Ekonomik ve sosyal yıkıma karşı;

Sınıf bilincini kuşanalım, safları sıklaştıralım!

Sınıf mevzilerinde gelişen eylem ve direnişleri güçlendirmek, aralarında bağlar oluşturmak ve direnişçilerin sesini bütün sınıfa taşımak için dayanışmayı büyütelim.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Sınıf
  • |
  • 29 Temmuz 2025
  • saat-icon
  • 19:30

Milyonlarca işçi ve emekçi ekonomik ve sosyal krizin yarattığı yıkımla boğuşuyor. Başta işçi sınıfı olmak üzere geniş emekçi yığınlar, insanca yaşamak şöyle dursun açlık sınırının dahi altında kalan bir ücretle yaşamaya çalışıyor. Öte yandan, yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı karşısında emekçilerin alım gücü düşmeye devam ediyor.

Asgari ücretle yaşamaya çalışan milyonlar, alınmayan önlemlerin yanı sıra esnek, kötü ve ağır çalışma koşullarında “iş kazası” adı altında cinayete kurban gidiyor. Fabrikalarda, atölyelerde, sanayi havzalarında, tarlalarda, madenlerde, inşaatlarda ve daha pek çok alanda hemen her gün işçilerin ölüm haberleri ile karşılaşıyoruz. Bu ölümler bize anlatıldığı gibi “kader” ya da “fıtrat” değil, alenen işlenen cinayetlerdir.

Cinayetler silsilesi devam ederken, hemen her sabah belli bir ürün grubuna gelen zam haberleriyle uyanıyoruz. Felakete sürüklenen milyonlar her geçen gün daha da yoksullaşıyor. Geniş yığınlar açlık, yoksulluk, yoksunluk yüzünden temel insani ihtiyaçlarını dahi karşılayamaz haldeyken, bir avuç asalak kapitalist servetlerine servet katarak varlıklarını büyütüyor.

Gelinen aşamada bütünlüklü olarak ekonomik, sosyal ve kültürel yıkımın eşiğini geçmiş durumdayız.

***

Yığınlar üzerindeki etkilerini yitiren egemen sınıf dinsel gericilik, şoven milliyetçilik, mezhepçilik gibi kutuplaştırıcı ve ayrıştırıcı politikalarla artık yol yürüyemeyeceğinin farkında. Bu yüzden baskı ve zorbalık sopasını kullanarak yola devam etmeye çalışıyor. Devletin zor ve baskı aygıtlarını elinde bulunduran iktidar, bir taraftan yargı ve şantaj yoluyla tehditler savuruyor, öte taraftan mücadeleci kesimleri kaba şiddetle susturmaya ve mümkün olduğu ölçüde ezmeye çalışıyor.

Sermaye sınıfı bu saldırıları çeşitli kılıflar ile masum göstermeye çalışsa da AKP-MHP iktidarını bu konuda oldukça cüretkar adımlar atmaya yönelten şey, halihazırda işçi sınıfının bilinç ve örgütlülük düzeyinin zayıf olmasıdır. Egemen sınıflar ve onların siyasi temsilcileri “demokrasi ve vatanseverlik” adı altında, krizin faturasını işçi sınıfı ve emekçilerin sırtına yıkmak için binbir takla atıyor. İktidarın, kapitalistlerin, bakanların, milletvekillerinin ve bütünüyle sermaye sözcülerinin “aynı gemideyiz” masalını koro halinde söylemeleri, mızrağın artık çuvala sığmadığına işaret ediyor.

Bugün bize dayatılan bu insanlık dışı yaşama koşulları, çoğunlukla “kader-fıtrat” gibi dini söylemlerle gerekçelendirilmek isteniyor. Öte yandan silah ve “savunma” sanayisi üzerinden (tabii yerli ve milli olan) propaganda yapılarak “iç ve dış düşmanlara karşı mücadele içindeyiz, sefalete biraz daha sabredin” deniliyor. En basit tabirle bu durumu eleştirenler ise vatan hainliği veya devlet düşmanlığı ile suçlanıyor. Nükteli bir tabirle “yararsız asalaklar” olarak tanımlayabileceğimiz burjuva mülk sahipleri ise, gelinen aşamada sınırsız sömürü düzeninin keyfini çıkarıyor.

Komünist Manifesto’da dendiği gibi, “Modern devlet burjuvazinin işlerini yürüten ortak komitedir”. Fakat burjuvazi çoğunlukla krizleri, savaşları ve sosyal yıkımları kötü devlet yöneticilerinin üzerine atarak sorunun esas kaynağını bulanıklaştırır. Elbette burjuva devlet mekanizmasının, yürütücü unsurlarının politikaları bu durumdan bağımsız değildir. Fakat devletin ve politikaların arkasındaki sınıf, burjuvaziden başka bir şey de değildir.

Sermaye devleti gelinen aşamada artık üstü kapalı bir şekilde değil, açıktan ve aleni bir şekilde sömürüyü katmerleştirecek olan politikaları hayata geçiriyor. Yeni vergi matrahları geliyor, esnek çalışma koşulları ile mesai saatleri yükseltiliyor, ağır çalışma koşulları dayatılıyor, işçi ve emekçilerin temel haklarından biri olan sendikalaşmanın önüne engeller çıkarılıyor, anayasal hak olmasına rağmen grevler yasaklanıyor vb… Bütün bunlara rağmen “Aynı gemideyiz, bu acı reçete hepimizin ödemesi gereken bir bedeldir” diyebilecek kadar da pişkinler.

Kapitalistlerin “ahlak” anlayışı, “üretim araçlarının özel mülkiyeti ve sınırsız sömürme özgürlüğü” temeline dayanır. Bu asalak sınıf için kâr yasası bütün yasaların üstündedir. Kâr için yapamayacağı şey, ayaklar altına almayacağı yasa, işlemeyeceği suç yoktur. Burjuvazi bir bütün olarak, devlet mekanizması başta olmak üzere toplumun hemen her kademesinde örgütlüdür. İşçi sınıfının içinde ise “sarı sendikalar, cemaatler, sermayenin siyasi partileri vb.” ile örgütlülüğünü var eder. Örgütlenme özgürlüğünü kendi için sonuna kadar kullanan bu asalaklar takımı, işçi sınıfının örgütlülüğünü engellemek için her yol ve yönteme başvurmaktan da çekinmez.

***

AKP-MHP rejiminin sermaye adına yürüttüğü pervasız saldırı furyasına karşı ekonomik ve sosyal anlamda en gerçek ve en samimi tepkiler işçi sınıfı ve emekçilerden geliyor. Bu tepkileri ortaya koyan emekçilerin halen örgütsüz olduğu bir gerçek olsa da bugün yapılması gereken şey, ortaya çıkan mücadele mevzilerini geliştirip güçlendirmek için çaba harcamaktır.

Bugün pek çok sektörden binlerce işçi grev, iş yavaşlatma vb. eylemler yapıyor. TİS sürecindeki kamu işçileri, Gübretaş işçileri, GM Teknik işçileri, Temel Conta işçileri, Queen Tarım işçileri, Toros Tarım işçileri ve TPİ işçilerinin grev ve direnişleri sürüyor. Bu eylemleri güçlendirmek, aralarında bağlar oluşturmak ve direnişçilerin sesini bütün sınıfa taşımak için dayanışmayı büyütelim.

İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!

K. Torlak