Ekim 2024’te başlayan adı bir türlü belirlenemeyen! ama çok şey atfedilen “süreç” devam ediyor. Saray rejiminin şefleri bunu “Terörsüz Türkiye” diye adlandırıyor. Kürt hareketi adına sürecin tarafı görünen Abdullah Öcalan ise “Barış ve Demokratik Toplum” inşası için çağrı yapıyor. Perde arkasında görüşmeler/pazarlıklar yapılıyor ancak bunlar topluma açıklanmıyor. Bundan dolayı sürece dair pek çok spekülasyon ortalık dolaşıyor.
7 aydan beri devam eden “süreçte” Kürt hareketi kendi cephesinden bazı somut adımlar attı: Öcalan silah bırakma, devletle bütünleşme çağrısı yaptı. PKK ateşkes ilan etti. Saray rejiminin saldırısı altında olmasına rağmen DEM Partisi heyeti hem AKP hem MHP ile görüşmeler yürütüyor. Dinci-faşist rejim ise, “teslim olun, aksi halde sizi ezeriz” türünden aşağılayıcı/küstah açıklamalar yapmak dışında somut bir adım atmadı.
Bu sürede AKP-MHP rejiminin yönetme biçimi “demokratikleşme” değil “gaddarlaşma” yönünde ilerliyor. Toplumsal meşruiyeti dip noktaya doğru inerken rejim, yer yer vahşet boyutuna varan bir şiddetle ülkeyi yönetmeye çalışıyor. “Terörsüz Türkiye” bir yana, “Devlet terörü ile yönetilen Türkiye” inşa etmek için çaba sarf ettiğini gösteren sayısız veri var: 19 Mart’ta başlayan gençlik ve halk hareketine karşı izlenen şiddet, kudurganlık boyutuna ulaştı. Sarayın kolluk kuvvetleri 1 Mayıs’ta da sokaklarda vahşi şiddet sahneleri sergiledi. Gözaltı merkezlerinden yansıyanlar ise, kolluk kuvvetlerinin işkenceyi bir sorgu yöntemi olarak kullandığını gözler önüne seriyor. Kısacası, “ancak terörle yönetebilen rejim” gerçeği günden güne belirginleşiyor.
“Meşruiyet” yittiyse “kırbaç” var
AKP ve onun Şefi Tayyip Erdoğan’ın toplumsal meşruiyeti ve seçmen desteği ilk kez bu kadar düştü. 7 Haziran 2015 seçimlerindeki hezimeti, o dönem Kürt hareketiyle kurulan “barış masasını” tekmeleyip kirli/kanlı bir savaş başlatarak telafi etmişti. Ancak bu defa ne yaparsa yapsın gidişatı tersine çeviremiyor. Bundan dolayı 19 Mart darbesine girişen Erdoğan, hiç ummadığı bir gençlik ve halk hareketiyle karşılaştı. Meşruiyet yitimi daha derinleşti, seçmen desteği düştü. Bundan dolayı histerisi şiddetlendi, gözaltı tutuklama furyası ile gözdağı vermeye çalıştı. Kendisi, müritleri ve beslediği “tetikçi medya ordusu” tehdit dozunu artırdılar. Tüm bunlar meşruiyet krizini hafifletmedi ancak rejimin aczinin nasıl da derinleştiğini gösterdi.
19 Mart’ta startı verilen saldırı furyasına yeni halkalar ekleyerek yol almaya çalışan dinci-faşist rejimin başı Erdoğan, siyasi rakiplerini “telef” edeceğini ilan etti. Hayvanların ölmesi ya da planlı bir şekilde öldürülmesi için kullanılan “telef” sözünü CHP liderleri için kullanan AKP şefi, içine girdiği histeri nöbetinin nasıl da şiddetli olduğunu gösterdi.
