İşçi sınıfının bitmeyen kavgası: 1 Mayıs

Güçlü bir 2025 1 Mayıs’ı, baskı ve zorbalık düzenine vereceğimiz en anlamlı yanıtlardan biri olacaktır. Güçlü bir 2025 1 Mayıs’ı, sendikasız, düşük ücretlerle, kölece çalışma koşullarına karşı açtığımız bir mücadele bayrağı olacaktır. Güçlü bir 2025 1 Mayıs’ı, emeğin kurtuluşunun insanlığın kurtuluşu olduğunu dosta-düşmana hatırlattığımız bir gün olacaktır.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 26 Nisan 2025
  • 12:30

Yıllardır adım adım kurulan baskı ve zorbalık rejiminin sonuçlarını hep birlikte yaşıyoruz. Son bir ayda yaşanan gelişmelerle de bu rejimin toplumun farklı kesimlerinde nasıl bir tepki biriktirdiğini yine yaşayarak görüyoruz. 

19 Mart’ta, tepkilerin ortaya çıkmaya başladığı ilk andan itibaren, daha önce de birçok vesileyle dile getirdiğimiz bir gerçeğin altını bir kez daha kalınca çizdik. İşçi sınıfı, örgütlü bir sınıf olarak demokratik hak ve özgürlükler mücadelesinin tarafı olmak zorunda. Hatta, örgütlü bir sınıf olarak o mücadelenin en ön safına geçmek zorunda. Çünkü, her şeyden önce işçi sınıfı baskı ve zorbalık rejiminin faturasını en ağır ödeyen toplumsal kesimlerin başında geliyor. Dahası, kurulmaya çalışılan baskı ve zorbalık rejiminin karşısındaki en büyük gücü, bugünkü eylem düzeyinden bağımsız olarak işçi sınıfı oluşturuyor. 

Tarihsel olarak bakıldığında da, bugün ortadan kaldırılmaya çalışılan hak ve özgürlüklerin tüm dünyada işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesiyle kazanıldığı açıklıkla görülür. Tarihin bize öğrettiği diğer gerçek ise, işçi sınıfının baskı ve zorbalık rejiminde gedikler açmadığı sürece ne ekmeğini büyütebileceği ne de insanca koşullarda çalışıp yaşayabileceğidir. 

İşçi sınıfı demokratik hak ve özgürlükler için kavgaya atılmadıkça, bu kavgayı kendi iktidar mücadelesinin dayanağına dönüştürmedikçe, aktörler değişse de boynundaki kölelik zincirlerinden kurtulamayacaktır. 

Ön günlerinde olduğumuz işçi sınıfının birlik mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs’ın tarihi bu yalın gerçekleri bize anlatır.

“8 saatlik işgünü” mücadelesinden sömürü ve baskı düzenine karşı mücadeleye!

1 Mayıs, 19. yüzyılın sonlarında yükselen “8 saatlik işgünü” mücadelesi ile tarih sayfalarına girdi. İşçiler ilk kez 1856 yılında Avustralya’da “8 saatlik işgünü” için gösteriler yaptılar. 1880’li yıllara gelindiğinde ise “8 saatlik işgünü” dünyanın dört bir yanında işçilerin ortak talebiydi artık. Çünkü 1800’lü yıllar, çalışma sürelerinin 14-16 saate vardığı, işçilerin en kötü koşullarda gece gündüz demeden azgın sömürü koşulları içinde çalışmaya zorlandığı bir dönemdi. “8 saatlik işgünü”, daha az çalışmak için değil, insanca yaşamak için talep ediliyordu. 

1886 yılında, bu defa Amerika’da 400 bin işçi “8 saatlik işgünü” için iş bıraktı, meydanlara çıktı. İşçi sınıfı, sonuç alana kadar bu mücadeleyi sürdürmeye kararlıydı. Yaşamaya mahkûm edildiği insanlık dışı koşullara rağmen onun sergilediği bu kararlılığının gerisinde ise örgütlü gücü yatıyordu. Bugün ile kıyaslanamayacak imkansızlıklara rağmen yüzbinlerce işçi tek bir yumruk gibi davranmayı başarabiliyordu. Tam da bu sayede bundan tam 139 yıl önce verilen o mücadele tarihe miras kaldı. İşçi sınıfının uluslararası örgütü olarak 1889 yılında kurulan 2. Enternasyonal, 1886 yılında verilen mücadelenin anısına 1890 yılında bir kez daha “8 saatlik işgünü” talebiyle meydanlara çıkma kararı aldı. O kararla birlikte de 1 Mayıs, işçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü haline geldi. “8 saatlik işgünü” uğruna başlayan mücadele yeni taleplerle, ama daha da önemlisi insanca yaşanacak bir düzene olan inançla devam etti.

