Grev hakkı grev yaparak kazanılır!

Devam eden kamu sözleşmelerinden önümüzdeki aylarda başlayacak metal sözleşmelerine, ilan edilen belediye grevlerinden petrokimya sektöründe süren sözleşme süreçlerine kadar, işçi sınıfı kazanmak istiyorsa, fiili meşru mücadeleyi esas almak dışında bir yolu yoktur.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 22 Mayıs 2025
  • 08:00

Grev, işçi sınıfının sermayeye karşı mücadelesinde en önemli silahlarından biridir. Sendikal mücadelenin ve toplu sözleşme hakkının da ayrılmaz bir parçasıdır.

İşçi sınıfının dişe diş mücadelelerle kazandığı grev hakkı, sözde “anayasal bir hak” olmasına rağmen, sermaye devleti tarafından büyük oranda yasalar ve fiili uygulamalarla sınırlandırılmış durumdadır.

Grev hakkı 1963’te gerçekleşen Kavel Direnişi’nin ardından kabul edilmek zorunda kalınsa da, siyasi iktidarların grevleri yasaklama, işçi sınıfının bu hakkı kullanmasının önüne bariyerler örme çabaları hep sürmüştür. İşçi sınıfı ancak bu bariyerleri fiilen aşarak mücadelesini sürdürebilmiştir.

Günümüzde grev hakkına yönelik kısıtlama ve yasaklar, 12 Eylül darbesinin ardından çıkartılan yasalara dayanmaktadır. AKP iktidarı döneminde yapılan düzenlemelerde de grev yasakları aynen korunmuştur. Bugün önemli bir kısmı kamuda olmak üzere birçok işkolunda grev yasağı sürmektedir. Ayrıca, önceki kanunlarda yer alan grev ertelemelerinin kapsamı da genişletilmiş, erteleme gerçekte yasaklamaya dönüşmüştür.

Son 24 yıl boyunca, önce Bakanlar Kurulu, ardından ise yetkileri tümüyle elinde toplayan Cumhurbaşkanı tarafından “milli güvenlik” ya da “milli sağlık” gerekçeleriyle 21 grev yasaklanmıştır.

Grevlerin “erteleme” adı altında yasaklanması, işçi sınıfının mücadelesine vurulmuş büyük bir darbedir. Asıl amaç ise, işçi sınıfını sefalet ücretlerine ve kölelik koşullarına mahkûm ederek, kapitalistlerin kârlarına kâr katmasının önündeki engelleri temizlemektir.

Grev yasakları sonrasında işçilere hukuki olarak işaret edilen yer ise Yüksek Hakem Kurulu’dur. Bileşenlerinin çoğunluğunu kapitalist patronlar ile iktidar temsilcilerinin oluşturduğu Yüksek Hakem Kurulu’ndan işçilerin lehine bir karar çıkmasını beklemek büyük bir saflık olur.

Öte yandan, işçiler grev yasakları ve Yüksek Hakem Kurulu (YHK) ile kıskaca alınmışken, sınıfın mücadelesine yabancılaşmış sendika bürokratları ise işçileri YHK ile düşük zam arasında bir tercihe zorlamaktadır. “YHK belirleyeceği yerde biz anlaşalım” diyerek işçileri sefalet koşullarına razı etmeye çalışmaktadır. Son olarak TÜPRAŞ’ta yaşandığı gibi, bu kıskacın sonucu işçilerin çıkışsızlık içinde sermayenin dayatmalarına boyun eğmesi olmaktadır.

Sınıf mücadeleleri tarihinin gösterdiği temel bir gerçek var: Önemli olan yasalar değil, işçi sınıfının mücadelesinin meşruluğudur. Hukuk her zaman toplumsal mücadelelerin ardından gelerek şekillenir. Yani yasaları belirleyen toplumsal mücadelenin gücüdür.

Kapitalistler ve siyasi iktidar el birliğiyle bizlere kölelik koşullarını dayatıyorlar. O halde insanca bir yaşam için, haklarımız ve geleceğimiz için yapılması gereken bellidir: Meşru haklarımızla hareket etmek ve fiili mücadeleyi yükseltmek!

Tıpkı 1963 yılında fiili grev yaparak grev hakkını kazanan Kavel işçileri gibi...

2013 yılında Greif işçilerinin, taşeron sistemiyle grev ve toplu sözleşme hakkının fiilen boşa düşürülmesine karşı gerçekleştirdiği fabrika işgal eylemi gibi...

2015 yılında, “yenilenemez” denilen sözleşmeye karşı fiili meşru mücadelenin yolunu tutan ve sendikal ağalık düzenini sarsan on binlerce metal işçisinin Metal fırtınası gibi...

Sınıfımızın mücadele tarihi, izlememiz gereken yolu açıkça gösteriyor. Grev yasaklarının aşmanın yolu “grev yasakları grevle aşılır” anlayışıyla fiili meşru mücadeleyi yükseltmekten geçmektedir.

Devam eden kamu sözleşmelerinden önümüzdeki aylarda başlayacak metal sözleşmelerine, ilan edilen belediye grevlerinden petrokimya sektöründe süren sözleşme süreçlerine kadar, işçi sınıfı kazanmak istiyorsa, fiili meşru mücadeleyi esas almak dışında bir yolu yoktur.

Emeğin Kurtuluşu’nun 56.sayısından alınmıştır…