Avrupa'nın “güvenlik” paradoksu:

Silahlanma yarışı ve emperyalist rekabet

Avrupa Birliği (AB) liderleri, 6 Mart’ta Brüksel'de gerçekleştirdikleri olağanüstü zirvede “kıtanın güvenliği” ve Ukrayna savaşı karşısında nasıl bir tutum sergileyeceklerini tartıştı ve silahlanmaya devasa bütçe ayırma kararı aldı.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 18 Mart 2025
  • 19:00

"Kapitalizm, tekelleşme aşamasına ulaştığında, en yüksek ve en asalak biçimi olan emperyalizme dönüşür."
Lenin

Lenin’in “Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması” adlı eserinin bugünlerde en çok satılanlar arasında yer alması tesadüf değil. Avrupa’nın emperyalist devletleri ve asalak burjuvazisi savaşa devasa bütçeler ayırmak için karar üstüne karar alıyor, “savaşa hazır olmalıyız” propagandasını günden güne yaygınlaştırıyor.

Avrupa Birliği (AB) liderleri, 6 Mart’ta Brüksel'de gerçekleştirdikleri olağanüstü zirvede “kıtanın güvenliği” ve Ukrayna savaşı karşısında nasıl bir tutum sergileyeceklerini tartıştı ve silahlanmaya devasa bütçe ayırma kararı aldı.

 ABD'nin “güvenlik şemsiyesi” altından çıkmak isteyen Avrupa, aynı zamanda ABD ile ilişkilerini koparmaktan, “köprüleri atmaktan” uzak duruyor.

Bu çelişkili yaklaşım, AB'nin “bağımsız bir askeri güç” olma hevesi ile Washington'a bağımlılık arasındaki gerilimi gün yüzüne çıkarıyor.

Zirvede sunulan "Avrupa'yı Yeniden Silahlandırmak" başlıklı plan, AB’nin savunma harcamalarını artırmayı ve 800 milyar Euro kaynak yaratmayı hedefliyor.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Fransız nükleer silahlarına dayalı bir Avrupa nükleer şemsiyesi oluşturulması çağrısında bulunurken, Almanya Şansölyesi Olaf Scholz ise NATO’nun mevcut nükleer caydırıcılık sisteminin korunmasını savundu. Almanya'nın Fransa’nın kontrol ettiği bir nükleer şemsiye altına gireceğini ya da Paris’in nükleer gücünü başka bir ülkeyle paylaşacağını düşünmek gerçekçi görünmüyor.

Bu iç çelişkiler, AB’nin askeri projelerinin Washington’un izin verdiği belirli sınırları aşmasını zorlaştırıyor. Ancak bu devasa silahlanma hamlesi, kıtada ekonomik ve sosyal dengeleri derinden sarsacak bir yük yaratıyor.

AB, kendi askeri gücünü oluşturma konusunda bir adım atsa da Ukrayna savaşında belirleyici aktör halen ABD’dir. Washington, Kiev'e sağlanan “yardımların” ana kaynağı olmaya devam ederken, Trump yönetimi AB’yi savaşın finansman yükünü üstlenmeye zorluyor. Macaristan Başbakanı Viktor Orban’ın itirazlarına rağmen, AB Ukrayna'nın "toprak bütünlüğünü" desteklemeye devam edeceğini ilan etti. Ancak bu destek, Avrupa’nın stratejik özerkliği konusunda büyük soru işaretleri de yaratıyor.

Kapitalist krizin derinleşen yansımaları

AB'nin silahlanma politikaları, yalnızca Rusya'ya karşı “savunma” stratejisi olarak değerlendirilmemeli. Kapitalist kriz dönemlerinde askeri harcamaların artırılması ve sermaye için yeni pazarların yaratılması temel stratejilerden biridir.

Lenin’in Emperyalizm adlı eserinde belirttiği gibi, kapitalist devletlerin politikası yeni hammadde kaynakları ve pazarlar uğruna savaşı kaçınılmaz kılar. Bugün de AB ve ABD, kritik madenler ve enerji kaynakları üzerinde emperyalist bir kapışmaya girişmiş durumda. Ukrayna Savaşı, Ukrayna’nın masada olmazsa savaş alanında paylaşımına dönüşmüş durumda.

ABD, yarı iletkenler, lityum, kobalt ve diğer stratejik mineraller konusunda Çin’e olan bağımlılığını azaltmaya çalışıyor.

Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi (CSIS) tarafından yayımlanan raporda, ABD'nin kritik madenlerde büyük ölçüde ithalata bağımlı olduğu ve Çin’in bu alanın en büyük üreticisi konumunda bulunduğu vurgulanıyor.

Biden yönetimi, “CHIPS Yasası” ile yerel üretimi teşvik etmeye çalışsa da ABD emperyalizmi açısından en kalıcı çözüm, küresel kaynaklara doğrudan el koymak olacak. Bu bağlamda, Ukrayna ve gelecekteki olası savaş bölgeleri, Batı kapitalizminin krizine “çözüm” üretme çabasının bir sahası olacaktır.

Brüksel’de alınan kararlar, AB'nin emperyalist hiyerarşide kendine daha büyük bir yer açma çabasını gösterse de halen Washington’ın belirlediği sınırları aşamıyor.

Avrupa burjuvazisi, ABD ile arasındaki çelişkileri yönetmeye çalışırken, esas bedeli emekçi sınıflar ödüyor. Devasa askeri harcamalar, kıtada kemer sıkma politikalarının daha da ağırlaşmasına, sosyal hakların kısıtlanmasına yol açarken, yoksulluğun kitleselleşmesine de neden oluyor.

Avrupa’nın bu silahlanma hamlesi, kıtayı bir borç krizine de sürüklüyor. Fransa, Almanya, İtalya gibi büyük ekonomiler bile bu yükü kaldırmakta zorlanırken, doğu ve güney Avrupa ülkeleri için bu durum büyük ekonomik çöküşler anlamına gelebilir. AB’nin şu ana kadar planladığı düzeyde bir askeri güce sahip olmamasının faturası en alttakilere fatura ediliyor.

Avrupa işçi-emekçilerinin ve halklarının önündeki seçenek giderek netleşiyor: Ya emperyalist savaşlara ve sermayenin çıkarları doğrultusunda silahlanmaya boyun eğecekler ya örgütlenerek emperyalist politikalara karşı ayağa kalkacaklar.  

Brüksel zirvesinde alınan kararlar, AB’nin emperyalist hiyerarşide daha büyük bir rol oynamak için attığı adımları gözler önüne seriyor. Ancak bu hamleler, kıtanın sosyal ve ekonomik yapısını derinden sarsacak. Avrupa burjuvazisi, kıtanın çalışan sınıflarına yoksulluk ve baskıdan başka bir şey sunmuyor.

Lenin’in dediği gibi, "Kapitalizm savaş demektir." Kapitalizm, sadece dış politikada değil, iç politikada da bir savaş düzenidir; işçi sınıfına ve halk kitlelerine yönelik saldırının en vahşi biçimidir.

Tek gerçek çözüm, sömürü ve emperyalist savaşlara karşı bağımsız ve sınıf temelli örgütlenme yaratmaktır. Doğanın korunması, kazanılmış sosyal hakların muhafaza edilmesi, barışın ve sosyal adaletin sağlanması için bile, bu sistemin aşılması gerekiyor.