Çünkü işçi sınıfı “8 saatlik işgünü”nü kazandığında da sömürünün son bulmayacağını, bu kadarının insanca bir yaşam için yeterli olmayacağını biliyordu. “8 saatlik işgünü” uğruna verdiği mücadelelerde dostunu ve düşmanını bir kez daha tanımıştı. Ve o mücadeleyi on yıllar boyunca verilen mücadelelerin birikimiyle kazanmıştı.

Daha 1848 Devrimleri’nde burjuvaziden dost olmayacağını çok iyi öğrenmişti işçi sınıfı. Kralları alaşağı etmek için işçi sınıfını yanlarına çeken burjuvalar, onun gerçek gücünün farkına vardıkları krallarla uzlaşıp işçi sınıfına savaş açtılar. İktidarı ele geçirdiklerinde de, işçi sınıfına köleliğin yeni bir biçiminden başka hiçbir şey vermediler. Öyle ki, o günün koşullarında bugün sıradan bir hak olan oy verme hakkı bile yoktu işçi sınıfının. Sendikalar bile yasa dışıydı. Burjuvalar, işçi sınıfına insan muamelesi yapmıyordu. Bu koşullara rağmen haklarına sahip çıkan işçi sınıfı örgütlendi ve mücadele etti. Yeri geldiğinde ekonomik hakları için, yeri geldiğinde “genel oy hakkı” da dahil olmak üzere siyasal hakları için... Dahası, 1871 yılına gelindiğinde, Fransa-Prusya Savaşı’nın ardından burjuvalar Paris’i bırakıp kaçarken, Paris’e sahip çıkan ve tarihin ilk işçi devletini kuran da Paris’li işçiler oldular.

1889’da bir daha silinmemek üzere tarihe yazılan o “8 saatlik işgünü” mücadelesi işte bu mücadelelerin ve burada tek tek sayamayacağımız çok daha fazlasının birikimiyle zafer kazandı. Çünkü, bu bir sınıf kavgasıydı.

Türkiye de 1 Mayıs

Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de işçi sınıfı bu birikimlerle 1 Mayıs’ı kazandı. Ve o birikimlere kendi deneyim ve birikimlerini ekledi. Daha, Osmanlı İmparatorluğu döneminde, 1900’lü ilk yıllarda 1 Mayıs eylemleri gerçekleştirdi Türkiye işçi sınıfı. Ekonomik hakları için grevler yaptı. Emperyalist işgal yıllarında ise 1 Mayıslar bu kez işgal karşıtı protestolar halini almıştı. 

Avrupa’da olduğu gibi Türkiye’de de burjuvazinin ikiyüzlülüğünü öğrenmesi uzun sürmedi işçi sınıfının. 1925 yılında Takrir-i Sükûn Kanunu ile 1 Mayıslar yasaklandı. 1935 yılında ise “Bahar ve Çiçek Bayramı” ilan edildi. On yıllar boyunca fabrikalarda ve evlerde gizli toplantılarla kutladı. İlk kez 1976 yılında yüzbinler olup meydanlara aktı, taleplerini haykırdı. 1977’de ise, 1886’da Amerika’da olduğu gibi komplo ve katliam devredeydi. 37 emekçi Taksim Meydanı’nda katledildi. 

Ne var ki uyuyan dev artık uyanmıştı. Devletin katliamcı yüzünü ortaya sermesi de, 12 Eylül cuntası da engelleyemedi 1 Mayıs geleneğinin bu topraklarda gelişip serpilmesini. Talepleriyle, eşit ve özgür bir dünyaya özlemiyle 1 Mayıslar ’da meydanlarda olmaya devam etti Türkiye işçi sınıfı.

İşte bugün, ülkemizde ve tüm dünyada bu 200 yıllık birikimin deneyim ve dersleriyle 1 Mayıs’a hazırlanıyoruz. O birikim ve deneyimlerin dersleriyle, en temel haklarımızı koruyup geliştirmenin yolunun bir sınıf olmaktan geçtiğini biliyoruz. Bir sınıf olarak haklarımızı kapitalist patronlardan ve onları koruyup kollayanlardan söke söke almamız gerektiğini biliyoruz. O birikim ve deneyimin dersleriyle, sadece daha iyi bir ücret ve çalışma koşulları için değil, demokratik hak ve özgürlüklerimiz için de meydanlarda olmamız gerektiğini biliyoruz. O birikim ve deneyimin dersleriyle, dünya işçi sınıfının bir parçası olarak, eşit ve özgür bir dünya için 1 Mayıs geleneğini büyütmemiz gerektiğini biliyoruz.

