Kazanmak için ne yapmalı?

Kamu işçilerinin mücadelesinden genel greve…

Kamu işçileri, karşısına dikilen engelleri ve sendika bürokrasinin uğursuz etkisini aşmak için, mücadelelerini fabrika ve işletme bazında somut örgütlenme çabası ile birleştirmeli ve güvenceye almalıdır.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Sınıf
  • |
  • 18 Temmuz 2025
  • 08:00

Kamu işçilerinin önümüzdeki dönem ekonomik ve sosyal haklarını belirleyecek olan Kamu Çerçeve Protokolü (KÇP) süreci devam ediyor. AKP iktidarının %16 zam dayatmasını, işçilerle dalga geçercesine %17 olarak “güncellemesi”, işçilere sefalet dayattığını açıkça ortaya koyuyor. Ekonomik krizin faturasını işçi ve emekçilere ödetmeyi hedefleyen Orta Vadeli Program (OVP) ile uyumlu olan bu dayatma, kamu işçilerinin öfke ve tepkisini günden güne artırıyor. Taleplerin yakıcılığı hem hareket etme isteğini hem mücadele kararlılığını güçlendiren bir içerik taşıyor. Ancak salt öfke ve tepki sonuç alıcı adımlar için yeterli olmuyor. Yaratılan basınç, sendikal bürokrasiyi kimi adımlar atmaya zorlasa da yazık ki kazanmak için gerekli olan koşulları yaratamıyor.

Saray rejimi, sermaye örgütlerinin tam desteği ile pervasız bir ekonomik/sosyal yıkım politikası uyguluyor. Ekonomik krizin tüm yükünü işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin sırtına yıkmak için peş peşe adımlar atıyor. İçinde bulunduğu kriz tablosu üzerinden bakıldığında ise, sermaye düzeninin bir bütün olarak atacak başka adımı kalmamış görünüyor. Bu kapsamlı yıkımın doğal ve kaçınılmaz sonuçlarından biri işçi sınıfının tepki ve öfkesinin artmasıdır. Yapısal zaafları, bilinç ve örgütlülük planında var olan eksiklikleri, önünde bulunan engellerin büyüklüğü ne olursa olsun, işçi sınıfı mücadelesi güçlenme eğilimindedir. Deyim uygunsa, rejimin saldırılarının hedefinde olan işçi ve emekçiler açısından gerileyebilecek yer kalmadı. Bu ise çatışmanın giderek sertleşmesine zemin hazırlıyor.

Bir bütün olarak işçi sınıfı ve emekçilerin karşı karşıya bulundukları sorunlar ile bu sorunlar karşısında atılması gereken adımlar bir paralellik taşıyor. Bugün sınıfın farklı bölüklerinin mücadeleleri, henüz cılız ve lokal düzeyde kalıyor. Ancak bunlar, biriken potansiyelin ne olduğunu da gözler önüne seriyor. İşçi sınıfı cephesinde gerçekleştirilen her ileriye çıkış birbirini etkileme ve yeni çıkışları tetikleme imkanlarını içinde barındırıyor. Bu süreçte işçi sınıfı ekseninde yaşanan her gelişmeye bu gözle bakmak, ortaya çıkan imkanları toplam sınıf mücadelesinin gelişimi için birer basamak olarak değerlendirmek önem taşıyor.

Söz konusu eylem ve mücadeleler kamu işçilerinin farklı iş kollarında ortak talep ve istemler üzerinden gündeme geldiğinde ise, bu durum çok daha büyük bir önem taşıyor. 600 bin işçinin dayatılan sefalet koşullarına karşı hareket etmesi, taleplerin kazanılması açısından olduğu kadar işçi sınıfının mücadelesinin birleşik, kitlesel bir zemine kavuşmasının da olanaklarını yaratabilir.

Kamu işçilerine sefaletin dayatılması, uygulanan yıkım programının bir parçasıdır. İşçi sınıfı ve emekçilerin bütününü hedefleyen bu pervasızlık yıllardır sınıf hareketinin içinde bulunduğu zayıflıktan güç alıyor. Sermaye düzeninin pervasızlığı hem bu zayıflıktan hem sendikal ağalık düzeninin engelleyici tutumlarına duyduğu güvenden besleniyor.

Göründüğü kadarıyla mızrak artık çuvala sığmıyor. Tabanda biriken öfkenin yarattığı basınç, açıktan ya da üstü kapalı mücadele kaçkınlığını meslek edinmiş sendikal bürokrasiyi adım atmaya zorluyor. Türk-İş ve Hak-İş’in sınırlı da olsa eylem kararları alması bu basıncın ürünüdür. Fakat hedefli, planlı ve bilinçli bir mücadele örgütlenmezse eğer, var olan durumu aşmanın mümkün olmayacağı da bir dizi deneyim ile sabittir.

