İzBB’de yaklaşık 360 işçinin işten atılması üzerine, işçiler ve işçilerin üyesi olduğu Belediye-İş Sendikası direnişe başlamıştı. Direniş, 10. gününde Belediye Başkanı Cemil Tugay ve sendika yetkilileri arasında gerçekleşen görüşmede “anlaşma sağlanması” üzerine sona erdirildi.
Cemil Tugay’ın “Yapmak zorundaydım, özür dilerim” sözleri ve sendika yöneticilerinin “teşekkür”leriyle süslenen anlaşma, kimi basın-yayın organlarında “düğüm çözüldü”, “direniş sonuç getirdi” gibi ifadelerle olumlandı.
Haksız, hukuksuz, açık bir işçi düşmanı saldırının ürünü olarak gerçekleşen işten atmalara karşı direnmek ve bu saldırıyı püskürterek işe dönüşlerin sağlanmış olması elbette önemli. Ancak yaşanan süreç bazı soruları da beraberinde getiriyor: Anlaşmaya varılmış olması gerçekten bir “kazanım” mı? Sürecin esas kazananı kim? Yoksa kazın ayağı öyle değil mi? Katıksız bir işçi düşmanı olduğunu her bir olayda dışa vuran Cemil Tugay, işçilere ölümü gösterip sıtmaya mı razı etmiş olabilir mi?
Süreci yeniden hatırlamak, “kimin kazandığı” sorusunu da netleştirecektir. Daha bir buçuk ay önce Genel-İş Sendikası’na üye 23 bin işçinin sefalet dayatmasına karşı greve çıkması karşısında İzBB yönetimi, düşmanca bir tutum sergilemiş, AKP’nin ülkeyi yönetirken kullandığı kirli yöntemlerin neredeyse tamamına başvurmaktan geri durmamıştı. Hak aramayı ve mücadeleyi hedef haline getirmiş, işçilerin sefalet dayatması karşısında ortaya koyduğu talepleri karalayıp ezmeye çalışmıştı. Bizzat Cemil Tugay toplumun bir kesimini işçilere karşı kışkırtmayı denemiş, yasa ve kural tanımaz bir saldırganlıkla grev kırıcılığı yapmıştı. İzBB yönetimi saray iktidarının işçi ve emekçilere dayattığı ekonomik-sosyal yıkım programını belediyede kararlılıkla savunmuş, sonunda %30 zam dayatmasına karşı başlayan grevin yine bu dayatmaya boyun eğilerek ve %30’a imza atılarak sona ermesini sağlamıştı. Kısacası, süreçten “kazanan taraf” olarak çıkmıştı.
Yaşanan bu süreç, Genel-İş’e hâkim olan sendikal anlayışın bakış açısını, kapasitesini ve yaklaşımını da açıkça gözler önüne sermişti. Tüm bunlar yaşanırken belediyedeki diğer örgütlü sendika olan Belediye-İş kılını bile kıpırdatmamıştı. Aynı dönemde işçilerin kazanılmış haklarına yönelik pervasız saldırılar gündeme gelmişti. Belediye yönetimi eş-dostun işe alımları ve akraba kontenjanları üzerinden, belediyelerde “herkesin bildiği” yöntemleri ağzına sakız ederek, işten çıkarmaları meşrulaştırmaya çalışmıştı. Bu vesileyle Belediye-İş ile imzalanan 2024 TİS’i ve bu sözleşmenin getirdiği hakları hedef almış, tam bir pervasızlıkla Eylül 2025’te gerçekleşmesi gereken altıncı ay zammının iptal edilmesini ve sözleşmeyle güvence altına alınmış primlerin kaldırılmasını talep etmişti. Sendikayla yapılan görüşmelerden istediği sonucu alamayınca da işten atma saldırısını başlatmıştı.
On günlük direnişin ardından atılan işçiler işe geri alındı, ancak süreç İzBB yönetiminin en başından beri dayattığı koşullara boyun eğilmesiyle sonuçlandı. Primler kaldırıldı, Eylül zammının Ocak 2026’ya ertelendiği söylendi. Anlaşma bu temelde yapılmış ve verilen mutluluk pozları da buna dairdi. Peki, gerçekten kim kazandı?
“Ertelemek” esasında “vermeyeceğiz” demektir. Çünkü Ocak 2026, aynı zamanda yeni TİS sürecinin başlangıcı. Bu durumda, yeni sözleşme süreci arada gasp edilen Eylül 2025 zammının uygulanmadığı ücret düzeyleri üzerinden başlayacak. Bu gerçeği herhalde kimse inkâr edemez.
Belediye-İş Sendikası, süreç boyunca gerek genel başkanın gerekse şube yöneticilerinin açıklamalarında “kazanılmış hakların” verilmesinin asla söz konusu olamayacağını, bunun sendikaya, örgütlülüğe ve TİS sürecine yönelik açık bir saldırı olduğunu haklı olarak sıkça vurgulamıştı. “Anlaşmadan” yalnızca bir gün önce direniş alanına gelen Belediye-İş Genel Başkanı Nihat Yurdakul da aynı sözleri yinelemişti. Ancak ertesi gün, tüm bu sözler yutularak, “erteleme” gibi yanıltıcı bir söylemin ardına sığınılarak, işçi, sendika ve örgütlülük düşmanı olarak tanımlanan adımlara boyun eğildi. Bir kez daha Cemil Tugay kazandı. Bu kez de Genel-İş kılını kıpırdatmadı.
“Düğüm çözüldü” diyenleri, “direniş kazanım getirdi” diyenleri bu süreçte yaşananlara bir de bu açıdan bakmaya davet ediyoruz. Hem Genel-İş hem de Belediye-İş üyesi işçileri çok daha zor bir dönemin ve ağır saldırıların beklediğini hatırlatmak istiyoruz. Taleplerimize, kazanılmış haklarımıza, sendikal örgütlülüğümüze ve iş güvencemize sahip çıkabilmenin tek yolu, kararlı, sendika ayrımı gözetmeyen, birleşik ve bütünlüklü bir mücadeleden geçmektedir. Yapılan anlaşmanın bize söylediği en temel gerçek budur.
İzmir’den bir sınıf devrimcisi