Kirli ellerin diplomasisi

Eğer savaşın durması gerçekten isteniyorsa, Batı’nın önce yalanlarından ve İsrail’e verdiği sınırsız destekten vazgeçmesi, Netanyahu çetesini saldırıları durdurmaya zorlaması ve İran’a güven verecek adımlar atması gerekir. Oysa bugüne kadar yapılanlar, Avrupa devletlerinin böyle bir niyet ve gayelerinin bulunmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Zaten İsrail’in yürüttüğü savaşın, hepsi için yapılan “kirli bir iş” olduğunu bizzat kendileri söylemektedir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 24 Haziran 2025
  • 08:00

Ortadoğu, bir kez daha emperyalist saldırganlığın ateş hattında. İsrail’in Tahran, Kum ve İsfahan’a yönelik bombardımanları, İran’ın misillemeleri ve küstah ABD saldırganlığı, bölgeyi uçurumun kenarına getirirken, Avrupa başkentlerinde kirli ellerin oynadığı “barış arayışı” tiyatrosu tam gaz devam ediyor.

Almanya, Fransa ve İngiltere Dışişleri Bakanları ile İranlı yetkililerin Cenevre’deki görüşmesi, gerçek bir çözüm üretmekten çok, Avrupa’nın kendi çıkarlarını güvence altına alma çabasının yeni bir sahnesi gibi duruyor.

İsrail, İran’ı hedef alırken, Batı medyası ve siyasetçileri “nükleer tehdit” kartını yeniden masaya sürdü.

Ancak Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) ve ABD istihbarat raporları, “İran’ın nükleer silah geliştirdiğine dair somut kanıtların bulunmadığını” açıklıyor. Buna rağmen İsrail “kirli ellerin kirli işlerini” görmeye, İran’ı bombalamaya devam ediyor.

Bu saldırılar, “uluslararası hukukun” açık bir ihlali olmasına rağmen Batı'nın büyük güçleri, saldırganı durdurmak yerine “müzakere” adı altında dünya kamuoyunu oyalamaya ve saldırganlığı meşrulaştırmaya çalışıyor. Bu “demokrasi şampiyonu” riyakar takımına göre, en az 100 nükleer başlıklı bombası olan ve 20 aydan beri Gazze’de soykırım yapan İsrail’in İran’a saldırması “kendini savunma” kapsamına giriyor.

“Barış arayışı” mı, oyalama mı?

Cenevre’deki görüşmeler sonrası Almanya Dışişleri Bakanı Johann Wadephul'un “İran’ın müzakerelere istekli olduğunu gözlemledik” açıklaması, Avrupalıların aslında bir çözüm değil, mevcut durumu idare etmekle ilgilendiğini ortaya koyuyor.

İngiltere Dışişleri Bakanı David Lammy’nin İran’ı ABD ile görüşmeye davet eden açıklamaları da aynı eksende.

Saldırganı suçlayan yok, sorumlu tutan yok, yalnızca diplomasi maskesiyle gerilimi yönetmeye çalışan bir tutum var.

Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noel Barrot’nun İran’ın ABD ile konuşmasını “umut etmesi”, Avrupa’nın bölgedeki gerçek durumu bilmezlikten gelme eğiliminde olduğunu gösteriyor. Zira İsrail’in saldırıları devam ettiği sürece İran’ın ABD ile masaya oturmayacağı birçok kez açıkça dile getirildi.

İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi’nin “İsrail saldırdığı sürece müzakere yok” çıkışı, bu bağlamda net bir pozisyonun ifadesidir. Tüm bu diplomasi trafiği aynı zamanda saldırılara karşı direnen İran’ın kırmızı çizgilerinin aşındırılması ve en sonunda boyun eğdirilmesi amacı da taşıyor.