Tanrısı kendisine ömür verdiği sürece saltanat koltuğunda oturmak istediğini sık sık dillendiren Erdoğan, “meşruiyet yoksa kırbaçla yönetirim” diyor siyasi rakiplerine. Bu açıklamanın ardından Sırrı Süreyya Önder’in cenaze törenine katlan CHP lideri Özgür Özel’e, çocuklarını katleden “derin devlet sevdalısı” birini saldırtan dinci-faşist rejim, düzenin ana muhalefet partisinin liderine bile şiddet uygulamaktan geri durmayacağını ilan etmiş oldu. Özgür Özel, bu olaydan hemen önce kendisi ile ailesi tehdit edilmişti. Erdoğan’la müritlerinin Özel’e geçmiş olsun dilemek için gösterdikleri tez canlılık ise, “suç örtme telaşı” içinde olduklarına işaret ediyor. AKP şefi, “Ekrem İmamoğlu’ndan başlayarak sizi telef etmeye başladık, devam edeceğiz” diye tehditler savurmasının ardından gerçekleştirilen saldırının “tesadüf” olduğuna elbette kimse inanmıyor. Ne de olsa “telefçi zihniyet işbaşında…”
Bu sırada “umut pazarlama”
Devlet terörünün ayyuka çıktığı bu gelişmelerin ardından “Terörsüz Türkiye” safsatası yeninden piyasaya sürüldü. 5 Mayıs Pazartesi günü açıklama yapan AKP sözcüsü Ömer Çelik, “İmralı'dan yapılan çağrıdan sonra günler içinde terör örgütünün kendini feshetmesi ve silah bırakmasının somutlaşmasını günler içinde bekliyoruz” dedi. Bunu dolaşıma sokulan Recep Tayyip Erdoğan’ın vekillerle yaptığı toplantıda "Bütün engelleri aştık. Bugün yarın PKK silahları bırakacak, örgütü feshedecek" dediği söylentisi izledi.
“Ankara kulislerinden” aktarılan iddialara göre de PKK “fesih kongresi” toplama kararı almış ve bunu devlete iletmiş. Bu arada DEM Parti İmralı heyetinin simge ismi Sırrı Süreyya Önder’in kızı, babasının cenaze töreninde yaptığı konuşmada “Bana iki hafta içinde barış protokolü imzalanacak, sonra ameliyat olacağım demiştin” ifadelerini kullanması, taraflar arasındaki pazarlığın belli bir aşamaya geldiği yönündeki iddiaları güçlendirdi.
Bu gelişmeler, perde arkasındaki pazarlığın aralıksız devam ettiğine işaret ediyor. Bir süre önce Kandil’den yapılan açıklamalara rağmen PKK’nin kendini feshetmesi durumunda, dinci-faşist rejim bu gelişmeyi “başarı hanesine” yazabilecek. Devlet terörünün gemi azıya aldığı günlerde “barış ve demokratikleşme” üzerine vaazlar vermenin bir imkânı sayacaktır.
PKK’nin “fesih kongresi” toplama aşamasına geldiği iddiaları dolaşıma girmişken, AKP-MHP rejimi aynı telden çalmaya devam ediyor. Yansıyanlara bakılırsa, Erdoğan rejimi “önce fesih kararı alıp silah bırakın, devlet sonra adım atacak” vaatleri veriyor. Kürt hareketiyle yürütülen pazarlık kapsamında bir takım yüzeysel adımlar atılabilir. Ancak bu, “telefçi” zihniyetin değişeceği ya da “devlet terörü ile yönetme” çizgisinin terk edileceği anlamına gelmiyor.
“Umut pazarlaması” yeni başlamadı. Her iki taraf da kendi meşrebine göre bunu aylardan beri yapıyordu. PKK’nin fesih kararı gelirse, bunun dozu daha da artırılacak. Süreç bu yönde seyretse bile rejim aynı rejim kalacak: Irkçı-dinci, sermayenin vurucu gücü, emekçi düşmanı, sokakları devlet terörü ile dizayn etmeye çalışan bir rejim…
***
Söylendiği gibi vaat edilen “umut” gerçekleşse bile, bundan Kürt halkının ya da işçi sınıfıyla emekçilerin payına ayrımcılık, sömürü, yoksulluk, sefalet ve baskıdan öte bir şey düşmeyecek. Dolayısıyla Kürt halkı için de Türkiye işçi sınıfı ile emekçileri için de bu kokuşmuş, zorba rejime karşı örgütlü mücadeleyi yükseltmek dışında bir çıkış yolu yoktur.