Kuzey Avrupa’da güç mücadeleleri ve emperyalist saldırganlık

Kuzey Avrupa, geçmişte olduğu gibi bugün de emperyalist güçler arasındaki gerilim ve çatışmaların merkezlerinden biri olmayı sürdürüyor. Emperyalist devletler, bizleri savaştan başka bir seçeneğin olmadığına inandırmaya; savaş ve yayılmacı politikalara halk desteği yaratmaya; bu yolla kendi saldırganlıklarına meşruiyet kazandırmaya çalışıyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 12 Mayıs 2025
  • 21:30

Günümüzde Ukrayna üzerinden sürdürülen emperyalist hegemonya mücadelesi, Kuzey Avrupa'yı dünya halkları için bir felaket merkezine dönüştürmektedir.

Bölgede hegemonya savaşları yeni değil elbet. 18. yüzyılın başlarında Rus Çarı I. Petro, dönemin en güçlü krallıklarından biri olan İsveç İmparatorluğu'na karşı 20 yılı aşan bir savaş başlattı. Bugünün İsveç, Finlandiya, Estonya, Letonya'nın kuzeyi ve Kuzey Almanya'nın bazı bölgelerini kapsayan geniş topraklara hükmeden İsveç İmparatorluğu, o dönemde Kuzey Avrupa'nın mutlak hâkimiydi. I. Petro'nun zaferiyle birlikte Rusya, Kuzey Avrupa'nın kapılarını araladı ve bu bölge, Rusya ile Batı arasındaki uzun süreli rekabetin yeni sahnesi haline geldi.

20. yüzyıla gelindiğinde benzer dinamikler, I. Dünya Savaşı'nda yeniden su yüzüne çıktı. Kuzey Avrupa çevresindeki stratejik dengeler, emperyalist rekabetin sıcak bir çatışmaya dönüşmesinde belirleyici rol oynadı. Ancak 1917’de zafere ulaşan Büyük Sosyalist Ekim Devrimi, bu çatışma zincirine köklü bir müdahalede bulundu. Ulusal soruna getirilen devrimci çözüm ve Sovyetler Birliği’nin varlığı, kapitalist dünya tarafından doğrudan bir tehdit ve meydan okuma olarak algılandı. Emperyalist sistemin merkezinde büyük bir sarsıntı yaratan bu yeni güç, kısa sürede dünya siyasetinde belirleyici bir aktör haline geldi.

II. Dünya Savaşı, bu güç dengesini bozmaya yönelikti. Savaş, Kuzey Avrupa’dan başlayarak yayıldı. Nazi Almanya’sı, Sovyetler Birliği’ni tarihten silmek amacıyla namlularını Moskova’ya çevirdi. Ancak Sovyetler Birliği, gösterdiği muazzam direnişle faşizme karşı zafer kazanmakla kalmadı, ezilen halklara ve dünyanın emekçi sınıflarına da umut oldu.

Savaş sonrası süreçte Ulusal Kurtuluş Mücadeleleri dalgası yükseldi. Birçok ülke Sovyetler Birliği'nin öncülüğünde şekillenen Doğu Bloku’na katıldı. Varşova Paktı’nın kurulmasıyla birlikte dünya adeta ikiye bölündü ve “buzul” gibi bir soğuk savaş dönemi ABD’nin başını çektiği emperyalist güçler tarafından başlatıldı. Kapitalist devletler Sovyetleri nefessiz bırakıp boğmak için her türlü yolu denedi. Soğuk Savaş boyunca Kuzey Avrupa, iki blok arasındaki gerilimin stratejik sınır bölgesi olduğu gibi, Sovyetleri kıskaca almanın da etkili bir merkezi olarak kullanıldı.

Finlandiya “tarafsızlık” politikasıyla iki dünya arasında hassas bir denge tutturmaya çalıştı. İsveç ise resmi olarak NATO üyesi olmadan, Batı bloğuna fiili destek sunarak adeta onun ileri karakolu oldu. Norveç gibi ülkeler ise NATO’ya doğrudan katılarak kuzeydeki “savunma hattının” bir parçası oldular. Tarihsel süreçte şekillenen bu güç mücadelesi, bugün de farklı biçimlerde devam etmekte, bölgeyi ve tüm dünyayı yeni krizlerin eşiğine sürüklemektedir. ABD-NATO müdahalesi ile Kuzey Avrupa hem doğrudan bir çatışma sahası hem ideolojik ve askeri rekabetin en kırılgan bölgelerinden biri haline getirildi.

