Son OECD (Ekonomik Kalkınma ve İş birliği Örgütü) raporuna göre enflasyon ve yoksulluk artışında Türkiye zirveye çıktı. Türkiye’nin durumu Arjantin’den bile daha kötü!
Rapora göre Türkiye’de işsizlik artmış, istihdam daralmış, emek değersizleştirilmiş, reel ücretler erimiştir. Türkiye, emek açısından dünyanın en kötü ülkelerinden biri haline gelmiştir.
Türkiye’de milyonlarca kişi işsiz. İşçi ve emekçiler uzun çalışma saatleri ve düşük ücretlerin kıskacındalar. AKP-MHP rejiminin katkılarıyla yaratılan bu vahim tablo, OECD raporu ile de teyit ediliyor.
OECD üyesi 35 ülkede ortalama işsizlik yüzde 5.9’dur. Türkiye’de ise işsizlik yalancı TÜİK’e göre bile yüzde 9.2’dir. OECD istihdam raporuna göre, İzlanda’da yüzde 87.2, İsveç’te yüzde 81.8, Japonya’da yüzde 80.3 olan istihdam oranı Türkiye’de yüzde 55.3’tür.
Türkiye işsizlikte OECD ülkeleri arasında en kötü durumda olan ülkedir. İş aramayanlar, işsizler ile yarı zamanlı çalışanları içeren emeğin eksik kullanımı Türkiye’de yüzde 45’i aşıyor. Türkiye, çalışma “koşulları en kötü ülke” unvanını taşıyor.
İktidar asgari ücreti açlık sınırının altına çekerken, devasa karlar elde eden kapitalistler ücretleri düşürme politikasını ısrarla sürdürüyorlar. Artan kar oranlarına rağmen, bunu ücretlere yansıtmadıkları gibi son yıllarda önemli düşüşler gerçekleşti.
Rapora göre, dünyada ve Türkiye’de kapitalistlerin karları arttığı halde ücret artışları 10 yıl öncesine göre yarıya yarıya düştü. OECD’de ortalama büyüme oranı yüzde 2.6 oldu. Saatlik ücret artışı ise yüzde 4.8’den yüzde 2.1’e geriledi.
Son gelişmeler emekçileri daha da yoksullaştırdı
Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması, kayyum atamaları, sokağa çıkanlara uygulanan vahşi şiddet, yüzlerce kişinin tutuklanması ile ivme kazanan yeni saldırı furyası ekonomide de sonuçlarını üretti. Bu süreçte emekçiler daha da yoksullaştılar.
Bunun ötesinde, sömürü çarkları acımasızca döndüğü için sermaye karına kar katmayı sürdürüyor. Yüksek enflasyon işçi sınıfı ve emekçilerden asalak kapitalistlere servet transferini artırıyor. Kısacası, sermaye düzeninin dümenini tutan AKP-MHP iktidarı, uyguladığı ekonomik ve sosyal yıkım programıyla işçi ve emekçileri sistematik bir şekilde yoksullaştırıyor.
Ne yapmalı?
“Sınıfa karşı sınıf” perspektifiyle, krizin ağırlaşan faturasının reddine dayalı politik çalışma güçlendirilmelidir. Emekçiler içerisinde büyüyen öfkeye akacak kanallar yaratmak hayatidir. Politik çalışma işçi sınıfının taban örgütlerini oluşturma çabasıyla birleştirilmelidir.
Sınıf devrimcileri artan enflasyon ve yoksulluk gündemine yüklenmelidir. Bağımsız politik faaliyetlerini krizin yıkıma uğrattığı emekçileri birleştirmek ve harekete geçirmek temelinde ele almalı, gündelik faaliyete buna göre yön vermelidir.
Kriz koşullarının emekçilerde yarattığı duyarlılıkları mücadelenin ilerletilmesi için dayanağa çevirmek, öne çıkan dinamiklerle bu temelde buluşmak ve ortaya çıkan olanakları en etkili şekilde değerlendirmek son derece önemlidir. Bu dayanakları güçlendirerek sınıf hareketinin önündeki engelleri aşmalı, işçi sınıfının hak arama bilincini ve mücadelesini geliştirmeliyiz. Sınıfın direnme gücünü artırma, bağımsız devrimci bir güç olarak sermayenin karşısına çıkarma hedefine bağlı yoğunlaşmış bir çalışma elzemdir.
Rejimin 19 Mart darbesine karşı gelişen kitle hareketi, sınıf hareketini geliştirmenin olanaklarını artırmıştır. Uzun süredir dar bir alana sıkışan sınıf hareketinin zincirlerini kırması için bu önemli bir fırsattır. İşçilerin bu direnişe “bir sınıf olarak” katılması, hem kitle hareketine büyük bir dinamizm katacak hem de harekete geçen kitleleri işçi sınıfına yakınlaştıracaktır. Böyle bir buluşma işçi sınıfının ekonomik talepleri aşarak politikleşmesi ve devrimci bir sınıf hareketinin geliştirilmesi açısından büyük bir önem taşımaktadır.
H. Yağmur