Böyle olur emperyalizmin ‘adaleti’

Fransa 40 yıl hapsettiği George Abdullah'ı 26 yıl geç tahliye ediyor. Almanya silaha para ayırmak için insani yardımları iptal ediyor. İngiltere ise binlerce Afgan'ı Taliban'ın hedefi haline getirdi.

  • Çeviri
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 20 Temmuz 2025
  • 14:00

Avrupa’nın Gündemi’nde bu hafta emperyalizmin halklara layık gördüğü “adalet” var. Fransa’da 40 yıl hapsedilen Lübnanlı George Abdullah’ın 26 yıl geç tahliye edilmesi, Almanya’nın silahlanmaya para ayırmak için insani yardımları iptal etmesi ve İngiltere için çalışan binlerce Afgan’ın verilerinin ifşa edilerek Taliban’ın hedefi haline getirilmeleri, bunun en güncel örnekleri.

Avrupa’nın en eski politik tutuklusu olan Lübnanlı Devrimci George Abdullah, Fransa’daki 40 yılı aşkın esaretinin ardından nihayet özgürlüğüne kavuşuyor. 1999’dan bu yana tahliye edilme hakkı doğmuş olmasına rağmen ABD ve İsrail’in baskılarıyla Fransa tarafından hapis tutulan Abdullah’ın davası, hukukla siyasetin nasıl iç içe geçtiğini ve emperyalizmin adalet mekanizmalarını nasıl rehin aldığını gözler önüne serdi. Bu karar sadece bireysel bir özgürlüğü değil; aynı zamanda emperyalist baskılara, siyasi intikama ve Filistin davasına sahip çıkanlara yönelik hukuksuzluğa karşı verilen uzun soluklu bir dayanışma mücadelesinin zaferini simgeliyor.

2021 yılında Taliban’ın Afganistan’da yeniden iktidarı ele geçirmesinde ABD’nin yanında İngiltere’nin de etkisi biliniyordu ancak sızdırılan son verilerle bu müdahalenin ne kadar çok insanın hayatını doğrudan etkilediği daha net ortaya çıktı. NATO’nun 20 yıllık Afganistan işgali sırasında İngiltere’ye yardım eden binlerce Afganistanlının verileri sızdırıldı. Bu verilerin Taliban’ın eline geçmesi hepsinin hayatının tehlikeye atılması anlamına geliyor. The Guardian’a yazan Diane Taylor, İngiltere’nin Afganistan halkına son “ihaneti”ne dikkat çekerken işgal sonrası yeniden Taliban’a teslim edilen ülkeden kaçan Afganların hayatının bu kez göç yolunda riske girdiğini de hatırlatıyor.

Almanya’nın silahlanma, dünyanın başta gelen askeri gücü olma planı sadece ülke içini etkilemiyor. Bütçenin militarizme ayrılması kalkınma ve iş birliği yardım fonlarında kesintiyi de beraberinde getiriyor. Telepolis’ten seçtiğimiz makalede, “Alman hükümeti, bütçe kesintileriyle BM’yi krize sürükleyen ABD gibi etkili devletlerin saflarına katılıyor” deniyor.

Hem hukuki bir zafer hem de siyasi bir skandal

Pierre Barbancey
Humanite

Lübnanlı komünist militan George İbrahim Abdullah, 25 Temmuz’da serbest bırakılıyor. Paris istinaf mahkemesinin kararıyla 40 yılı aşkın süredir Fransız cezaevlerinde tutulan Abdullah, 1999’dan beri çıkabilecek durumdaydı. Onu içeride tutan ise hukuk dışı siyasi baskılardı.

Fransız cezaevi kayıtlarında 2 388/A221 numarasıyla geçen Abdullah’ın ismi 25 Temmuz itibarıyla bu listede olmayacak. 74 yaşındaki devrimci, CIA ve Mossad ajanı iki kişiye yönelik eylemlerde “suça yardım” suçlamasıyla 1987 yılında müebbet hapis cezasına çarptırılmıştı. O günden bu yana Fransız devletinin siyasi inadıyla içeride tutuldu.

