Sekiz saatlik iş gününe yeni saldırı

​​​​​​​Avrupa’nın Gündemi’nde bu hafta Almanya’da iş saatlerini uzatma planı, Fransa’da aşırı sağ terörü ve İngiltere’de İşçi Partisinin İsrail’e verdiği desteğe yönelik tartışmalar var.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 08 Haziran 2025
  • 09:30

Almanya’da yeni hükümet, işçilerin uzun süreli mücadeleyle elde ettiği 8 saatlik iş gününü artırmak istiyor. Bunu yapabilmek için halkı yanına alması gerektiği bilinciyle “asalak mülteciler”, “bedavacı işsizler” ve “tembel işçiler” konusunda yetişkinlere masallar yayımlanmaya başladı bile... Şimdi de hiç yapılmayan bir araştırmanın sonuçlarıyla Alman işçilerinin tembel olduğu iddia ediliyor. 

Fransa’da aşırı sağ kaynaklı ırkçı saldırılar ve terör eylemleri endişe verici biçimde artıyor. İçişleri Bakanlığı verilerine göre, sadece bu yıl 79 İslam karşıtı saldırı kayda geçti. Mediapart’tan seçtiğimiz makaleye konu olan  Hichem Miraoui cinayeti, aşırı sağ terörün nasıl bir tehdide dönüştüğüne işaret ediyor. Bu tablo, ırkçı Ulusal Birlik (RN) Partisinin bu şiddet ortamındaki sorumluluğunu da görünür kılıyor.

İngiltere’de ise Jeremy Corbyn, İşçi Partisi hükümetinin Gazze ablukasındaki sorumluluğunu tartışan bir makale yayınladı: “İşçi Partisi lideri olduğum dönemde, Chilcot raporu partiyi Irak’taki felaketle sonuçlanan savaşı nedeniyle kınadı. Şimdi de benzer bir soruşturma yapmamız gerekiyor.”

Merz temizliğe başladı

Ralf Wurzbacher
Junge Welt

Almanya’daki işçiler tembel mi? Hayır! Alman gazeteciler işlerini iyi yapmıyor. 18 Mayıs’ta medya ortamında bir rapor dolaştı. Buna göre, Alman işçiler çalışma saatleri bakımından sanayileşmiş ülkeler arasında sondan üçüncü sırada yer alıyordu. Sıcaktan bunalan Yunanlılar bile yılda 135 saat daha fazla çalışıyordu. “İşçi Adaletsizliğine Karşı Eylem” hemen şu açıklamayı yaptı: “Sahte haber, Alman Ekonomik Enstitüsü IW’nin çalışma süresi araştırması diye bir şey yok.” Alman Ekonomi Enstitüsü bunu takip etti ve şunları bildirdi: “Pazar günü sadece bir basın bülteni yayımladık. Medya haberlerinde bir araştırmaya dönüştü. Neyse.”

Neyse. Bir “basın bülteni” bile yoktu aslında, sadece bir “IW haberi” vardı. Ancak AFP haber ajansı bunu mutlak gerçek olarak bildirdi ve burjuvazinin sesi Bild gazetesi hemen şu başlığı attı: “Özel. Uluslararası Tembellik Tablosu.” Böylece bir gazete aldatmacası, etkisi bugün hâlâ yankılanan ve asılsız bir tartışmayı sıcak hava ile körükleyen bir haber bombası haline geldi. Kampanyalar böyle işler. Şansölye, 13 Mayıs’ta CDU Ekonomik Forumu’nda temayı belirledi: “Bu ülkede daha fazla ve her şeyden önce daha verimli çalışmamız gerekiyor” diye ilan etti Friedrich Merz (Hristiyan Demokrat Birlik-CDU). Sözde IW analizi, hiçbir şeyi kanıtlamasa da tam zamanında gelmişti. Kişi başına düşen iş yükünü türetmek için tam zamanlı ve yarı zamanlı çalışma, fazla mesai ve beyan edilmemiş çalışma verilerini karıştıran Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nden (OECD) alınan bir dizi rakama dayanıyor.