Trump’ın “papatya falı”

ABD’nin bölgedeki piyonu olan İsrail’e sağladığı hava savunma sistemleri, istihbarat paylaşımı, füzeler, bombalar, mali destek ve siyasi koruma şemsiyesi; son olarak gerçekleştirdiği doğrudan saldırı İsrail’in saldırganlığını daha da cesaretlendiriyor. ABD’nin savaşa doğrudan dahil olması ise, Tel Aviv’deki yönetimin belli açılardan sıkışmasından kaynaklanıyor. Zira İran’ın savaştaki güçlü direnişi yalnızca Tel Aviv’de değil, Washington’da da kaygı yaratıyor. Bu nedenle, "saldırabiliriz de saldırmayabiliriz de" diyerek papatya falı aymazlığında açıklamalar yapan Trump, nihayetinde gerçek tercihini ortaya koyarak savaşa doğrudan katıldı.

Kitlesel göç ihtimali

BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR), İran’dan başlayabilecek bir göç dalgasına karşı “acil durum” planları hazırladığını duyurdu. Bu, çatışmanın sadece İran ve İsrail ile sınırlı kalmayacağının, bölge ülkeleri başta olmak üzere Avrupa’ya kadar uzanabilecek insani, ekonomik ve siyasi bir krizin habercisidir. Ancak Avrupa bu krizi önlemek için İsrail’e baskı kurmak yerine, İran’ı “yumuşatmakla” meşgul. Görünen o ki, soykırımcı Netanyahu rejiminin Gazze’de insanlığa karşı işlediği suçlara ortak olan “Brüksel Troykası”, İsrail’in ayakları altına serilen paspas olma alışkanlığını terk edemiyor.

Cenevre’deki görüşmeler sürerken İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar’ın, İran’ı AB’yi “oyalamakla” suçlayan açıklamaları, Savunma Bakanı Israel Katz’ın ise Tahran’ı hedef alan saldırıların genişletilmesi emri vermesi de diplomasinin bir oyalama olduğunu gösteriyor. Gerçekte dünya kamuoyu ve İran oyalanıp aldatılmaya çalışıyor. Avrupa başkentlerinde diplomasi pozları verilirken, savaş tüm ölümcül şiddetiyle sahada sürüyor. ABD’nin fiilen savaşa girmesi, bu tiksinti verici tabloyu tamamlıyor.

Onlar masada otururken, İran halkına azgın bir saldırı gerçekleştiriliyor.

Yalanla sırtlanan bir savaş

İran’ın nükleer silah geliştirdiğine dair herhangi bir kanıt bulunmamasına rağmen, bu yalan üzerinden kurulan savaş mekanizması, geçmişte Irak’ta, Libya’da olduğu gibi bir kez daha işlemeye başladı. Yine aynı senaryo: "Kitle imha silahı tehdidi var” diye başlayan dezenformasyon kampanyası, sonu görünmeyen bir yıkıma dönüşüyor. Oysa bu savaşın amacı, İran’ın nükleer programını durdurmak değil; İran’ın bölgesel etkisini kırmak, enerji yollarını kontrol altına almak ve İsrail’in güvenliğini “askeri doktrin” düzeyinde tahkim etmektir. Batı, insan hakları ve uluslararası hukuk ilkelerini yalnızca kendi çıkarına hizmet ettiği sürece hatırlıyor. Daha doğrusu istismar ediyor. İsrail’in bu “ilkeleri” döne döne ayaklar altına almasına ise tam destek veriyor.

Görünürde İran ile İsrail arasında devam eden bu savaş, yalnızca iki ülkeyi değil, tüm Orta Doğu ve Avrupa'yı da etkileyebilir.

Eğer savaşın durmasu gerçekten isteniyorsa, Batı'nın önce yalanalrından ve İsrail'e verdiği sınırsuz destekten vazgeçmesi, Netanyahu çetesini saldırıları durdurmaya zorlaması ve İran'a güven verecek adımlar atması gerekir. Oysa bugüne kadr yapılanlar, Avrupa devletlerinin böyle bir niyet ve gayelerinin bulunmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Zaten İsrail'in yürüttüğü savaşın, hepsi için yapılan "kirli bir iş" olduğunu bizzat kendileri söylemektedir. 

Avrupa kamuoyu ve emekçileri, kendi iktidarlarının İsrail destekçisi politikalarının karşısında durmalı, bu sözde diplomatik girişimlerini teşhir etmeli, onları İsrail saldırganlığını mahkûm etmeye zorlamalıdır. Gerçek bir barışın yolu ancak halkların ortak mücadelesinden geçmektedir.