Abdullah’ın özgürlüğü için yıllardır mücadele yürüten dayanışma komitesinden Jose Navarro ve Georges Larregola, Lannemezan Cezaevine giderken duygularını gizleyemedi. Yıllarca onu içeride yalnız bırakmayan bu isimler, “Artık bir dostumuzu değil, bir yoldaşımızı kucaklıyoruz” dediler.

Jose Navarro, “Yıllarca süren insanlık dışı bir tutukluluk sona eriyor. Hukuki ve siyasi bir rezalet sona erdirildi. Eğer bu karar alınmasaydı, bu fiili bir ölüm cezası olacaktı” dedi.

George Abdullah, bu zaferin esas olarak emekçilerden, yerel kolektiflerden ve kampanya birliklerinden doğan dayanışmanın ürünü olduğunu vurguladı. Nobel Ödüllü Yazar Annie Ernaux’nun ve Fransız Komünist Partisi (PCF) milletvekillerinin desteğini özellikle andı.

Abdullah’a göre bu mücadele sadece onun özgürlüğüyle sınırlı değil: “Filistin halkının hakları için, Gazze’deki soykırıma, Batı Şeria’daki işgale ve emperyalist devletlerin sorumluluğuna karşı mücadele sürmeli.”

Abdullah, yine her zamanki gibi, kendisinden değil, halklardan ve devrimden bahsediyor: “Halkların politik bilinçlenmesi, emperyalizme ve yıkıcı kapitalizme karşı mücadele için elzemdir. İnsanlık için sosyalist bir toplum gereklidir.”

Lübnan’daki kardeşi Robert Abdullah da kararı sevinçle karşıladı: “Fransız devleti bu kez ABD ve İsrail’in baskılarına boyun eğmedi.” Avukatı Jean-Louis Chalanset ise, “Bu hem bir adalet zaferi hem de büyük bir siyasi skandaldır. Daha önce serbest bırakılmaması, doğrudan Amerikan baskılarının ve Fransız devlet başkanlarının tutumunun sonucuydu” dedi.

Fransız yargısının bağımsız kalabilen üyeleri sayesinde bu karar alınabildi. Daha önce alınan tahliye kararlarının sürekli olarak savcılık tarafından bozulması, yargı ile siyasetin iç içeliğini gözler önüne sermişti.

Mücadeleyle gelen bir özgürlük

George İbrahim Abdullah’ı yıllarca yalnız bırakmayan Fransa Filistin Dayanışma Derneği, bu kararı “Onurunu koruyan bir militanın ve onun arkasında yükselen dayanışma hareketinin zaferi” olarak nitelendirdi.

Maronit Hristiyan bir aileden gelen ve İncil yerine Marx ve Lenin’le büyüyen George, Beyrut’ta eğitim aldıktan sonra devrimci mücadeleye katıldı. Bekaa Vadisi’nde öğretmenlik yaptığı yıllarda, ülkesinin güneyi İsrail tarafından işgal altındayken çocuklara adalet ve kardeşliği öğretmenin imkansızlığını yaşadı. Şimdi 40 yıl sonra, ilk kez bir hücrenin değil, halkının yolunu tutacak.

Çeviren: Ali Rıza Yıldırım

İnsani yardım: Dünya yanıyor, Almanya fonları kesiyor

Rolf Bader
Telepolis

Büyük insani felaketlerin yaşandığı bir dönemde, Alman hükümeti 2025 bütçe taslağında kalkınma iş birliği ve insani yardım fonlarında büyük kesintiler planlıyor.

Gazze, Doğu Kongo, Etiyopya ve Sudan’dan gelen görüntüler, insani yardım fonlarının genişletilmesi ve artırılması ihtiyacını belgeliyor. Birleşmiş Milletler, yalnızca Sudan’da 12 milyondan fazla mülteci ve on binlerce ölüm olduğunu tahmin ediyor. Neredeyse beş yaşın altındaki her iki çocuktan biri yetersiz besleniyor.

24 Haziran tarihli Bakanlar Kurulu kararı, insani yardım fonlarına yalnızca yaklaşık bir milyar avro ayırıyor; bu, bir önceki yıla göre yüzde 52, 2022’den bu yana ise yüzde 59’luk bir kesinti anlamına geliyor. İnsani ihtiyaçlardaki çarpıcı artışa rağmen, insani yardımın federal bütçedeki payı neredeyse on yılın en düşük seviyesine, yani yüzde 0.21’e düşecek. Federal Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Bakanlığının (BMZ) bütçesi ise yüzde 8’lik bir düşüşle 10.3 milyar avroya inecek.

