Kazanmak için taban örgütleri!

Sosyal-iktisadi yıkım programını küstahça uygulayan sermaye düzeni ile işçi sınıfı arasındaki gerilimin arttığı/artacağı günlerden geçiyoruz.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Sınıf
  • |
  • 21 Mayıs 2025
  • 08:00

Gerici-faşist iktidar, sosyal-iktisadi yıkım programını pervasızca uygulanmaya devam ediyor. İşçi sınıfı ve emekçilerin haklı olarak tepkisini çeken ekonomik-sosyal saldırıya karşı yazık ki henüz kendini hissettiren bir karşı koyuş örgütlenemedi. Tepkiler artıyor, fakat yaygınlaşan fabrika ölçekli eylem ve direnişler, saldırılara karşı bütünlüklü bir mücadele düzeyine yükselemiyor. Sorunlar yumağının ağırlığına karşın, işçilerin mevcut bilinç ve örgütlülük düzeyinin doğal bir sonucu olan bu “genel durgunluk hali” aşılamıyor.

İşçi sınıfının büyük bir bölümünün sendikal örgütlülükten bir yoksun olması tabloya dair fikir veriyor. Ancak sendikalı işçiler açısından da tablo çok farklı değil. Yıllardır uygulanan sistematik saldırıların bir sonucu olarak, sendikalı işçilerin de çalışma ve yaşam koşulları gittikçe ağırlaşıyor. Peşi sıra gündeme gelen TİS süreçleri ise bu tabloyu pekiştiriyor. AKP-MHP iktidarının uyguladığı ekonomik programa dört elle sarılan sermayedarlar da “kararlı” bir şekilde saldırıları hayata geçiriyor. Genel plandaki durgunluğun yanı sıra, imzalanan TİS’lerin pekiştirdiği tabloya karşı elle tutulur bir karşı direnişin örgütlenememesi, saldırıların giderek daha da pervasız bir şekilde hayata geçirilmesinin koşullarını yaratıyor.

İşçi sınıfının nispeten “örgütlü, birlikte hareket edebilecek, görece deneyimli” kesimleri olarak tanımlayabileceğimiz sendikalı işçilerin dahi bir mücadele örgütleyemediğinin de altı çizilmelidir. Metal, petrokimya, belediyeler, kamu gibi alanlarda imzalanan ve halen devam eden TİS süreçlerinin somut tablosu bu gerçeği ortaya koyuyor. TİS süreçlerinden geçen işçilerin dayatmaları kabul etmese de sendikal bürokrasinin baskın etkisinden kurtulamadığı, tepki gösterse dahi devamını getiremediği, dahası kendine yol açacak zeminler yaratamayarak geri çekildiği bir tablo söz konusu.

Özellikle İzmir belediyelerindeki TİS süreçleri bu konuda ibret verici örneklerle dolu. Genel-İş Genel Merkezi, greve çıkmış işçilerin iradesini hiçe sayarak gece yarısı sözleşme imzalıyor. İşçiler tepki gösteriyor ancak yapılanı boşa düşürebilecek bir mücadele örgütleyemiyorlar. Birden fazla kez yaşanan örnekler, sadece tepki göstermenin yeterli olmadığının somut göstergesidir.

Kısa süre önce ülkenin en büyük işletmesi olan TÜPRAŞ sözleşmesi de aynı akıbete uğradı. Büyük bir mücadele deneyimi ve sendikal örgütlülük birikimi olan TÜPRAŞ’ta bile işçilerin yıllardır uğradığı hak kayıpları orta yerde duruyor. Ekonomik-sosyal yıkımın ağır faturasına rağmen Petrol-İş Sendikası Genel Merkezi ve ilgili şubeleri, Koç’un dayatmalarına imza atmakta bir sakınca görmediler. İşçilerin taleplerinin çok uzağındaki maddelerin yer aldığı üç yıllık sözleşme, bir oldu-bitti ile imzalandı. Kocaeli ve İzmir fabrikalarında işçiler haklı olarak sokaklara dökülerek, barikatları aşarak, yolları kapatarak tepkilerini gösterdi, sendika ağalarına ve sözleşmeye karşı öfkesini haykırdı. Ancak eylemi ikinci gününde devam ettirebilecek bir inisiyatif gösteremedi. Geçmişteki kimi deneyimlerin bir benzeri olarak eylemli süreç geri çekildi.

Birçok fabrika ve işletmede birbirine paralel süreçler yaşanması; sermayenin, devletin işçi sınıfına dayattığı yıkımı planlı bir şekilde hayata geçirdiğinin somut göstergesidir. Bu noktada sendikal bürokrasinin işçi sınıfını hareket edemez hale getiren yaklaşımı ve gelişen eylemleri hızla denetim altına alıp pasifize etme başarısı, sorunun bir başka temel boyutunu oluşturuyor.

İşçi sınıfı, yıllara yayılan hareketsizliğin de beslediği ideolojik, politik ve örgütsel bir kuşatma altında tutuluyor. Olduğu kadarıyla sendikalı işçilerin büyük bir bölümü de sendikal bürokrasinin denetimi altında. Bu tablo, ancak işçi sınıfının örgütlü hareketi ve eyleminin gelişmesi ile kırılabilir. Haklı ve meşru zeminlerde ortaya çıkan tepki, eylem ve direnişlerin soluğunun kısa olması, önüne dikilen engelleri aşamaması, fabrika/taban örgütlenmelerinin önemini ortaya koymakla kalmıyor, acil bir ihtiyaç olduğunu da gösteriyor. Kendiliğinden gelişen haklı/meşru tepkiler, işçi sınıfının birleşik-örgütlü gücüne dayanarak engelleri aşacak düzeye ulaşmadığında, sendikal bürokrasinin denetimine girmekten kurtulamıyor.

***

Sosyal-iktisadi yıkım programını küstahça uygulayan sermaye düzeni ile işçi sınıfı arasındaki gerilimin arttığı/artacağı günlerden geçiyoruz. Ekonomik krizin derinleştiği koşullarda, halihazırda birçok fabrikada ve kamuda TİS süreçleri devam ediyor. Eylül ayından itibaren ise MESS Grup TİS süreci başlayacak. Dolayısıyla, sermayeye hizmet eden sendikal bürokrasinin, bu süreçte işçi sınıfının geliştireceği eylem ve direnişleri engellemek için hazır ve nazır olacağını da göz ardı etmemek gerekiyor.

Bu tabloda yapılması gereken şey ise açık: Fabrikalarda sınıfın bağımsız taban örgütlenmelerini yaratabilmek! Hem sermayeye hem krizin faturasına hem de sendikal bürokrasinin uğursuz misyonuna karşı mücadele zeminlerini güçlendirmek!

Tepkileri açığa çıkartmak da açığa çıkan tepkileri birleştirmek de planlı, hedefli, kararlı bir mücadele gerektiriyor. Sermayenin, saray rejiminin ve sendikal bürokrasinin suç ortaklığıyla dayattıkları sefalet zincirlerini kırmanın başka yol yok!