Erdoğan, Kızılay Genel Kurulu’nda konuştu. Yine kentsel dönüşümden bahsetti. AKP iktidarı için kentsel dönüşümün, yeni rant alanları yaratmaktan öte bir anlamı olmadığını biliyoruz. Yaşanan yeni depremin ardından “alınmayan önlemlerin” tekrar tartışıldığı günlerde, “rantsal dönüşüm” peşinde koşulması, AKP’nin depreme karşı ne tür hazırlıklar yaptığı konusunda fikir veriyor.
Saray rejiminin şefi, aynı konuşmada “deprem turisti” diyerek, 6 Şubat depreminde kendi imkanlarıyla yardıma koşan kurum ve kişilere de saldırdı. Oysa bu sırada övdüğü Kızılay, insanlar enkaz altındayken çadır satmakla meşguldü. Gerçekleri çarpıtmakta sınır tanımayan Erdoğan, on binleri enkaz altında ölüme terk eden kendi rejimi değilmiş gibi şunları söyledi:
“Gürültüyle geldiler, enkazda fotoğraf çektirip sonra ortadan sessizce kayboldular. Bize iftira atanların hiçbiri ortada yok. Gönüllü kuruluşlarımız tam 820 gündür deprem bölgesinde.”
6 Şubat depreminin üstünden 820 gün geçmesine rağmen “gönüllü yardım kuruluşlarına” halen ihtiyaç varsa, bu yapılmayanların açık bir itirafıdır. AKP iktidarı, “depreme hazırlık” ve “önlem” kapsamında yandaş inşaat şirketlerini zengin eden projelerle övünmekte ve gerçeklerle ilgisi olmayan rakamlar yayınlayarak sahte başarı hikâyeleri uydurmaktadır. Depremzedelerin pek çok temel ihtiyacı halen karşılanmamışken, konut ve anahtar sayılarıyla durumu kurtarabileceğini varsayan Erdoğan ve iktidarı, sorumlusu oldukları büyük insan kıyımının hesabından kaçmaya çalışmaktadır.
“Silivri açıklarında yaşanan depremin ardından da vatandaşlarımız Kızılay'ı, AFAD'ı, belediyelerimizi görmüştür. Kimin şov, kimin hizmet yaptığını herkes görmüştür” sözlerini sarf eden Erdoğan, 6 Şubat’ta ilk üç gün ortada görünmemeyi, yardıma gidenlere saldırmayı, oy avcılığını, çadır dağıtmak yerine satmayı ve daha birçok aymazlığı unutturabileceğini sanıyor. 6 Şubat depremlerinde devletin acizliği karşısında, aralarında devrimci, ilerici ve sol güçlerin, emek ve meslek örgütlerinin yer aldığı geniş bir toplumsal dayanışma pratiği ortaya kondu. Devletin acizliğini ortaya koyan halk merkezli bu dayanışma seferberliği o günden beridir Erdoğan’ın ve AKP'nin hedefinde.
Erdoğan rejiminin, depremde basit bir yardım organizasyonunu bile gerçekleştirememesinin ardında açık bir sınıfsal tercih ve bunun ürünü bir gaddarlık yatmaktadır. 6 Şubat depremlerinde yardıma koşanları hedef göstermenin ardında da aynı sınıfsal tutumu görmek mümkündür. İstanbul depreminin ardından aklanmaya ve parlatılmaya çalışılan Kızılay, AFAD vb. kurumlar üzerinden AKP’nin insanı hiçe sayan, on binleri ölüme terk eden acımasız pratiği görünmez kılınmaya çalışılmaktadır. Oysa bu kurumların depremler dönemindeki aciziyeti ve kofluğu hâlâ herkesin hafızasındadır.
Deprem ve toplumsal hazırlık
İstanbul’da yaşanan depremin ardından pek çok tartışma yeniden gündeme geldi. Yaşanan panik ve kaosun yanı sıra, “İstanbul depremine ne kadar hazırlıklı olduğu” sorusu bir kez daha soruldu.