BMZ bütçesi, önümüzdeki üç yıl içinde bir milyar avro daha azaltılarak 9.3 milyar avroya düşürülecek. Bu rakam, önceki trafik lambası koalisyonunun planlarından önemli ölçüde düşük.

Almanya’nın dünya gıda programına (WFP) katılımı 2023’te hâlâ 78 milyon avro iken, 2024’te 58 milyon avroya düştü ve taslak bütçede sadece 28 milyon avro olması bekleniyor.

Aynı zamanda, savunma bütçesinin 2035 yılına kadar GSYİH’nin yüzde beşine yükselmesi ve yaklaşık 225 milyar avroya ulaşması bekleniyor. Planlar arasında, her biri yaklaşık 25-30 milyon avroya mal olan 1000’den fazla Leopard tankının satın alınması yer alıyor.

Eylül ayında Dışişleri Eski Bakanı Annalena Baerbock, New York’ta BM Genel Kurulu başkanlığını üstlenecek: Birleşmiş Milletlerde önemli bir pozisyon! Almanya’nın yardım konusunda kesintiye gitmesi dünyadaki itibarını da tehlikeye sokuyor. Gelecek İçin Pakt, Almanya ve Namibya BM Büyükelçilikleri tarafından başlatıldı ve başrolde yer aldı. Almanya, daha önce BM tarafından yürütülen çeşitli görevleri desteklemede güvenilir bir katkı sağlayıcı olarak görülüyordu.

Tüm bunlar şimdi tehlikede! Alman hükümeti, bütçe kesintileriyle BM’yi krize sürükleyen ABD gibi etkili devletlerin saflarına katılıyor.

Alman federal bütçe yasasındaki kesintiler düzeltilmeli ve Federal Dışişleri Bakanlığına insani yardım için en az 2.5 milyar avro, Federal Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Bakanlığına ise 11.2 milyar avro kaynak ayrılmalıdır. Gelecekte Genel Kurul başkanı olacak kişinin de bu konuda savunuculuk yapması gerekir.

Stockholm Barış Araştırma Enstitüsü (SIPRI), 2024 raporunda dünya çapında yaklaşık 12 bin 241 nükleer savaş başlığı bulunduğunu ve bunların 9 bin 500’den fazlasının şu anda faaliyette olduğunu belgeliyor. ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, Çin, Hindistan, Pakistan, Kuzey Kore ve İsrail, cephaneliklerini modernize etmeye devam ediyor.

Sadece 2 bin tanesi, başta Rusya ve ABD olmak üzere, yüksek alarmda tutuluyor. Raporda, Çin’in cephaneliğinde önemli bir artış olduğu belirtiliyor. Araştırmacılar, on yılın sonuna kadar ülkenin en az ABD veya Rusya kadar kıtalar arası balistik füzeye sahip olabileceğini öngörüyor. Hindistan ve Pakistan da 2022’de yeni tip nükleer atış sistemleri tanıttı ve geliştirmeye devam etti.

ABD ve Rusya arasında stratejik nükleer silahlar için kullanım ömrü sınırları belirleyen Yeni START anlaşması, 2026 başlarında sona eriyor. Yeni anlaşmalar yapılmazsa, benzeri görülmemiş bir nükleer silahlanma yarışı tehdidi söz konusu.

Nükleer silahsız bir dünya hedefine ulaşmak iyi bir şey. Nükleer bir savaş tüm insanlığı yok eder ve böyle bir savaşın tehlikelerini önlemek için her türlü çabayı göstermeliyiz. Nükleer bir savaş kazanılamaz ve asla başlatılmamalıdır.

Bu, diğer şeylerin yanı sıra barışı, silah kontrolünü ve nükleer silahsızlanmayı güçlendirme girişimlerini gerektirir. Annalena Baerbock’un bir yıllık başkanlığı sırasında ele alması gereken bir görev ve zorluk.

En yüksek alarm seviyesini düşürmek, NATO, ABD ve Rusya (Çin de dahil) arasındaki iletişim kanallarını genişletmek ve daha fazla silahlanmadan kaçınmak gibi risk azaltma son derece acildir. Bu aynı zamanda nükleer silahların ilk kullanımından kaçınmayı da içerir.