OECD’nin kendisi materyalin sınırlamalarına işaret ediyor. Özellikle Almanya örneğinde, büyük bir dengesizlik var. Yüksek yarı zamanlı çalışma oranı –İstihdam Araştırmaları Enstitüsü (IAB) tarafından ilk çeyrek için neredeyse yüzde 40 olarak tahmin edildi– ortalamayı aşağı çekiyor. Siegen Üniversitesi’nde çoğulcu ekonomi alanında yardımcı doçent olan Svenja Flechtner, aldatmacadan şüpheleniyor. Verdiği bir demeçte, azalan ortalama saat sayısına odaklanmanın “yanıltıcı olduğunu, çünkü Almanların daha tembel hale geldiğini ve daha çok çalışmaları gerektiğini iddia edenlerin yararına kullanıldığını” söyledi. “Genel olarak, Almanlar iki yıl önce her zamankinden daha fazla, 55 milyar saat çalıştı” diye ekledi.

Bununla birlikte, on gün önce, CDU Genel Sekreteri Carsten Linnemann bir kez daha tonunu sertleştirdi: Gençler artık iş-yaşam dengesiyle bile ilgilenmiyor, “daha çok yaşam-yaşam dengesiyle ilgileniyor.” Korkutmacaya sistematik bir yaklaşım var ve hükümetin bir planı var. Koalisyon sekiz saatlik işgününü ortadan kaldırmak ve bunun yerine “haftalık maksimum çalışma süresi” koymak istiyor - görünüşte “aile ve iş arasındaki dengeyi iyileştirmek” için bunu yapacak. Aslında, girişimin amacı çalışanları daha da ulaşılabilir kılmak ve ücretleri baskılamak. Yine de bu konuda tüm engeller zaten açık. İstihdam Araştırmaları Enstitüsü-IAB, 2023’te yaklaşık 1.3 milyar fazla mesai saati saydı ve bunların yarısından fazlası, 775 milyonu ödenmemişti.

“Çalışmaktan çekinen” Almanlar mı? Açık propaganda! Ekonomik aritmetik, uzun çalışma saatlerinin sağlıklı bir ekonominin ölçüsü olmadığını, aksine düşük üretkenliğin ve verimsizliğin ölçüsü olduğunu öğretir. Çok sayıda çalışma, azalan çalışma saatleri ile daha yüksek üretkenlik arasında nedensel bir ilişki olduğunu ve etkilenenler için daha fazla refah ve daha iyi sağlık olduğunu göstermektedir. Çalışma sosyolojisine göre, insanlar genellikle sekiz saatlik bir günde sadece 3,5 ila 4 saat işlerine odaklanmaktadır. “Emek Adaletsizliğine Karşı Eylem”, sözde “anlamsız ve tamamen verimsiz çalışma günleri” olan saçma işlerin ücretli istihdamın %40’ını oluşturduğu finansal piyasa odaklı İngiliz ekonomisine işaret ediyor.

Emek örgütleri sözcüleri “Özellikle bakım ve hemşirelik sorumlulukları olan kişiler arasında zaten yüksek olan iş yükü göz önüne alındığında, fazla mesai yalnızca sağlık, çocuklar ve aileler, iş birliğinin sağlanması ve sosyal taahhüt pahasına yapılabilir, sade bu alanda değil her alanda,” diye belirttiler.

Çeviren: Semra Çelik

İngiltere, İsrail’in Gazze’ye yönelik askeri saldırısını tam olarak nasıl destekledi?

Jeremy Corbyn
İşçi Partisi Eski Başkanı

13 yaşındaki Hussam ve 14 yaşındaki Muhammad, havadan atılan misket bombalarıyla öldürüldü. Bu bombalar ABD tarafından üretilmiş ve İngiliz hükümetinin desteklediği bir askeri harekat sırasında atılmıştı. Hussam ve Muhammad Bağdat’ta doğmuş ve 2003 yılında ölmüştü. İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne göre, “Küçük bombalar bacaklarını kopardı ve sonunda onları öldürdü”. Onlar Irak savaşında öldürülen yaklaşık 200 bin sivilden ikisiydi.

