Brezilya'nın Rio de Janeiro kentinde 6-7 Temmuz tarihleri arasında 17. BRICS Zirvesi gerçekleştirildi. Zirve emperyalist kapitalist düzenin derinleşen krizinin gölgesinde olurken, ABD dolarının hegemonyasından kurtulmanın yolları masaya yatırıldı.
G7 gibi Batı merkezli emperyalist güç bloklarının dünya ekonomisindeki göreli ağırlığı azalırken, BRICS ülkeleri küresel sistemde “çok kutupluluğun” geri döndürülemez bir gerçeklik haline geldiğini ilan etti. Zirveye ev sahipliği yapan Brezilya’nın lideri Lula da Silva'nın “Kurallara dayalı düzen ölmüştür” sözleri ise zirvenin genel politik tonunu belirledi. BRICS üyesi Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’nın yanı sıra bu yıl tam üyeliğe kabul edilen İran, Suudi Arabistan, Mısır, Etiyopya, BAE ve Endonezya gibi ülkelerle birlikte 20'den fazla devlet zirveye katıldı. Zirve, dünya nüfusunun yaklaşık %40’ını ve küresel GSYİH’nin dörtte birini temsil eden bir güç odağının varlığının geri dönüşü olmayan bir noktaya geldiğini gösterdi.
Zirvenin resmi gündeminde “barış, güvenlik, çok taraflılık, yapay zekâ, çevre ve sağlık konuları” yer alsa da asıl dikkat çeken başlık ABD dolarının küresel hegemonyasına karşı yürütülen itirazdı.
Doların “sallanan” tahtı
Zirvede, başta Brezilya ve Rusya olmak üzere birçok ülkenin lideri, BRICS ülkeleri arasında dolarsız ticaretin yaygınlaşması ve uzun vadede ortak bir BRICS para birimi oluşturulması yönündeki taleplerini dile getirdi.
BRICS ülkelerinin toplam GSYİH’sı G7 ülkelerinin toplamını 20 trilyon dolar geçmiş durumda. Bu da yalnızca potansiyel değil, fiili bir ekonomik güç kaymasının somut göstergesidir. Bu eğilim, doğrudan ABD’nin çıkarlarını tehdit ettiğinden, Washington’un Zirve öncesi ve sonrası tepkisi “diplomatik nezaketi” aşan bir kabalıktaydı.
Zirve öncesi ABD Başkanı Donald Trump, doların küresel konumunu sarsmak isteyen ülkelere yüzde 100'e varan gümrük vergileri uygulayacaklarını ilan etti ve BRICS ülkelerine “yeni bir rezerv para birimi yaratmama” sözü vermeleri yönünde “çağrıda” bulundu. Bu, doğrudan bir ekonomik şantaj ve açık bir tehditti.
Zirvenin sonuç bildirgesinde BRICS ülkeleri arasında yerel para birimleriyle ticaretin artırılması, uzun vadede ortak bir BRICS para birimi oluşturulması da yer aldı. Buna tepki gösteren Trump yönetimi ilk elden, Brezilya menşeli ve dünya ticaretinde yaklaşık 20 milyar dolar hacme sahip kahve ürünlerine %50 gümrük vergisi uygulama kararı aldı. Bu, doğrudan bir ekonomik şantaj ve hegemonik bir tehditti.
IMF’yi “reforme” etme talepleri
BRICS ülkelerinin bir diğer temel talebi, IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası mali kurumların yapılarında köklü reformlara gidilmesi oldu.
BRICS maliye bakanları, IMF yönetiminde Batı’nın ağırlığını azaltacak şekilde oy haklarının yeniden düzenlenmesini ve “anakronik” (çağdışı) olarak tanımladıkları, Soğuk Savaş sonrası döneme ait bu yapının günümüz “çok merkezli” dünyasına göre yeniden inşa edilmesini talep etti. Elbette bu “reform” talepleri ve “eşit paydaşlık” söylemleri pastadan daha fazla pay alma girişimidir.
BRICS ülkelerinin ortaklaştığı bir diğer başlık da çok kutuplu dünya düzeninin bir “seçenek” değil, artık bir “zorunluluk” olduğuydu. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un ifadesine göre, “tek kutupluluk” sömürüye, yeni sömürgeciliğe ve ideolojik tahakküme dayalıydı; BRICS ise eşitlik, karşılıklı saygı ve müdahalesizlik gibi ilkelere yaslanıyordu. Ancak BRICS’in bu iddiasının gerçeği yansıtmadığı, tek kutupluluğa karşı bir argüman olduğu tartışma götürmeyecek bir gerçek.
Çin ve Hindistan gibi iki dev gücün arasında süregelen jeopolitik rekabet, Suudi Arabistan, İran ve Mısır gibi ülkelerdeki çağdışı otoriter rejimler ve toplumsal eşitsizlikler, blok içi “tutarsızlıklara” ve potansiyel çatışma alanlarına da işaret ediyor. Bu nedenle BRICS’in “Batı hegemonyasına karşı bir alternatif” olup olmayacağı, sadece ekonomik göstergelere değil, aynı zamanda blokun ortak bir politik program üretip üretemeyeceğine de bağlı.
BRICS, Batı’ya alternatif olabilir ama işçi-emekçiler ve dünya halkları için alternatif olamayacağı açık.
Silahlanma ve savaş karşıtlığı söylemleri
Lula’nın zirvede yaptığı dikkat çekici bir diğer çıkış da Batı’nın silahlanmaya ayırdığı bütçeyi eleştirmesi ve “barış için kaynak yok” yalanını teşhir etmesiydi. NATO’nun GSYİH’nin %5’ini silahlanmaya ayırma çağrısını sert bir dille eleştiren Lula, bunun kalkınma ve iklim hedeflerine ulaşmak için gerekli kaynakların aslında var olduğunu ama siyasal önceliklerin bilinçli olarak savaştan yana kullanıldığını söyledi.
Lula’nın Batı’yı BRICS adına “tencere dibin kara” ithamı “seninki benden kara” karşılığı alacağından çok da yüksek sesle dillendirilmedi.
BRICS Zirvesi, Batı merkezli düzenin sorgulanmakta olduğunu ve yeni alternatif arayışlarının ciddiyet kazandığını gösteriyor. Ancak bu yeni blokun gerçekten adil ve eşitlikçi bir küresel düzenin taşıyıcısı olamayacağı da açık. Kapitalist sistemin iç dengelerindeki bu kaymanın emekçiler için otomatik olarak olumlu sonuçlar doğurmayacağı aşikâr. BRICS’in mevcut haliyle esas hedefi, tek kutupluluğa karşı kendi blokunu dayatmak olduğu gibi, paylaşım savaşlarında pastadan daha büyük pay almaktır.
Bu yüzden, yeni düzenin inşasında işçi sınıfının uluslararası mücadelesi, “daha az baskıcı kapitalist/emperyalizm” değil, kapitalist/emperyalizmin olmadığı bir dünya hedefiyle yol almalıdır. Bu rekabet ve çelişkiler yumağı, tek tek ülkelerde emek cephesinin güçlü çıkışlar yaparak küresel çapta örnek alınacak adımların ortaya çıkmasına vesile olabilir.