2025 1 Mayıs’ını; derinleşen ekonomik krizin faturasının çok yönlü olarak işçi ve emekçilere ödetildiği, faşist baskı ve terörün tırmandırıldığı bir süreçte karşıladık. 19 Mart’tan itibaren kendini dışa vuran halk hareketi ve gençlik isyanı bu 1 Mayıs’a ayrı bir anlam yüklüyordu. 1 Mayıs’ta saray rejimi ve sermaye iktidarının topyekûn saldırılarına karşı, topyekûn mücadele kararlılığıyla alanlara çıkmak büyük bir önem taşıyordu. Ancak geride kalan 2025 1 Mayıs'ına işçi sınıfı açısından bakıldığında, sınıfta biriken öfke ve tepkinin alanlara gereğince yansıdığı söylenemez. Ülkenin değişik yerlerinde gerçekleşen 1 Mayıs’lara işçi sınıfının katılımı geçmiş yıllarla az çok paralel olmuş, aynı zamanda 19 Mart hareketinin sınıf içindeki etkisinin sınırlı kaldığı görülmüştür.
Bu tablo işçi sınıfının mücadele ve örgütlenmesinin önündeki engellerin halen yerli yerinde durduğunu göstermektedir.
1 Mayıs’a giderken...
Türkiye kapitalizmi tarihinin en büyük krizlerinden birini yaşarken, bu krizin faturasının saray rejimi ve sermaye iktidarı eliyle işçi ve emekçilere ödetilmek istenmesi, yaşam ve çalışma koşullarında büyük bir yıkıma yol açtı. Yoksulluk hızla arttı, ücretler eridi, çalışma koşulları ağırlaştı, yüksek enflasyon nedeniyle emekçilerin alım gücü ciddi biçimde düştü.
Ancak milyonlarca işçinin “örgütlü” olduğu sendika yönetimleri, bu kapsamlı saldırılar karşısında göstermelik eylemler dışında bir şey yapmadılar. Sermayenin saldırılarına karşı mücadele etmek için ne niyetleri ne de takatleri olmadığı bir kez daha gösterdiler.
Geçtiğimiz Temmuz ayında, sözde birleşik mücadele hedefiyle bir araya gelen üç konfederasyonun bürokratları, kısa süre içinde masada söylediklerini ve verdikleri sözleri unutmuşlardı. Üst perdeden konuşan DİSK bürokratları, bölgesel düzeyde birkaç cılız eylemin ötesine geçmediler. Türk-İş bürokratları ise yüz binlerin katıldığı 20 Ekim Ankara mitinginde attıkları hamasi nutuklara rağmen sonrasında hiçbir adım atmadılar.
Bu tablo, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ve bazı bürokratların tutuklanmasıyla başlayan halk hareketi döneminde de sürdü. Başta gençlik olmak üzere toplumun geniş kesimlerinde biriken öfke ve tepki, ülkenin dört bir yanında kitlesel eylemlere dönüşürken, sendikalar bu eylemleri boş gözlerle izlediler. Bu süreçte DİSK’in “millet alışverişte görsün” havasında ilan ettiği yarım günlük iş bırakma eylemi ise tamamen başarısız oldu.
Böyle bir atmosferde, bir yanda derinleşen kriz, öte yandan artan baskı ve zorbalığa rağmen geniş sınıf kesimlerinde oluşan öfke, eylemli zeminlere dönüşmedi. Çoğunluğu örgütsüz olan geniş sınıf kesimleri artan saldırı dalgasından bunalırken, ortaya çıkan sınırlı sayıdaki grev ve direniş ise; bir kısmının elde ettiği başarılara rağmen sınıf hareketinin sorunlarının çözümünde özel bir rol oynamadı. Asgari ücret süreci ve onu takip eden yıllık zamlar dönemini işçi sınıfı büyük oranda sessizlikle geçirdi.