Bu çatışmadan sonraki yıllarda hükümet, İngiliz yetkililerin politika yapımına ilişkin bir soruşturma başlatılmasına yönelik çeşitli girişimlere direnmeye çalıştı. Ancak kaçınılmaz olanı engelleyemedi ve 2016 yılında Chilcot soruşturmasının raporu yayınlandı. Rapor yayınlandığında İşçi Partisi’nin lideriydim ve rapor, İngiliz hükümetinde ciddi eksiklikler olduğunu ortaya koydu. O gün parlamentoda Chilcot soruşturmasına yanıt verdikten sonra, yolun karşısındaki Church House’a gittim. Orada savaş gazileri, Iraklılar ve hayatlarını kaybeden İngiliz askerlerin ailelerini davet etmiştik. Partim adına Irak’a savaş açma konusundaki felaket kararından dolayı özür diledim. Bugün tarih tekerrür ediyor ve İşçi Partisi hükümeti başka bir ciddi hata yapıyor.

20 ay süren İsrail bombardımanının ardından Gazze’de ölenlerin sayısı 54 bini aştı. Hayatta kalanlar, yaralılar ve yakınlarını kaybedenler ise gelecek nesiller boyunca ömür boyu sürecek yaralarla yaşayacaklar.

İsrail tek başına hareket etmiyor. Dünyanın dört bir yanındaki hükümetlerin askeri, ekonomik ve siyasi desteğine güveniyor. İngiltere’de 7 Ekim 2023’ten bu yana hükümet değişmiş olabilir, ancak bir şey değişmedi: İsrail’e silah tedarikinin devam etmesi. Geçen yıl, sadece ekim ve aralık ayları arasında, İşçi Partisi, Muhafazakar Partinin 2020 ile 2023 yılları arasında onayladığından daha fazla silah ihracat lisansı onayladı. Bu, hükümetin eylül 2024’te kısmi askıya alma kararını açıklamasına rağmen gerçekleşti.

Birçoğumuz, F-35 jet avcı uçağı programına bileşen tedarikinin devam etmesinden duyduğumuz tiksintiyi dile getirmeye devam ediyoruz. Hükümetin, kısmi askıya alma kararında “istisna” yaptığını açıkça itiraf etmesine hâlâ şaşırıyorum. Bu, soykırımı önleme konusundaki yasal yükümlülüklerine bir istisna mıdır? Şüphesiz bir şey var: Bu hükümet, lideri uluslararası ceza mahkemesi tarafından insanlığa karşı işlediği iddia edilen suçlardan aranan bir ülkeye silah tedarikine hâlâ izin veriyor.

Ayrıca, Kıbrıs’taki İngiliz askeri üslerinin İsrail’e silah transferi ve askeri istihbarat temini konusundaki rolüne ilişkin gerçeği defalarca sorduk. Keir Starmer, Aralık 2024’te buradaki üssü ziyaret ettiğinde, askerlere “Bütün dünya size güveniyor, ülkedeki herkes size güveniyor” dediği görüntüler kaydedildi. Şöyle devam etti: “Burada olanların çoğu her zaman konuşulamaz... Burada yaptıklarınızı dünyaya anlatamayız.” Hükümetin saklayacak neyi var?

Sorularımız kaçamak cevaplar, engellemeler ve sessizlikle karşılandı, bu da halkı hükümetin sorumluluklarını nasıl yerine getirdiğine dair karanlıkta bıraktı. Şeffaflık ve hesap verebilirlik demokrasinin temel taşlarıdır. İngiliz halkı, Birleşik Krallık’ın insanlığa karşı işlenen suçlardaki suç ortaklığının tam boyutunu bilmeye hak sahiptir.

Bu nedenle, Birleşik Krallık’ın İsrail’in Gazze’ye yönelik askeri saldırısındaki rolünün tam, kamuya açık ve bağımsız bir şekilde soruşturulmasını talep eden bir özel üye tasarısı sunacağım. Bu soruşturma, Ekim 2023’ten bu yana İngiltere’nin İsrail ile askeri, ekonomik veya siyasi iş birliği hakkındaki gerçeği ortaya çıkarmayı amaçlayacak. Anlamlı bir soruşturma, karar alma süreçlerine dahil olan hükümet bakanlarının – Muhafazakar ve İşçi Partisi – tam iş birliğini gerektirecek.

Bu soruşturma şunları ortaya çıkarmalıdır: İsrail’e hangi silahlar tedarik edildi? Bu silahların hangileri Filistinlileri öldürmek için kullanıldı? Hükümet hangi hukuki tavsiyeleri aldı? RAF Akrotiri (ingiltere’nin Kıbrıs’taki üssü), Gazze’ye silah sevk etmek için bir rota olarak kullanılıyor mu? Hükümetin savaş bölgesine ait hangi video görüntüleri var? İsrail’e hangi istihbaratlar aktarıldı?

