahanesiyle iş yasalarının esnetilmesini, fazla mesai yükümlülüklerinden kurtulmayı ve iş güvencesini budamayı talep ediyordu. İktidar ise bu talepleri hiçbir tereddüt göstermeden yerine getirdi. Hatta bazı büyük turizm patronlarının resmî taleplerinden bile öteye geçerek, daha da sömürücü bir mevzuatla karşılık verdi.
Bu noktada kritik bir hatırlatma yapmak istiyorum: Mevcut Turizm Bakanı, aynı zamanda büyük bir turizm patronudur. Etstur’un sahibi olan bakan, Maxx Royal, Voyage ve Caja by Maxx Royal gibi otellerin de patronudur.
Patronların yasası, patron bakan eliyle geçirilmiştir.
Bu da bize şunu net biçimde gösteriyor: Turizm işkolunda, iktidar ile patronlar arasında doğrudan ve organik bir bağ vardır.
Devlet, işçiyi koruyacak tarafsız bir mekanizma değil; patronların sınıf çıkarları doğrultusunda çalışmaktadır.
-Gerek sizin cephenizden gerek işkolunda örgütlü diğer güçler açısından bu saldırıya dair bir tutum, mücadele programı yaklaşımınız var mı? Varsa nelerdir?
Bu saldırıya karşı elbette sessiz kalmayacağız. Biz Dev Turizm-İş olarak, turizm işçilerinin haklarına, onuruna ve yaşamına yönelen bu yasayı yalnızca bir mevzuat değişikliği değil, sınıfa karşı başlatılmış yeni bir saldırı dalgası olarak değerlendiriyoruz.
Ancak altını özellikle çizmek gerekir: Bu düzenleme yalnızca turizm sektörünü ilgilendirmiyor. İlk olarak 18 Nolu eğlence ve konaklama işkolu üzerinden hayata geçirildi, evet; ama çok açık ki burada turizm bir pilot uygulama alanı olarak seçildi.
Bu tesadüf değil. Turizm işkolu, tüm işkolları içinde en örgütsüz, en güvencesiz alanlardan biri. Sendikal örgütlenme oranı oldukça düşüktür. Savunmasız ve örgütlülüğün cılız kaldığı bir alandan başlanması, bu saldırının kolay hayata geçirilmesi için yapılan bilinçli bir tercihtir.
Yani saldırının nereden başladığı ile nerelere yayılmak istendiği arasında doğrudan bir ilişki vardır. Turizmde başlatılan bu modelin başta inşaat, sağlık gibi diğer sektörlere ve ardından tüm işkollarına yayılmak istendiğini öngörüyoruz.
Bu düzenleme, tüm işkolları için emsal teşkil edecek biçimde hazırlanmış, yaygınlaştırılabilir bir model olarak kurgulanmıştır. Bu nedenle yalnızca turizm işkolundaki sendikaların değil; tüm emek örgütlerinin, konfederasyonların ve bağımsız sendikaların bu saldırıya karşı net bir tutum alması, ortak bir mücadele hattı örmesi şarttır.
Aksi halde sessizlik, bu düzenlemenin kalıcılaşmasına ve yaygınlaşmasına zemin hazırlar.
Bu kapsamda biz, bağlı bulunduğumuz konfederasyonumuz DİSK ile birlikte hem Anayasa Mahkemesi’ne başvuru süreci yürütüyoruz hem de bağlı olduğumuz uluslararası sözleşmeler ve normlar temelinde uluslararası hukuk yollarını araştırıyoruz. Sendikamızın Hukuk Komisyonu bu konuda yoğun bir çalışma içerisindedir.
Ancak şunun da farkındayız: Bu saldırı yalnızca hukukla değil, sokakta, işyerlerinde, fiili ve meşru mücadeleyle püskürtülebilir. Bu nedenle hukuki sürecin yanında güçlü ve kararlı bir eylem programı da hayata geçirme çabası içerisindeyiz. Zira bu sadece bir yasanın iptali değil, Türkiye işçi sınıfının çalışma rejimini belirleyecek bir sınavdır.
Bundan dolayı emekten yana olan tüm güçlerin; sendikaların, emek kamuoyunun ve toplumsal muhalefetin bu saldırıya karşı ortak bir tutum alması, birlikte hareket etmesi son derece önemlidir.
Kızıl Bayrak / İstanbul