1 Mayıs alanlarından yansıyanlar...
1 Mayıs, her şeye rağmen sermaye sınıfının topyekûn saldırılarına karşı birleşik bir güçle karşı koymak için bir başlangıç işlevi görebilirdi. Ancak sendika bürokratları bu olanağı değerlendirmek adına hiçbir adım atmadılar. DİSK ve KESK, çoğu yerde düzen muhalefetine yaslanarak mitingler gerçekleştirdi. Türk-İş, başta Kartal olmak üzere bölgesel mitinglerle yetinirken, bazı illerde Disk ile ortaklaştı. Hak-İş ise “sınıf için önemli bir merkez” olduğu gerekçesiyle Rize’de miting yaptı.
Bu parçalı tabloya ek olarak, 1 Mayıs öncesinde sınıf kitlelerinin taleplerinin kitlesel olarak görünür kılınması için de özel bir çaba gösterilmedi. Miting kürsülerinde ise kapsamlı saldırılara karşı yalnızca genel geçer mücadele çağrıları yapıldı. “Genel grev, genel direniş” ise hiçbir sendika bürokratı tarafından ağzına dahi alınmadı.
Miting alanlarında işçi kortejlerinden yansıyan talep ve sloganlar daha çok kriz merkezliydi ve işyeri sorunları eksenli oldu. Artan sorunlara rağmen katılımın düşüklüğü, işçilerin kendi yaşadıkları sorunlarla 1 Mayıs arasında güçlü bağlar kurmadığının göstergesiydi.
Kamu sektöründe süregelen ve TÜHİS’in üç toplantıdır herhangi bir teklif sunmadığı sözleşme süreci, kamu işçilerinde ciddi bir öfke yaratmış olsa da, bu öfkenin 1 Mayıs alanlarına yansımamış olması bu durumun en dikkat çekici örneklerinden biri oldu.
Son dönemde sınıf hareketi, irili ufaklı işçi direnişleri ve eylemleriyle kendisini ifade etmektedir. Bu direnişlerin bazıları, özellikle metal fabrikalarında olduğu gibi belli kazanımlarla sonuçlanmış, bazıları ise hâlen devam etmektedir. Bu kesimlerin miting alanlarındaki dinamizmi ve coşkusu, yaşanan eylemli süreçlerin pozitif etkisini göstermektedir. Öte yandan, son dönemde belediye işkolunda yapılan satış sözleşmelerine duyulan tepki 1 Mayıs alanlarına negatif olarak yansımış, Genel-İş kortejlerinin bu kadar zayıf olması bu olguda rol oynamıştır.
19 Mart sonrası yaygınlaşan “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz” sloganının sıkça atılması, Ekrem İmamoğlu ve diğer tutuklamalara yönelik tepkiler işçi kortejlerinde de yer yer kendini hissettirmiştir. Ancak bu sınırlı tepkilerin varlığı, 19 Mart sonrası gelişen ve gençliğin öncülük ettiği kitlesel hareketlerle 1 Mayıs arasında güçlü bir bağ kurulduğu anlamına gelmemektedir.
Sonuç yerine
2025 1 Mayıs’ı sermaye sınıfına ve saray rejiminin saldırılarına karşı güçlü bir gövde gösterisine dönüşmemiş olsa da, yine de alanlarda on binler bulunması önemlidir.1 Mayıs’ın ortaya koyduğu tablo, sınıf hareketi açısından aşılması gereken engellere ve yüklenilmesi gereken görevlere işaret etmektedir.
Önümüzdeki süreçte sömürü ve baskı politikalarının kesintisiz olarak devam edecektir. Bu koşullarda krizin faturasına ve baskı rejimine karşı en geniş kesimleri mücadeleye seferber etmek, biriken öfke ve tepkiyi somut mücadele biçimlerine dönüştürmek hayati önemdedir.
Son olarak, TÜPRAŞ işçilerinin krizin faturasının kendilerine ödetilmek istenmesine karşı gösterdiği eylemli tepkiler de göstermektedir ki, metalden kamu sektörüne kadar örgütlü- örgütsüz milyonlarca işçide öfke ve tepki birikmeye devam etmektedir.
Görev, “sınıfa karşı sınıf” bakışıyla bu öfke ve tepkiyi örgütlemek ve mücadeleye sevk etmektir.
S.Soysal