Unutulmamalı ki sermaye düzeni, sendikal bürokrasinin aktif desteği ile süreci yatıştırmayı, öfkeyi dizginlemeyi, mücadele istek ve kararlılığını kötürümleştirmeyi hedefliyor. Türk-İş’in “büyük bir hassasiyet” propagandası eşliğinde askerlerin yaşamını yitirmesini “bahane ederek” eylem kararını askıya alma çabası bu politikanın yansımasıdır.

600 bin kamu işçisinin mücadelede her ileriye çıkışının diğer sınıf bölüklerine de olumlu yansımaları olacaktır. Bunun ise sınıf mücadelesinin dinamizm kazanması açısından taşıdığı önem açıktır. Saray rejiminin tedirginliğinin bundan kaynaklandığından da kuşku duymamak gerekiyor. Başta sürecin aktif öznesi olan kamu işçileri olmak üzere, işçi ve emekçiler tabloya bu gözle bakabilmeliler. İşçi sınıfının kazanım elde edebilmesi için, önündeki engelleri yıkmayı da hedef alan bir mücadele geliştirmesiyle mümkün olacağı da akıldan çıkarılmamalı. Bu sürecin eylemli sınıf dayanışmasının güçlendirilmesini kapsayacak şekilde geliştirilmesi de büyük önem taşıyor.

Eylem halinde olan, taleplerinin kabul edilmesini isteyen kamu işçileri görevlerine ve atacakları adımlara sınıf mücadelesinin genel ihtiyaçları üzerinden de bakabilmeliler. Bu, devam eden süreçte yükselttikleri talepleri kazanabilmeleri için de biricik yoldur. Sendikal bürokrasinin eylem kararları almak zorunda kalması, henüz sonuç yaratmaktan uzak olsa da sürecin gelişimi için bir basamak olarak görülmeli, güçlü ve etkili olabilmesi için çabalar yoğunlaştırılmalıdır. Sokak eylemleri, işyerlerini terk etmeme eylemi, Harb-İş üyelerinin Ankara yürüyüşü ve nihayet bir günlük iş bırakma vb. olarak açıklanan eylemler kamu işçilerinin mücadelesini güçlendirecek araçlar olarak değerlendirilmelidir. Eylemlere aktif katılımın yanı sıra, işçi sınıfının farklı kesimlerinin bu eylemlere desteğinin örgütlenmesi de başka bir ihtiyaç olarak öne çıkmaktadır.

Bu mücadele süreci aynı zamanda kamu işçilerinin bağımsız taban inisiyatifinin ve örgütlenmesinin önünü açacak adımlarla da bütünleştirilmeli. Kamu işçileri, karşısına diklen engelleri ve sendika bürokrasinin uğursuz etkisini aşmak için, mücadelelerini fabrika ve işletme bazında somut örgütlenme çabası ile birleştirmeli ve güvenceye almalıdır. Taban örgütleri üzerinden işçiler arasındaki iletişim ve koordinasyonun kurulması, kamu işçisinin iradesinin ve mücadele isteğinin birleşeceği ve kaynaşacağı mekanizmaların yaratılmasını da sağlayacaktır. Bu, şu sıralar yüksek sesle dile getirilen “genel grev” söyleminin propaganda olmaktan çıkarılıp somut bir mücadele olarak adım adım örgütlenebilmesinin de temel koşullarından biridir. Zira sendikal bürokratik kastın böylesi bir mücadeleye önderlik edebilecek ne bakışı ne niyeti ne gücü ne de takati bulunuyor. Bu, ancak işçi sınıfının taban iradesinin, örgütlenmelerinin ve bu örgütlenmeler arası kurulacak iletişimin başarabileceği bir süreç olabilir.

Krizin faturasının tüm ağırlığıyla işçi sınıfı ve emekçilere kesildiği kapsamlı bir saldırı süreci yaşanıyor. Bu topyekûn saldırı, ancak topyekûn bir mücadeleyle püskürtülebilir. Bu mücadelenin bugün için en somut hali ise genel grevdir. Kamu işçisinin hakları ve talepleri için başlattığı mücadele bu sürecin önemli bir manivelası, itici gücü olma potansiyeli taşıyor. Kamu işçilerinin mücadele tarihi ve deneyimleri de bunu ayrıca göstermekte ve genel grevin örgütlenmesine önderlik edebilecek potansiyellere ışık tutmaktadır.