Depreme hazırlık, kişilerin alabileceği önlemlerin ötesinde, toplumsal bir meseledir. İstanbul depreminin ardından imkânı olanlar evlerini ve yaşam alanlarını değiştirdi. Ancak imkânı olmayan çok büyük bir çoğunluk, mezarları olabilecek evlerde yaşamaya mahkûm durumda. Kentteki toplanma alanlarının büyük çoğunluğuna yağmacı Erdoğan rejimi tarafından AVM yapıldı, deprem fonu ise sermayenin talanına açıldı.
Saray rejimi, yaşanan son İstanbul depreminin ardından 2021 yılında hazırladığı “Deprem Eylem Planı”nı tozlu raflardan indirip “depreme önlem” diye tekrar tanıttı. Oysa Jeofizik Mühendisi ve Deprem Bilimi Doktoru Dr. Savaş Karabulut, 2021 yılında Evrensel’de yer alan röportajında plana dair şunları söylemişti:
“7.5’lik bir depreme hazır olduğumuzun sözünü bile kabul etmiyorum. İstanbul, 7.5’lik depreme hazırlanmadığı için bir kaçış var. Bu eylem planı değil, iktidarın sorumluluktan kaçış planı. Kaçış planı yerine deprem öncesi hazırlık planı yapılması gerekir. Binaların depreme hazırlanması gerekiyor. Deprem sonrası değil, deprem öncesi için hazırlık yapılmalıdır. Önemli olan budur. Depremden önce binaların yenilenmesi, depreme hazırlanması bizim için önemlidir. Böyle bir hazırlık olmadığı için kaçış planı vardır.”
Büyük yıkımlar yaratabilecek fay hatları üzerine bile bile kentler inşa etmek ve buna karşı hiçbir tedbir almamak, İstanbul depremi gerçekleştikten sonra devreye girecek, her yanı dökülen bir kaçış planını “önlem” diye sunmak da sınıfsal bir tercihtir. Zira yağmacı zihniyet, depremde yıkımı ve ölümü değil, yalnızca “yeniden inşa ihalelerini” ve oradan elde edilecek rantı görmektedir.
Evet, deprem bir doğa olayıdır. Ancak depremler yaşandığında ortaya çıkan tablo, nasıl bir toplumsal düzende yaşadığınızın aynasıdır. Depremin yıkımının gerisinde; kapitalist sistemin kâr ve rant çarkı, çarpık kentleşme, alınmayan önlemler, yapılmayan denetimler, milyarlık ihaleler ve insan yaşamını hiçe sayan bol paralı projeler yer almaktadır.
6 Şubat depremlerinin ardından henüz iki gün geçmişken, Kızıl Bayrak’ın kapak yazısında “Depremde toplumun üzerine çöken kapitalizm ve sermaye devletinin enkazıdır!” vurgusu yapılmıştı. 26 Şubat’ta ise örülen dayanışmanın anlamını ortaya koymanın yanı sıra, “Yıkımın sorumlusu harami düzeninden hesap sorma çağrısı” yükseltilmişti. Kızıl Bayrak’ta çıkan kapak yazısında yer alan vurgu hâlâ güncelliğini korumaktadır:
“İster deprem vb. doğa olaylarında enkaz olup üzerimize yıkılsın, isterse ekonomik, sosyal ve siyasal saldırılarla emekçilerin yaşamlarını cehenneme çevirsin; kapitalist sistemin çok yönlü enkazı karşısında işçi sınıfı ve emekçilerin taşıyıcı kolonu örgütlü mücadeledir. Deprem sürecinde bir kez daha görülmüştür ki, depremden etkilenen emekçilerin taleplerinin karşılanması da, sorumluların yakasına yapışıp hesap sormak da, verili toplumsal dayanışmanın güçlü bir mücadeleyle birleştirilmesi de tamamen buna bağlıdır.”
Depreme hazırlık kapsamında, bilim insanlarının ve meslek örgütlerinin önerilerini hayata geçirmek elbette önemlidir. Ancak emekçilerin depreme karşı yapabilecekleri en iyi hazırlık örgütlenmek ve bu ölüm, sömürü ve yağma düzeninden kurtulmak için mücadele etmektir. Zira doğa olaylarını felakete çeviren kapitalist düzenin kendisi ve onun dümeninde oturan bir avuç vurguncudur.