Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Almanya Şansölyesi Friedrich Merz’in öncülüğünde Avrupa sermayesinin başını çektiği yeni bir saldırı daha gündemde: Çok uluslu şirketlerin insan haklarını ve çevreyi gözetme zorunluluğunu getiren Avrupa uyum yükümlülüğü direktifinin (CS3D) askıya alınması ya da tamamen rafa kaldırılması planlanıyor.
Almanya’da bu hafta kamuoyuna sunulan ‘temel haklar raporu’nda polisin sınırsız yetkisi, sıkı gözetim, kişisel bilgilerin devletin elinde her kullanıma açık şekilde toplanması, daha acımasız baskı ve gösteri hakkının önemli ölçüde kısıtlanmasına dikkat çekilerek temel haklardan mahrum bırakmanın yaygınlaştığı belirtildi.
Birleşik Krallık’ta İşçi Partisinin seçimi kazanmasından bu yana aşırı sağcıların oy oranlarında ve ırkçı hareketlerdeki yükseliş, hükümetin söylemlerini de etkiliyor. Hükümet bir yandan aşırı sağ oyları kapmak için ‘Artık yabancılar ülkesi haline geldik bunu durdurmaya yönelik adımlar atacağız’ gibi ırkçı söylemlerini arttırırken diğer yandan işçi ve emekçilerin haklarına da göz dikmiş durumda. Ülkenin en büyük sendikalarından biri olan Unite’in Başkanı Sharon Graham, The Guardian için yazdı: “Bakanlar milyarderleri şımartırken düşük ücretli çöp işçilerini hedef alıyor.”
İnsan hakları ve çevre sorumluklarına yönelik uyarı yükümlülüğü
Vadim Kamenka
Humanite
Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Almanya Başbakanı Merz ve Avrupa, çok uluslu şirketlerin doğayı kirletmesine izin vermek istiyor.
Patronlarla, büyük şirketlerle ve liberal siyasetçilerle koordineli bir saldırı başlatan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Avrupa Parlamentosunun çokuluslu şirketlerin çevresel ve insan hakları sorumluluklarını düzenleyen “uyarı yükümlülüğü” (CS3D)* direktifinin askıya alınmasını talep etti. Almanya Başbakanı Friedrich Merz de aynı çizgide ilerliyor ve bu tutum Avrupa Komisyonu tarafından da destekleniyor. Avrupa’daki sendikalar ve sivil toplum örgütleri, bu tavrın insan haklarına ve çevreye karşı açık bir saygısızlık olduğunu vurguluyor.
Çok uluslu şirketler için fazla kural, fazla hak, fazla sorumluluk... Fransa Cumhurbaşkanı bunu artık açıkça dile getiriyor. 13 Mayıs’ta televizyonda yaptığı konuşmada Fransa’nın karşı karşıya olduğu zorluklara değinen Macron, ardından Avrupa Birliği’nin “uyarı yükümlülüğü” (CS3D) adı verilen direktifine savaş açtı. Bu direktif, şirketlerin tedarik zincirindeki her adımda insan haklarına ve çevreye saygılı davranmasını zorunlu kılıyor.
Macron, “Choose France (Fransa’yı seç)” zirvesinde yaptığı konuşmada, Almanya Şansölyesi Merz ve diğer bazı liderlerle “Sadeleştirme konusunda çok daha hızlı ilerlemekte tamamen hemfikir olduklarını” belirtti ve şunları ekledi: “CS3D ve bazı diğer düzenlemeler yalnızca bir yıl ertelenmemeli, tamamen rafa kaldırılmalı.”
Birkaç gün önce benzer sözler Almanya Başbakanı Friedrich Merz’den de geldi. Bürokrasiyle mücadele adına 16 Mayıs Cuma günü yaptığı açıklamada, CS3D için “Bazı düzenlemeler azaltılmalı” dedi ve “Sonuçta çözüm, bu düzenlemenin tamamen kaldırılmasıdır” ifadelerini kullandı.
*CD3D : Avrupa Birliği tarafından hazırlanan ve çok uluslu şirketlere insan hakları ile çevreye saygı konusunda bağlayıcı sorumluluklar getirmeyi amaçlayan bir düzenleme. Çocuk işçiliği, zorla çalıştırma gibi insan hakları ihlallerini önlemesini, çevreye verilen zararları engellemesini zorunlu kılıyor.
Çeviren: Ali Rıza Yıldırım
Temel haklardan mahrum bırakma yaygınlaştı
Niki Uhlmann
Junge Welt
Daha kapsamlı gözetim, daha acımasız baskı ve kısıtlanmış özgürlükler: Almanya 2025 temel haklar raporu sunuldu.
Çarşamba günü sunulan 2025 temel haklar raporunda şaşırtıcı olmayan bir bulgu: “Sivil özgürlüklerin kullanımı, benzeri görülmemiş bir yoğunlukta agresif bir şekilde engelleniyor veya yasaklanıyor.” Düzenlenen basın toplantısında, daha önce kazanılan ve kaybedilen hakların belgelendiği belirtildi. Bu arada ilerleme, “giderek daha nadir” hale geliyor ve aksilikler “giderek daha sık” oluyor, yani “karanlık bir tablo.”