Son 20 ayda, insanlar sonsuza kadar aklımızdan çıkmayacak kadar korkunç ve insanlık dışı olaylara maruz kaldılar. Bütün aileler yok edildi. Sokaklara uzuvlar saçıldı. Anneler parçalanmış çocukları için çığlık attılar. Doktorlar anestezi olmadan ampütasyonlar yaptılar. Ev ev, hastane hastane, nesil nesil. Biz bir savaşa tanık olmadık. Bütün dünyanın gözü önünde canlı yayınlanan bir soykırıma tanık olduk.

Kimse olan biteni bilmediğini iddia edemez. Ekim 2023’te, Gazze ve halkının tamamen yok edilmesinin başlangıcına tanık olduğumuzu uyardık. Filistinlilerin işlemedikleri korkunç bir suçtan dolayı toplu olarak cezalandırıldıklarını söyledik. Siyasi liderlere barış çağrısı yapmaları için yalvardık.

Görmezden gelindik. Bugün, bazı politikacılar nihayet geri adım atmaya başladı, belki de insanlık dışı davranışlarının sonuçlarından korktular. Eğer biraz dürüstlükleri olsaydı, ahlaki ve siyasi korkaklıkları yüzünden enkaz altında gömülen 54 bin Filistinli için ağlarlardı. Bugün, okul çocuklarına tarihin en kötü insanlık suçları öğretiliyor. Gelecekte, tarih kitaplarımız bu katliamı durdurma fırsatı varken, bunun yerine zamanımızın en büyük suçlarından birine izin vermeyi seçenleri utandıracak.

Bu sorun ortadan kalkmayacak ve biz de hiçbir yere gitmiyoruz. Hükümet karar vermelidir: Bu soruşturmayı destekleyecek mi, yoksa gerçeği ortaya çıkarma çabalarımızı engelleyecek mi?

Çeviren: Sarya Tunç

Var’daki ırkçı saldırı: RN, neden olduğu sonuçlardan şikayet ediyor

Ellen Salvi
Mediapart

Hichem Miraoui’yi öldüren kişinin ideolojik yakınlığı karşısında köşeye sıkışan aşırı sağcı Ulusal Birlik (RN) Partisi, mesafe almaya çalışıyor. Ancak inkârlarına rağmen yabancı düşmanı siyasetleri nefretin körüklenmeye devam etmesine neden oluyor. Üstelik bir RN sempatizanının bu tür bir saldırıya karıştığı ilk olay da değil.

İki gün boyunca tek kelime edilmedi. Hiçbir yorum, hiçbir tepki gelmedi. 31 Mayıs Cumartesi günü Var kentinin Puget-sur-Argens kasabasında Hichem Miraoui’nin öldürülmesinin ardından açılan soruşturmayı Ulusal Terörle Mücadele Savcılığı’nın (PNAT) devralmasını beklemek gerekti. Ancak bundan sonra, sosyal medyada her fırsatta konuşmayı alışkanlık haline getiren Ulusal Birlik’in (RN) milletvekilleri sessizliğini bozdu.

2 Haziran Pazartesi günü akşam saatlerinde önce (RN liderleri) Marine Le Pen, ardından Jordan Bardella birer mesaj paylaştı. Bu mesajlar kısa sürede birkaç RN üyesi tarafından da paylaşıldı. Cumhurbaşkanlığına üç kez aday olan Le Pen, “Savcılığın soruşturmayı devralması, Puget-sur-Argens’de iğrenç bir cinayete kurban giden erkekle ilgili gerçeğin tüm yönleriyle ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Soruşturmanın ilk bulguları olayın ırkçı bir yönü olduğunu doğrular nitelikte” dedi. Ancak deliller ortadayken bile temkinli konuşmayı tercih etti.

Zira katilin yıllardır Facebook üzerinden yaydığı nefret mesajları niyetleri konusunda hiçbir şüphe bırakmıyor. Birçok videoda “Arapları öldürmek gerekir” dediği duyulurken, RN’li Fréjus Belediye Başkanı David Rachline, eski Avrupa Parlamentosu üyesi Gilbert Collard, Kimlikçi Blok’un kurucularından Philippe Vardon ve elbette Marine Le Pen gibi isimlere olan ideolojik yakınlığını da açıkça ifade ediyor.