26 Mayıs 2025’te Dünya Sağlık Örgütü DSÖ Genel Kurulu, “Nükleer savaşın halk sağlığı üzerindeki etkileri” kararını büyük bir çoğunlukla kabul etti. Alman hükümeti, Rusya, İngiltere, Fransa, Macaristan ve Kuzey Kore gibi ülkelerle birlikte yeni çalışmaya karşı oy kullandı. Rusya ve Amerika Birleşik Devletleri daha önce kararı engellemeye çalışmıştı.

Amerika Birleşik Devletleri artık DSÖ’yü desteklemiyor ve diğer NATO ülkelerini de aleyhte oy kullanmaya çağırdı. 181 seçmen arasından karar, 86 lehte, 28 çekimser ve 14 aleyhte oyla kabul edildi. 53 ülke oylamaya katılmadı.

Birçok sivil toplum kuruluşu, kararın DSÖ bünyesinde tartışılması için yoğun bir kampanya yürüttü. Karar, Dünya Sağlık Örgütüne (DSÖ) nükleer savaşın sağlık ve çevresel etkilerini sistematik olarak araştırma ve bu alandaki araştırmaları önemli ölçüde genişletme yetkisi veriyor. Özellikle, nükleer savaş ve nükleer denemelerin sağlık üzerindeki etkilerine ilişkin çığır açan 1983, 1987 ve 1993 tarihli DSÖ raporları güncellenecek.

Alman hükümetinin yönelimi ve pratik politikaları farklı bir yöne işaret ediyor. Çok taraflılığı gömmeyi ve insani yardım ve kriz yönetimi konusunda küresel sorumluluğu geri çekmeyi hedefleyen tüm devletlerin saflarına katılıyor.

Çeviren: Semra Çelik

Afganlar, İngiltere’deki şok edici veri sızdırılmasıyla bir kez daha ihanete uğradı

Diane Taylor
The Guardian

Manşet rakamları göz yaşartıcı. Times’a göre, bir İngiliz askeri, İngiliz güçlerini destekleyen 33 bin kişinin ismini, bu ülkede sığınma başvurularını doğrulamaya yardımcı olacağını umduğu bir kişiye gönderdikten sonra 100 bine kadar Afgan risk altına girdi.

Bu rakamların ardındaki hikaye, yıllardır korku içinde yaşayan ve İngiliz devleti tarafından iğrenç muameleye maruz kalan gerçek insanların hikayesi. Bilgilerin Taliban’ın eline geçebileceği ve bu kişilerin ve yakınlarının hedef alınabileceği anlaşılır anlaşılmaz, son derece gizli Rubific operasyonu başlatıldı.

Bu fiyasko, sızıntıdan haberdar olan birçok medya kuruluşunun haber yapmasını engelleyen bir ihtiyati tedbir kararı alan önceki Muhafazakar hükümet döneminde yaşandı. Mevcut hükümet, Savunma Bakanı John Healey’nin talimatıyla, sızdırılan veri tabanında bilgileri bulunan kişiler için risk düzeyini inceleyen bağımsız bir inceleme başlattı. İnceleme, Emekli Memur Paul Rimmer tarafından yürütüldü. Rimmer, Taliban’ın bu veri tabanını ele geçirmesi durumunda -mevcut veri hacmi göz önüne alındığında- bir bireyin maruz kalacağı riskin önemli ölçüde değişmesinin muhtemel olmadığı sonucuna vardı.

Bugün (15 Temmuz) öğlen saatlerinde tedbir kararı kaldırıldı. Bu sonuç, tedbir kararının neden bu kadar uzun süre devam etmesine izin verildiğine dair soruları gündeme getiriyor.

Şimdiye kadar etkilenen Afganlar, bildirilene göre 24 bini İngiltere’ye getirilmiş veya gelecekte gelecek olanlar, tüm bu gerçeklerden haberdar değildi. Veri tabanında yer alandan çok daha fazlası, Afganistan’da veya komşu ülkelerde tehlikeli bir durumda. Pakistan ve İran’a kaçanların çoğu yakalanıp Afganistan’a geri gönderildi ve sızdırılan veri tabanında isimleri olsun ya da olmasın Taliban tarafından hedef alınma korkusuyla yaşıyorlar.