Göçmenlerin haklarıyla ilgili durum özellikle vahim. Mültecileri caydırmak için 2024’te nakit para yerine ödeme kartları tanıtıldı. Yerinden edilmiş kişilerin “Sosyopolitik tacizle caydırılmak istendiği” ve “İlgili finansal akışlara dair güvenilir bir kanıt olmadığı” yönündeki akademik itirazlar göz ardı edildi. “Elektronik baskı”, nihayetinde entegrasyonu ve katılımı daha da zorlaştırdı. Böylece eşit muamele ilkesi ihlal edildi. Geçtiğimiz ekim ayında uygulanan “Sığınma prosedürü tartışması sırasında sosyal yardımların tamamen iptali”, insan onurunu daha da zedeleyiciydi. Ayrıca, yeni sınır rejimi temel sığınma hakkını zedeliyor, Anayasa’nın 1, 3 ve 16. maddeleri ırkçı izolasyon adına ihlal ediliyor.
Özgürlüklerin kısıtlandığı yerlerde, yasakları uygulamak ve direnişi bastırmak için baskıcı otoritelere ihtiyaç duyuluyor. Rapor, tam da kanunun uygulanması gereken yerlerde temel hakların ihlal edildiğine dair örnekler sunuyor. Örneğin, “gizli gözetim ve elde edilen verilerin depolanması”nın “Bilgisel öz belirleme” hakkını ihlal ettiğine dikkat çekiliyor. Polis yasalarındaki birçok değişiklik bu nedenle anayasa mahkemeleri tarafından iptal edildi, 2024’te de dahil. Ancak, yasa koyucular her zaman bu yasal sınırlara uymuyor. Sonuç olarak, anayasanın 2. maddesinin ihlallerini zımnen kabul ediyorlar.
Bu duygu, geçen yıl 38 kurbanla her zamankinden daha fazla can alan devletin cellatı polis teşkilatına da ilham veriyor gibi görünüyor. “Genel yaklaşım, cezai soruşturmaları durdurmak” diye analiz ediliyor. Bu, medyada ve mahkemede “geniş kabul” gören ancak nihayetinde aşırı polis şiddetinin “kaçınılmaz” olduğu mesajını veren “polisin meşru müdafaa anlatısı” tarafından düzenli olarak haklı çıkarılıyor.
Devlet, protestoların ilk etapta engellenmesini tercih ederdi. Bu nedenle ifade ve toplanma özgürlüğü giderek kısıtlanıyor. Rapor bireysel göstericilerin suç işleyebileceği bahanesiyle 2024’te çok sayıda toplantının yasaklandığını veya yasa dışı olarak dağıtıldığını açıklıyor. Bu argüman özellikle Filistin’le dayanışma içinde yapılan protestolara karşı kullanılıyor. İsrail’le ilgili devlet aklı prensibi “Anayasaya yerleştirilmese de bir süper anayasa olma tehlikesi taşıyan, kendi kendini sürdüren bir ilkeye dönüştü.”
Sivil toplumun yasal temelleri aşınıyor. Raporu kaleme alanlar, devlet gücünün artık “İradesini uygulama yeteneğine olan güveni harekete geçirmek için” yasaya ihtiyaç duymayabileceğini ileri sürüyor. Bugün bunun için başka araçlar da var: Kapsamlı gözetim, ölümcül polis gücü ve sansür...
Çeviren: Semra Çelik
İşçiler önce İşçi Partisi karşısında hayal kırıklığına uğradılar, şimdi ise öfkeliler
Sharon Graham
The Guardian
Altı ay önce, birçok işçi toplantısında, grev hattında ve kapı önlerinde hissedilen bir kıpırdanma, bir ruh haliydi. İşçi Partisine karşı hayal kırıklığı olarak başlayan bu durum, şimdi pek çok İngiliz işçisi ve toplulukları için yerini öfkeye bırakıyor. “İşçi Partisinin işçiler için olması gerekmiyor muydu?” cümlesi artık her gün duyduğum bir cümle. Bu duygu son olarak, İşçi Partisi tarafından yönetilen belediye meclisinde çalışan çöp işçilerinin 11 Mart’tan bu yana süresiz grevde olduğu Birmingham’da hissedildi.
Bu işçiler bir sabah uyandıklarında maaşlarının dörtte birini kaybedeceklerini öğrendiler. Unite’a göre bu miktar 8 bin sterline kadar çıkıyor. Bunun başka bir adı “İşten çıkarma” olabilir mi? Şimdi de çöp kamyonu sürücülerine aynı miktarda maaş kaybına uğrayacakları söyleniyor. Bu skandalı daha da korkunç hale getiren şey ise, İşçi Partili bir hükümet tarafından hevesle desteklenen İşçi Partili bir belediye tarafından gerçekleştiriliyor olması. Bir çöp işçisi “Bu hükümet ismen İşçi Partili olabilir ama özünde İşçi Partili değil” dedi.
