İsrail, İran’a yönelik ilk saldırıyı düzenlerken, İran’ın nükleer silah üretme potansiyelini hedef aldığını iddia etti. O sırada ABD, İran’la nükleer enerji konusunda görüşmeler yürütüyordu. İsrail’in saldırısının bu görüşmeler nedeniyle güya ABD tarafından engellendiği ileri sürüldü. Saldırı sonrasında ABD, önce "Haberimiz yoktu" şeklinde açıklamalarda bulundu. Ardından Trump, saldırıdan haberleri olduğunu, İsrail’e ağır silahlar verdiklerini, İsrail’in çok başarılı olduğunu pişkin bir şekilde gülerek ifade etti. Kısacası, ABD emperyalist ikiyüzlülüğünü bir kez daha gözler önüne serdi. Elbette saldırı, emperyalist/Siyonist savaş kundakçıları tarafından birlikte planlandı. Trump’ın açıklamaları da bunu doğrulamış oldu.
"İran nükleer silah yapma hazırlığında" iddiası, İsrail’in saldırı bahanesinden başka bir şey değildir. Savaş suçlusu Netanyahu, bu gerekçeyi 2012 yılından bu yana defalarca dile getirdi. İran’a yönelik savaş hazırlıklarını da aynı yalana dayandırdı. Oysa bu iddiayı ortaya atan İsrail’in elinde en az 100 nükleer başlıklı bomba bulunduğu tahmin ediliyor. Hatırlanacağı üzere, ABD de Irak’a “Saddam Hüseyin’in kitle imha silahları var” yalanıyla saldırmış ve bir milyondan fazla Iraklıyı doğrudan ya da dolaylı şekilde katletmişti.
İsrail, ABD’nin Ortadoğu’daki ileri karakoludur. İran bir yana, Gazze’ye saldırırken bile ABD’nin desteğine dayanıyor. Sadece ABD değil, AB emperyalistleri de İsrail’in işlediği savaş suçlarına ortaktır. İran’a saldırı konusunda AB emperyalistleri, İsrail’in “kendini savunma hakkı” olduğunu söyleyerek savaş suçlusu Netanyahu’nun arkasında saf tuttu. Ancak İran’ın Hürmüz Boğazı’nı kapatarak petrol akışını kesme ihtimali, petrole muhtaç olan AB emperyalistlerini “ihtiyatlı” davranmaya zorluyor.
Son saldırılarla birlikte hem İsrail hem de ABD, İran halkını dinci-gerici rejime karşı ayaklanmaya çağırıyor. Hatta devrik şahın oğlu Rıza Pehlevi, aynı çağrıyı “Yönetime gelmeye hazırız” diyerek, ahmakça bir küstahlıkla tekrarladı. Trump yönetimi savaşa fiilen hemen girecekmiş gibi açıklamalar yapsa da, ABD Kongresi ağırlıklı olarak savaşa doğrudan müdahil olmaya sıcak bakmıyor.
Kuşkusuz, İran halkının azımsanmayacak bir kesimi dinci, gerici ve baskıcı rejime karşı tepkili. Bu rejimi yıkmak ve ondan kurtulmak istiyor. Ancak emperyalist-Siyonist saldırganlık karşısında halkın önemli bir kısmının rejimin etrafında kenetlendiği de görülüyor. Bu durumda, ABD Irak’ta olduğu gibi savaşa girse ve rejime karşı zafer kazansa da İran halklarına karşı kolayından bir galibiyet elde edemeyeceğini biliyor. Bu yüzden, Trump’ın savaşa doğrudan katılım çağrılarına karşılık, ABD’yi savaştan uzak tutmaya yönelik açıklamalar da yapılıyor.
Emperyalist-kapitalist dünyada, emperyalistler arası pazar paylaşımı ve hegemonya savaşı her zaman fiili savaşa dönüşme potansiyeli taşır. II. Dünya Savaşı’ndan bu yana doğrudan "III. Dünya Savaşı" olarak adlandırılacak bir savaş yaşanmadı. Ancak gerçekleşen yerel ve bölgesel savaşlar, emperyalistler arası çatışmaların ürünü olarak ortaya çıktı.
Emperyalistler arası mücadele, şimdilik yerel ve bölgesel düzeylerde savaş ve çatışmalar üzerinden sürüyor. Rusya-Ukrayna savaşının başlamasıyla birlikte, III. Dünya Savaşı olasılığı daha sık gündeme gelmeye başladı. Batı emperyalizminin son İran saldırısı da bu riski biraz daha artırıyor. Yeni bir dünya savaşında nükleer silahların belirleyici olacağı ve savaşın dünyanın sonunu getirmese bile büyük yıkımlara yol açacağı açıktır. Kapitalist-emperyalist güçlerin henüz nükleer savaşa girmemesinde, bu büyük yıkım riskinin rolü vardır. Ancak kapitalizm bir azgın rekabet sistemi olduğundan, bu “sağduyunun” kar hırsıyla gözü dönmüş kapitalistleri sonsuza kadar dizginleyeceğini düşünmek gerçekçi değildir. Emperyalist barbarlığı, savaş ve saldırganlık politikalarını durdurma görevi, dünya işçi sınıfının ve emekçilerin omuzlarındadır.
Barış, sosyalizmle gelecek!
Emperyalist/Siyonist güçlerin halklara karşı yürüttükleri savaşları durdurmak için tüm imkânlar seferber edilmelidir. Ancak bu mücadelenin gerçek bir barış mücadelesi olabilmesi, sosyalist bir iktidar kurma perspektifiyle ele alınmasına bağlıdır. Bu kalıcı barışın sağlanmasının tek yoludur. Zira kapitalist/emperyalist egemenliğin sürdüğü bir dünyada savaşlar da kaçınılmazdır.
H. Ortakçı