***

Sovyetler Birliği'nin 1991'de çözülmesiyle Soğuk Savaş “sona erdiğinde”, Batı dünyası ve NATO bu bölgeyi kontrol altına alma hamlelerini hızlandırdı. Avrupa Birliği'nin doğuya doğru genişlemesi ve NATO'nun eski Sovyet etki alanına doğru ilerlemesi, Rusya tarafından “ulusal güvenliğe” yönelik bir tehdit olarak algılandı. Özellikle Ukrayna'nın NATO'ya üyelik süreci, Rusya için kabul edilemez bir provokasyondu. Nitekim bu “kuşatma/sıkıştırma” stratejisi Rusya'yı Ukrayna'ya askeri müdahaleye zorladı.

Şubat 2022'de başlayan Ukrayna savaşı, yalnızca iki ülke arasında değil, doğrudan Rusya ile NATO arasında bir mücadeleye dönüştü. ABD-NATO ekseni, Ukrayna üzerinden Rusya'yı çevreleme ve zayıflatma stratejisini ileri bir noktaya taşıdı. Bu savaş doğası gereği sadece Ukrayna ve Rusya’da değil, tüm dünyada büyük insani ve ekonomik yıkımlara yol açtı. Enerji krizleri, gıda fiyatlarında dramatik artış ve silahlanma yarışının yeniden hız kazanması, dünya halklarına ağır bedeller ödetmeye devam ediyor.

Batı’nın Ukrayna üzerinden “Rusya'yı çökertme” stratejisi, Moskova'yı güvenlik politikalarında daha agresif adımlar atmaya itti. Kuzey Avrupa bu anlamda yeniden kritik bir bölge haline geldi. Ukrayna savaşının akabinde Finlandiya ve İsveç hızla NATO'ya alındı. Böylece kuzey Avrupa, Soğuk Savaş boyunca Sovyetlere karşı olduğu gibi bugün de Rusya’ya karşı NATO şemsiyesi altında bir “şer merkezi” olarak yapılandırıldı.  Finlandiya ve İsveç’in NATO'ya katılımı, emperyalist savaş aygıtının coğrafi erişimini genişletti. Arktik, Kuzey Atlantik ve Baltık bölgelerinde doğrudan bir Batı “üstünlüğü” yarattı.

***

Batı için olduğu kadar Rusya için de Kuzey Denizi geçiş güzergâhı hem jeo-ekonomik hem de jeo-stratejik açıdan kritik önemde. Avrupa'da Rus doğalgazının yerini ABD ve başka ülkelerden temin edilen enerji kaynakları alınca, Moskova Arktik ticaret yollarını canlandırmaya çalıştı. Barents Denizi ve Norveç Denizi'ndeki ticaret rotaları, olası bir NATO-Rusya çatışmasında Moskova'nın elinde tutmak istediği hayati alanlar olarak öne çıkıyor. Bu nedenle Rusya, Arktik bölgesindeki askeri varlığını ve nükleer caydırıcılık kapasitesini artırmaya başladı.

NATO cephesi ise, özellikle Norveç gibi ülkeler üzerinden kuzeydeki askeri aktivitelerini güncelliyor. Norveç, kıyı şeridini ve Kuzey Denizi rotalarını “korumak için” ciddi yatırımlara girişti. Bugün geldiğimiz noktada Kuzey Avrupa, doğrudan sıcak çatışmaların yaşandığı bir alan olmasa da büyük güçler arasında tırmanan jeo-politik, jeo-ekonomik rekabetin en kırılgan cephelerinden biri haline geldi. Hem Arktik bölgesinde kaynaklara ve ticaret yollarına erişim savaşı, hem Baltık Denizi’nde askeri gerilimler, bölgenin gelecekteki “istikrarını” ciddi biçimde tehdit ediyor.

***

Trump’ın “bu savaşı bitireceğim” yönündeki söylemlerine rağmen, ne Rusya'nın Ukrayna'dan geri adım atma niyeti var, ne de Batı emperyalizmi Kuzey Avrupa üzerindeki hesaplarından vazgeçmiş durumda.

Kuzey Avrupa, geçmişte olduğu gibi bugün de emperyalist güçler arasındaki gerilim ve çatışmaların merkezlerinden biri olmayı sürdürüyor. Emperyalist devletler, bizleri savaştan başka bir seçeneğin olmadığına inandırmaya; savaş ve yayılmacı politikalara halk desteği yaratmaya; bu yolla kendi saldırganlıklarına meşruiyet kazandırmaya çalışıyor. Tarık Ali’nin de dediği gibi, “Bugün dünya halklarına dayatılan seçenekler sahte: Gerçek özgürlük, bu sahte seçeneklerin ötesinde kurulacaktır.”

Asıl düşman, içimizde. Bu sahte seçenekler ve üretilen gerekçeler, kapitalist sistemin krizlerini aşmak için kullanılan araçlardır. Emperyalist arası mücadelelerin yol açacağı olası bir dünya savaşını durdurmak ise, ancak halkların kendi ülkesindeki “iç düşmana” yani iktidarlarının saldırganlık politikalarına karşı direnmesiyle mümkündür.