Güçlü bir 2025 1 Mayıs’ı baskı ve zorbalık düzenine vereceğimiz en anlamlı yanıtlardan biri olacaktır.

Güçlü bir 2025 1 Mayıs’ı sendikasız, düşük ücretlerle, kölece çalışma koşullarına karşı açtığımız bir mücadele bayrağı olacaktır. 

Güçlü bir 2025 1 Mayıs’ı emeğin kurtuluşunun insanlığın kurtuluşu olduğunu dosta-düşmana hatırlattığımız bir gün olacaktır.

***

Sönmeyen ateş!

Burjuvazinin tarihi komploların tarihidir. Kendi iktidarını korumak için en kirli yöntemleri kullanmakta hiçbir zaman tereddüt etmez burjuvalar. Hele de söz konusu olan emeği üzerinde saltanat kurduğu işçi sınıfıysa, onun mücadelesini ezip sindirmek için her yolu dener. 1 Mayıs geleneğinin oluşmasında özel bir yeri olan Haymarket Komplosu da burjuvazinin bu sınıf düşmanı tavrının en önemli örneklerinden biridir. 

Tarihe “Haymarket Komplosu” olarak geçen, Amerikalı dört işçi önderinin idamı, birinin ise şüpheli intiharı ile sonuçlanan olaylar, 1886 yılında Chicago’daki McCormick fabrikasındaki greve dayanır. 1 Mayıs 1886’da Amerika’nın dört bir yanında yüzbinlerce işçinin “8 saatlik işgünü” talebiyle gerçekleştirdiği gösterilerin ardından, McCormick fabrikasında devam eden greve 3 Mayıs günü polis ve grev kırıcılar tarafından bir saldırı gerçekleştirilir. Bu saldırıda altı işçi hayatını kaybeder.

4 Mayıs günü bu saldırıyı protesto etmek için Haymarket Meydanı’nda bir miting gerçekleştirilir. Mitingin bitimine doğru polislerin olduğu tarafa doğru nereden geldiği belli olmayan bir el bombası atılır. Bombanın ve olayın ardından yaşanan çatışmalar sonucunda yedi polis ve dört işçi ölür.

Bu olayı bahane eden burjuva devlet işçilere yönelik tutuklama furyası başlatır. Hedefte ise greve öncülük eden işçiler vardır. Göstermelik yargılamalar sonucunda yedi işçi önderi idama mahkûm edilir, bir işçiye ise 15 yıl hapis cezası verilir. İdama mahkûm edilen işçi önderlerinden Albert Parsons, August Spies, Adolph Fischer ve George Engel 11 Kasım 1887’de idam edilir. Louis Lingg ise idamlardan bir gün önce hücresinde ölü bulunur.

İdam edilen işçi önderlerinin her biri Chicago ve Amerikan işçi sınıfının gerçekleştirdiği birçok eylemin ve o dönem yükselen “8 saatlik işgünü” mücadelesinin öncüleri arasındadır. Yapılan göstermelik yargılamalarda bu gerçeği işçi düşmanı jüri üyelerinin yüzüne haykırırlar.

İdam edilen işçi önderlerinden George Engel işçi düşmanlarına, “Hakları yalnız imtiyazlı olanlara göre ayarlayan ve işçilere hiç hak tanımayan hükümete karşı kim saygı duyabilir? Böyle bir hükümete saygım yok benim...” diyerek meydan okur. İdamından önce yazdığı mektubunda da işçi sınıfına şu sözlerle seslenir: 

“İşçi sınıfına sesleniyorum! Artık bizlere açık bırakılan hiçbir uzun yola ve oy sandıklarına inanmıyorum. Zamanı geldiğinde, halkın yükünü dayanılmaz hale getiren yollar ve araçlar üzerine düşünün. Bizim suçumuz budur. Biz insanların kapitalizme karşı mücadelede kendilerini özgürleştirme yollarını ve araçlarını ortaya koyduk.” 

Diğer bir işçi önderi August Spies ise şöyle seslenir sınıf düşmanlarına: 

“Bizi asarak işçi hareketini, milyonları, yoksulluk içinde çalışan milyonlarca işçiyi kendisine çeken bir hareketi yok edeceğinize inanıyorsanız, durmayın bizi asın! Burada bir kıvılcımı yok edeceksiniz, ama orada, önünüzde ve arkanızda her yerde başka kıvılcımlar çakacaktır. Bu, içten içe yanan bir ateş. Bu ateşi söndüremezsiniz.”

İşte o ateş 1 Mayıs geleneği ile yanmaya devam ediyor. Söndüremediler, söndüremeyecekler!

Emeğin Kurtuluşu’nun 54. sayısından alınmıştır…