Afgan müvekkilleri olan göçmenlik avukatları, sızıntıdan haberdar edilmemişti ve İngiltere’ye sığınma talebinde bulunan bazı müvekkillerine neden kuralların dışında kalma izni verildiğini merak ediyorlardı. Bugün bunun nedeni ortaya çıktı: Hükümet, bu Afganların bazılarının maruz kaldığı gerçek risk seviyesi hakkında söylediğinden daha fazlasını biliyordu.

Ancak bugünkü ifşaat hakkında hâlâ pek çok şey bilinmiyor: Tam olarak kimlerin etkilendiği, onlar ve aileleri için olası riskin ne olduğu ve bu bilginin Taliban tarafından önceden bilinip bilinmediği...

Ağustos 2021’deki Taliban darbesinden önce Afganistan’da denizaşırı güçlerle çalışan Afganlara ait kişisel verilerin sızdırılması ilk kez olmuyor. Darbeden kısa bir süre sonra ailesiyle birlikte İngiltere’ye hava yoluyla gönderilen bir tercümanın telefonuna Taliban’dan tehdit mesajları gelmeye başladı; saklanan aile üyeleriyle iletişimi kolaylaştırmak için Afgan sim kartını yanında getirmişti.

“Sabah uyanıp Afgan sim kartımı telefonuma takıp aile mesajlarını almak ve Taliban’dan Londra’da nerede yaşadığımı bildiklerini ve ailemle birlikte tehlikede olduğumuzu söyleyen tehdit mesajlarını duymak çok korkutucuydu” dedi.

Rimmer’ın bulguları, İngiliz ve Amerikan güçlerine güvenen ve onlarla uzun yıllar çalışan on binlerce Afgan’a pek de teselli vermeyecek gibi görünüyor. Birçoğu zaten korku içinde yaşıyordu. Taliban’ın isimlerinin görülüp görülmediğini bilmemek, bu hissi daha da kötüleştiriyor.

Denizaşırı hükümetlere güvenen Afganları koruma sorumluluğu yalnızca İngiltere’ye ait değil ve ağustos 2021’de çekilen ülkeler arasında eşit olarak paylaşılmalı. Ancak gerçek şu ki, Afganistan’ı aceleyle ve kaotik bir şekilde terk eden ülkeler nedeniyle birçok hayat artık daha büyük risk altında.

2023 ve 2024 yıllarında, küçük teknelerle Manş Denizi’ni geçen insanların en çok geldikleri ülkenin Afganistan olması tesadüf değil. Güvenliğe ulaşmak için başka seçenekleri olmadığında son şansları sandallar oluyor. Birçok kişi, Afganistan’daki İngiliz yetkililerin onlara ihtiyaç duyduğu aynı sebepten İngiltere’ye gelmek istiyor: Mükemmel veya kusursuz İngilizce konuşuyorlar. Ancak onları buraya ulaşmak için yasal yollardan mahrum bıraktık ve bu yolların hepsi artık kapalı.

Birçok Afgan’ı temsil etmiş olan Duncan Lewis firması avukatlarından Jamie Bell bana şunları söyledi: “Hükümetin Afgan planları, yardım etmesi gerekenlere yardımcı olmamakla kalmadı, aynı zamanda idari yetersizlik binlerce kişiyi Taliban’ın riskine atmış gibi görünüyor. Bu, Batı’nın Afganistan’daki çabalarının ayrılmaz bir parçası olan ve yasal bir yer değiştirme kararı için yıllarca beklemek zorunda kalan birçok kişiye bir ihanet daha.”

Bugünkü açıklamalar, bize yardım eden Afganlar için henüz ölçülemez bir başarısızlık. Ancak tek başarısızlık bu değil. Onları koruyamadığımız için İngiltere’ye yasa dışı yollarla ulaşmaya çalışmaya devam edecekler. 24 bin kişinin buraya getirilmiş olması veya gelmesi bekleniyor olması memnuniyet verici olsa da, çok daha fazlası hâlâ tehlike altında. Bunun yakın zamanda değişeceğine dair bir işaret yok.

Çeviren: Sarya Tunç

(Dış Haberler)

Evrensel / 20.07.25