RN Meclis Grubu Başkanı Marine Le Pen, Hichem Miraoui’yi öldüren Christophe Belgembe’nin profiline dair çıkan bilgilere herhangi bir tepki vermedi. Parti Lideri Jordan Bardella ise bu “tarifsiz eylemi” gerçekleştiren kişiyi “suçlu ve muhtemel bir terörist” olarak tanımladı ama failin partiye olan sempatisi ya da taşıdığı fikirlerle ilgili tek bir söz etmedi. Mediapart’ın ulaştığı Le Pen ve Bardella, hiçbir soruyu da yanıtlamadı.

4 Haziran Çarşamba günü BFMTV’de konuşan RN Meclis Grup Başkan Yardımcısı Jean-Philippe Tanguy, bu “iğrenç suçu” işleyen kişiyle aralarına mesafe koymaya çalıştı. “Bu şahsın bizim ulusal değerlerimizi ve savunduğumuz ilkeleri istismar ettiğini düşünüyorum” diyen Tanguy, rahatsızlığını “Partimizin imajının bu şekilde çarpıtılması... Bu korkunç suçla dolaylı olarak ilişkilendirilmek elbette beni derinden sarsıyor” sözleriyle dile getirdi.

İkiyüzlülük ve rahatsızlık

Bu olay RN açısından sıra dışı bir durum oluşturuyor; çünkü Fransa’da ilk kez aşırı sağcı görüşlere sahip bir failin gerçekleştirdiği cinayet Ulusal Terörle Mücadele Savcılığı tarafından ele alınıyor. Ancak RN sorumluluğu kabul etmeye niyetli değil. Jean-Philippe Tanguy şunları söylüyor: “Christophe Belgembe’nin söylediklerinden kendimizi sorumlu hissetmiyoruz çünkü Jordan Bardella ve Marine Le Pen ile birlikte verdiğimiz mesajlar bunun tamamen tersine değerleri savunuyor [...] ve ırkçılıkla mücadele ediyor.”

(...) Her seçim döneminde, adaylarının geçmişte yaptığı ırkçı ya da antisemitik açıklamalar gün yüzüne çıktığında olduğu gibi RN bu kez de “bizimle ilgisi yok” demeye devam ediyor. Oysa Sosyolog Nonna Mayer’in araştırmalarından Fransa İnsan Hakları Ulusal Danışma Komisyonu (CNCDH) raporlarına kadar tüm bilimsel veriler, partinin toplumsal tabanının yapısal olarak ırkçı olduğunu ortaya koyuyor.

Daha önceki saldırılar

RN’ye yakın kişilerin karıştığı saldırıların sayısı az değil. 2022’de Nice’te bir papaza saldıran Kevin Ravenna, 2019’da Bayonne’daki camiyi hedef alan Claude Sinké gibi isimlerin RN’ye olan yakınlıkları medyada tartışma konusu olmuştu. Her iki vakada da terör suçu tanımlaması yapılmadı. Daha yakın bir tarihte ise Paris’te bazı eski RN üyeleri bir mason locasına yönelik saldırı planı nedeniyle yargılandı.

2023’te İç Güvenlik Genel Müdürlüğü (DGSI) başkanlığından ayrılırken Nicolas Lerner, “Birçok Batı demokrasisi için aşırı sağ, beyaz üstünlükçü ve hızlandırmacı tehdit bugün en büyük tehdit olarak değerlendiriliyor. Fransa da diğer tüm demokrasiler gibi bu tehditle karşı karşıyadır” uyarısında bulundu.

Bu tehdidin daha da büyümesinin nedeni, ırkçı söylemlerin yalnızca aşırı sağ çevrelerle sınırlı kalmaması; medya ve hükümet çevrelerine kadar yayılmış olmasıdır. Hichem Miraoui’nin ailesinin avukatı Mourad Battikh’in France Info’daki değerlendirmesi durumu özetliyor: “Bugün Fransa’da hâkim olan siyasi ve toplumsal iklimi herkes biliyor. Silaha sarılan bu şahıs, bu ülkedeki mevcut atmosferin bir ürünüdür.”

Çeviren: Ali Rıza Yıldırım

(Dış Haberler)

Evrensel / 08.06.25