İşçi hareketi neden gelişmiyor?

İşçi sınıfı uzun süredir kendisine yönelik saldırı dalgalarına direnmektedir. Ancak mücadelesi belli sınırları aşamadığı gibi daha çok çalışma ve yaşam koşullarıyla sınırlı iyileştirmeleri hedeflemektedir.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 23 Mayıs 2025
  • 15:00

İşçi hareketi hâlen güçlü bir mücadele kapasitesi ortaya koyamıyor. Bu, hem 19 Mart döneminin hem de 1 Mayıs tablosunun bir kez daha ortaya koyduğu bir gerçekliktir.

Bu durumun birden çok faktörün ürünü olduğu açıktır.

12 Eylül darbesini esas alırsak, o günden bu yana işçi hareketimiz elbette önemli deneyimler yaratmıştır. Ancak bunların hiçbiri işçi hareketini 12 Eylül öncesinde sahip olduğu mücadele kapasitesine tekrar ulaştıramamıştır.

1985 yılının ortasından itibaren yaşanan toparlanma, 1987’den itibaren ülke tarihinin en yaygın eylemlerine dönüşmüştür. 1991 yılında Zonguldak maden işçilerinin büyük Ankara yürüyüşüyle hareket tepe noktasına ulaşmıştır. Ancak sendikal bürokrasinin mücadeleden çark etmesiyle Mengen barikatlarından geri dönen işçi hareketi, başlayan Körfez Savaşı ile bir duraksama dönemine girmiştir.

1991-2000 arası duraksama dönemidir. Ancak hareket hâlen canlıdır. Birçok önemli direniş bu dönemde gerçekleşmiş, bazı kazanımlar elde edilmiş; uluslararası sermayenin ve IMF’nin dayatmasıyla hayata geçirilen tahkim ve mezarda emeklilik saldırılarına karşı yüzbinlerce işçi Ankara mitinginde bir araya gelmiştir. Kamu emekçilerinin eylemlerinin de damga vurduğu ve özelleştirme karşıtı mücadelenin ana dinamik olduğu bu dönem, yaşanan Gölcük depremi, sendikal bürokrasinin bu kez de depremi bahane ederek mücadeleden çark etmesiyle yeni bir yükselişe dönüşemeden geri çekilmiştir.

2000’li yıllara gelindiğinde hareket artık birleşik muhtevasını büyük ölçüde kaybetmiştir. Geriye, "mevzi direnişleri" olarak nitelendirilen, fabrika ve işletme merkezli grev ve direnişler ile üretim süreçlerinden kopuk basın açıklamalarına sıkıştırılmış protestolar kalmıştır.

İşçi sınıfı elbette bu dönemde bir dizi önemli mücadele vermiştir. SEKA’dan Tekel’e, Greif’ten Metal Fırtına’ya bir dizi önemli eylem gerçekleşmiştir. Yüzlerce grev ve direniş yaşanmıştır. Bunların bir kısmı toplumun gündemine girmiş, az bir kısmı kazanımlar elde etmiş, çoğu ise kendi yalnızlığı içinde yenilmiştir.

Kabaca özetlenen bu tablodan bile işçi hareketinin istikrarlı bir yükseliş dönemine girememesinin en önemli nedenlerinden birinin, sendikalar üzerinde tahakküm kuran bürokratik anlayış olduğu zaten kendiliğinden görünür. Ama neden olduğu kadar sonuçtur da.

Sık sık ifade edilen öteki faktörlerden bazılarının bu gerileme tablosundaki yeri de yadsınamaz.

İstihdam biçimlerinde dönüşüm, bu dönüşüm sonucu olarak yaygınlaşan güvencesizlik, taşeronlaştırma, esnek çalışma vb. uygulamalar işçi sınıfının örgütlenme ve mücadelesinde yeni zorluklar yaratmıştır. 12 Eylül’den bu yana kesintisiz olarak süren baskı ve zorbalık politikalarının ürünü handikaplar ya da artan yasal engel ve sınırlamaların hareket üzerindeki sınırlayıcı etkileri de göz ardı edilemez.

Ancak yine bu kısa özetten anlaşılacağı gibi, işçi sınıfı mücadelesinin kesintisiz bir biçimde sürmesi, örgütlenme ve mücadele arayışının süreklilik arz etmesi, esas sorunun başka olduğunu bize göstermektedir.

İşçi sınıfı uzun süredir kendisine yönelik saldırı dalgalarına direnmektedir. Ancak mücadelesi belli sınırları aşamadığı gibi daha çok çalışma ve yaşam koşullarıyla sınırlı iyileştirmeleri hedeflemektedir. Ve bu da hareketi ilerletememekte önündeki engelleri aşmasına yetmemektedir.

Bundan kurtulmanın zorunlu koşulu, işçilerin politik sorunlara yönelmesi; işçi hareketinin, politik istemlere dayalı bir mücadele alanına sıçrayabilmesidir.

Baskı ve zorbalığın dizginlerinin boşaldığı bu dönemde, sınıf hareketinin olduğu kadar ülkenin geleceğini de bunun ne kadar başarılıp başarılamadığı belirleyecektir. Yaşanılan çok yönlü sorunlara karşı biriken öfke ve tepkinin yoğunluğu bunu başarabilmenin imkanlarının her geçen daha artığını göstermektedir.

Emeğin Kurtuluşu’nun 56. sayısından alınmıştır…