"Faşizm yalnızca geçmişin karanlığı değildir; onun ayak sesleri, bugün devletin koridorlarında yankılanıyor."
Hannah Arendt’e ithafen, Anti-faşist Hareket
27 Temmuz Pazar günü, Avusturya polisi, ülkenin güneyinde bulunan Persmanhof’ta yapılan bir anti-faşist eğitim kampına yüzlerce kişilik bir güçle baskın düzenledi.
Yaklaşık 60 genç, burada hafta sonu boyunca Nazi savaş suçları ve faşizme karşı direniş konulu eğitimlere katılmış, tartışmalar yürütmüştü. Ancak bu tarihsel ve politik bilincin ele alındığı etkinlik, helikopterler, dronelar, köpekli birlikler ve ağır donanımlı polislerin saldırısıyla kesintiye uğratıldı. Bu saldırı, özel mülk sahibi tarafından etkinliğe açıkça izin verilmiş olmasına rağmen gerçekleştirildi.
Saldırının gerekçesi, “özel mülk üzerinde izinsiz kamp” ve “kamu düzeninin bozulması” gibi uydurma iddialardı. Oysa bu “kamu düzeni” dedikleri şey dağlık, tenha bir alanda bulunan tek binadan ibaretti. Belli ki mesele kamp değil, mesele, faşizmin gerçek yüzünü teşhir eden hafızayı susturmaktı. Saldırı başta “Der Standard”, “Die Presse”, “Kleine Zeitung” gibi “ana akım” Avusturya basını olmak üzere çok sayıda yazılı ve sözlü yayında yer buldu.
Sermayenin “ana akım” medyası, olayı “gençlerin yasa dışı kampı” gibi çarpıtılmış bir çerçevede verdi. Anti-faşist güçler, polisin keyfi şiddetini ve devletin faşizan ideolojik yönelimini açıkça teşhir ederken, resmi makamlar ise hala suskunluğunu koruyor. Polislerin sıradan kolluk gücü değil, devletin özel güvenlik birimlerinden oluştuğu bilgisi, saldırının tesadüf olmadığını, üst makamlar tarafından organize edildiğini ortaya koyuyor. Gençlerin anti-faşist bilinç geliştirdiği bir eğitim etkinliği bile, artık “devletin güvenliği” için tehdit olarak değerlendiriliyor.
Faşist geçmişin bugünkü yüzü
Bu durum aslında şaşırtıcı değil. Avusturya’nın mevcut İçişleri Bakanı ve bölgenin kaymakamı Nazilere hayranlık duymasıyla biliniyor. Bu hayranlık, Avrupa’da faşist ideolojilerin sadece sokakta değil, devletlerin tam merkezinde yer aldığını gösteren somut örneklerden biridir.
Nitekim saldırı Avusturya’da büyük bir tepkiyle karşılandı. Yeşiller, KPÖ (Avusturya Komünist Partisi) ve hatta sağ popülist “Team Kärnten” partisi bile olayın ciddiyetine dikkat çekerek, kapsamlı bir soruşturma ve sonuç talep etti. Bir antifaşist eğitim kampı uydurma gerekçelerle bastırılıyorsa, bunun adı faşizmdir.
Avrupa’da yükselen faşist dalga
Bu olay, sadece Avusturya’ya özgü değil. Avrupa’nın pek çok ülkesinde, özellikle son 10 yılda, aşırı sağcı/faşist güçler sadece parlamentolarda değil, yargıdan polise, bürokrasiden medyaya kadar tüm devlet mekanizmalarına hızla nüfuz etti.
İtalya’da Meloni’nin hükümeti, Almanya’da AfD’nin yükselişi, Fransa’da Le Pen’in devlet kademelerinde etkili olması bu sürecin parçalarıdır.
Faşizmin sembolleri artık sadece “geçmişin utancı” değil, bugünün iktidar aygıtlarının içinde yeniden yeşermektedir. Eskiden “marjinal” sayılan bu yapılar artık merkez sağ ile ittifaklar kurmakta, kamu yönetimini şekillendirmekte ve antifaşist, ilerici her türlü hareketi bastırmaya çalışmaktadır.
Avusturya’daki baskın da bu bağlamda ele alınmalı. Anti-faşizm artık sadece bir tarih bilinci değil; doğrudan bugünün faşist devlet politikalarına karşı bir direniş hattı halinde ele alınmalıdır.
***
Baskının hedefi olan Persmanhof, sembolik değeri olan bir mekan. Burası, 25 Nisan 1945’te bir SS birliği tarafından basılmış, Sadovnik ve Kogoj ailelerinden 11 kişi katledilmişti. Katledilenlerin yedisi çocuktu, en küçüğü ise henüz birkaç aylıktı. Bu katliamdan sağ kurtulan aile üyeleri, çiftliği tarihsel hafızanın yaşatılacağı bir merkez olarak düzenledi. Kurulan eğitim derneği, bu katliamla yüzleşen kapsamlı bir sergi hazırladı. Bugün hâlâ Persmanhof, antifaşist eğitim ve diyaloğun merkezi olarak işlevini sürdürüyor.
Ancak şimdi bu hafıza saldırı altında. Persmanhof’a yönelik baskın, sadece gençlere değil, tarihin yüzleşilmemiş karanlıklarına ışık tutan bir belleğe yönelik açık bir saldırıdır.
Avusturya’daki bu baskın, Avrupa’da yükselen faşizmin açık bir örneğidir. Anti-faşist hafızanın bastırılması, tarihsel suçların yeniden kutsanması ve gençlerin politik bilincinin şiddetle ezilmesi, bu kıtanın kapitalist devletler tarafından yeni bir karanlığa doğru sürüklenmek istendiğini gösteriyor.
Anti-faşist mücadele, sadece geçmişin hatırlanması değil, bugünün otoriterleşen devlet politikalarına karşı bir direnme zorunluluğudur aynı zamanda. Ernst Bloch’un dediği gibi, "Anti-faşist mücadele, anıların değil, geleceğin savunusudur."