Bu özel durum, çok daha genel kavramlara da yansımaktadır. İşçi Partili seçmenler bu hükümetin, şimdi yaptığı U dönüşü ne olursa olsun, neredeyse ilk icraat olarak emeklilerin kışlık yakacak yardımını keseceğine inanamıyor. Ardından sosyal yardım alanlarına saldırdı.
Bir İşçi Partisi yönetimi, gerçek bir servet vergisi yoluyla zenginlere daha fazla ödeme yaptırmak yerine neden ülkenin en savunmasız insanlarından bazılarını hedef alsın?
Unite’ın araştırması Birleşik Krallık’taki en zengin 50 ailenin varlıklarının 500 milyar sterlin değerinde olduğunu gösteriyor. Bu rakam İngiltere’nin üçte birinin servetinden daha fazladır. En zengin yüzde 1’lik kesimden alınacak yüzde 1’lik bir vergi 25 milyar sterlin toplayacaktır. İşçi Partisinin adı doğru ama doğası değil.
Ve hiçbir şey İşçi Partisinin temel misyonundan kopuşunun Birmingham çöp grevi felaketinden daha sembolik olamaz. Angela Rayner, İşçi Partili milletvekilleri ve ne tesadüftür ki çöp greviyle ilgili tek bir müzakereye bile katılmayan Birmingham Şehir Konseyi Başkanı John Cotton, üyelerimizin “masadaki adil ve makul teklifi” kabul etmelerini talep ederek haftalar hatta aylar geçirdiler. Sorun şu ki ortada bir teklif yok.
Grev başladığından beri bu maskaralığın her hafta oynandığını gördüm: Unite karar vericileri, herhangi bir karar verme yetkisine sahip olmadıkları açık olan bir grup belediye çalışanıyla aynı odada bulunuyor. Dolayısıyla, gerçek bir müzakere yapılmadı ve anlaşmazlık kesinlikle çözüme kavuşturulmadı.
Uzlaştırma önerildiğinde, şahsen orada olacağımı ve konsey başkanının da aynı şeyi yapmasını beklediğimi söyledim. Ne de olsa, birkaç gün önce kamuoyu önünde “Kimsenin maaşını kaybetmesine gerek yok” demişti; kesinlikle bir anlaşmaya çok yakın olmalıydık? Ancak Cotton bir kez daha görüşmelere gelmedi ve yerine kendisini karar mercisi olarak tanıtan Belediye Meclisi Genel Müdürü Joanne Roney’i gönderdi. “Adil ve makul teklifin” bir kopyasını istedim, ancak yine hiçbiri verilmedi.
Hem Rayner hem de Cotton, maaş kaybına yol açmayacak hamlelerle birlikte masaya konan binlerce dolarlık toplu ödemelerden bahsetti. Acas’ta bunların hiçbiri görülmedi. Yine de görüşmeler başladı ve nihayetinde işçilerin oylamasına sunulabilecek bir “toparlayıcı” anlaşma üzerinde tartışıldı. Bu 6 Mayıs’taydı. Roney 8 Mayıs’a kadar yazılı bir taslak göndereceğini söyledi, ancak bu satırların yazıldığı sırada teklif henüz elimize ulaşmadı. Şartları belirleyen basit bir yazılı teklif.
Peki bu gecikme neden? Rayner’ın daha önce merkezi hükümetin “Anlaşmazlığın karara bağlanmasında hiçbir rolü olmadığını” iddia etmesine rağmen, hükümetin kendi komisyon üyeleri -konseyin 2023’te fiilen iflas ettiğini ilan etmesinden hemen sonra görevlerine başladılar- şimdi anlaşmayı engelliyor gibi görünüyor. Roney’in, uzlaşmada konuşulanları yazılı hale getirmesinin, onlar kabul etmediği sürece engellendiği bildiriliyor. Elbette Unite’ın başından beri söylediği de buydu: Birmingham Şehir Konseyinin karar vericileri basitçe odada değiller.
35 yıldır büyük anlaşmazlıkları müzakere ederken hiç böyle bir karmaşa görmemiştim. Üyelerimiz İşçi Partisinin yalanlarını görebiliyor. Bir İşçi Partisi konseyi kendi çalışanlarına bunu nasıl yapabilir? Starmer tarafından vadedilen “değişime” ne oldu? Hiç kuşkunuz olmasın, bu işçiler Unite’ın tam desteğine sahipler. Maaşlarının dörtte birini kaybetmeleri, birçoğunun ipotek veya kira ödeyemeyeceği ya da diğer temel yaşam masraflarını karşılayamayacağı anlamına geliyor. Bunun olmasına izin verilemez.
Bir İşçi Partisi meclisi ve bir İşçi Partisi hükümeti nasıl olur da bu maaş kesintilerine göz yumabilir ve yüzleri kızarmadan işçilerin partisi olduklarını söyleyebilir? Son yerel seçim sonuçları İşçi Partisi için öfkenin giderek yaygınlaştığına dair bir uyarı niteliğindedir. Partinin rotasını değiştirmesi gerekiyor; uçuruma doğru giderken “daha ileri ve daha hızlı” gitmek genellikle iyi sonuç vermez.
Çeviren: Sarya Tunç
Evrensel / 25.05.25