Ortadoğu’da kanlı oyun

İran’a yönelik saldırı, yalnızca bu ülkeyi hedef almıyor. Bölgedeki tüm anti-emperyalist ve direnişçi odakları tasfiye etmeyi de amaçlıyor. ABD-İsrail tarafından İran’a karşı açılan bu yeni cephe, Ortadoğu halklarına karşı emperyalist/Siyonist barbarlık savaşının yeni bir düzeye çıkarılmasının tezahürüdür.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 15 Haziran 2025
  • 08:00

13 Haziran 2025 sabahı, İsrail’in İran’a karşı başlattığı saldırı, Ortadoğu’da emperyalist-Siyonist planların yeni ve daha kanlı bir aşamaya geçtiğini gösteriyor. “Operation Rising Lion” (Yükselen Aslan Operasyonu) adı altında başlatılan savaşta Tahran, Tebriz ve diğer büyük kentlerdeki sivil yerleşim alanları bombalanırken, İran’ın askeri ve bilimsel altyapısı da hedef alındı. İlk belirlemelere göre yalnızca başkentte 80’in üzerinde sivil yaşamını yitirirken, 300’ü aşkın kişi yaralandı.

Saldırının hedefinde yalnızca altyapı değil, İran’ın askeri alandaki lider kadroları ve bilim insanları da vardı. İran Genelkurmay Başkanı ve Devrim Muhafızları komutanı suikastla öldürüldü. İran’ın nükleer alanda çalışan bilim insanları da aynı şekilde katledildi. Bu tür suikastların, İsrail’in yıllardır yürüttüğü nokta hedefli katliam politikasının devamı olduğunu görmek zor değil.

Saldırının uluslararası boyutu ise daha da çarpıcı. ABD Başkanı Donald Trump’ın saldırılara ilişkin “mükemmel” ifadesini kullanması, yalnızca onay değil, aktif koordinasyonun da ifadesidir. Trump açıkça “Eğer İran anlaşma imzalamazsa (teslim olmazsa), onlardan geriye hiçbir şey kalmayacak” diyerek, emperyalist küstahlık ve pişkinliğin vardığı boyutu ortaya koydu. Jerusalem Post’un, saldırının ABD-İsrail koordinasyonuyla planlandığına dair ifşaatları da bu tabloyu tamamlıyor.

Görüşmeler oyalama, saldırı gerçektir

“Diplomasi” adı altında sürdürülen müzakereler, İran’ın askeri ve politik kapasitesini yok etmenin kılıfı olarak kullanıldı. İran’ın nükleer altyapısının hedef alınması ve Natanz’daki nükleer tesisin bombalanması, ateşe benzin dökmek olduğu gibi, o çokça övündükleri “uluslararası hukuk”un da kaba ihlalidir. İsrail ve arkasındaki emperyalist odaklar, tüm bölge halklarının yaşamını hiçe sayarak nükleer tesislere yönelik gerçekleştirdiği saldırılar, radyoaktif sızıntılara yol açmış ve bu durum Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu tarafından da doğrulanmıştır. Tehlike henüz geçmiş değildir ve bölge için ciddi tehdit olmaya devam ediyor.

Saldırıya yanıt

İran, saldırıya saatler içinde yanıt verdi. Tel Aviv, Hayfa ve diğer kentler, dalgalar halinde gönderilen balistik füzelerle hedef alındı. İsrail’in yıllardır “güvenlik garantisi” olarak sunduğu ve o çokça övündüğü “Demir Kubbe” bir kez daha delik-deşik edildi. ABD, İngiltere, Fransa ve diğer emperyalist ülkelerin İsrail’i korumak için kullandığı savunma sistemlerinin de İran’ın balistik füzelerini önleyemediği, İsrail’in uyguladığı sıkı sansüre rağmen sızan görüntülerden ve medyaya yansıyan bilgilerden anlaşılıyor. İran’ın üç İsrail F-35 savaş uçağını düşürdüğü ve bir pilotu sağ ele geçirdiği haberleri, İran’ın emperyalist kıskaca ve ambargoya rağmen “savunma kapasitesini” yitirmediğini gösteriyor. Ancak “yalnızlaştırılan” İran'ın askeri kapasitesinin emperyalist-siyonist saldırı karşısında ne kadar tutunabileceği belli değil. ABD ile batılı emperyalistlerin mali, askeri, lojistik, teknik desteği ile savaşan İsrail’in, İran’ın vurduğu ve vuracağı darbelere ne kadar dayanabileceği de belli değil. 

Bölgenin Orta Çağ artığı kukla rejimleri İran’a saldırıya açık destek sunmasalar da sevinçleri bakidir. Hizbullah ve Ansarullah gibi müttefikler ise saldırıları kınadılar. Hizbullah savaşa doğrudan katılmazken, Ansarullah ise İsrail’i balistik füzelerle vuruyor. Yemen’e saldıran Tel Aviv’deki soykırımcı çetenin Ansarullah lideri Bedreddin El Husi’ye suikast girişiminde bulunduğu ancak saldırının başarısız olduğuna iddialar var. 

İran’ın “ulusal savunma” politikası ise, emperyalistlerle müzakere üzerinden çözüm arayışlarıyla zayıflatılmış durumda. Ancak gelinen aşama, emperyalistlerin masaya sadece zaman kazanmak için oturduğunu ve nihai hedeflerinin “teslimiyet” ya da “askeri tasfiye” olduğunu bir kez daha ispatladı. Tel Aviv’deki soykırımcı çete de saldırı için 6 aydan beri ABD ile birlikte hazırlık yaptıklarını ilan etmekte gecikmediler. 

“İki tarafa da karşıyız” diyenler

Ortadoğu’daki bu yeni savaş cephesi, yalnızca bölge halklarının değil, dünya solunun da turnusol kağıdıdır. İsrail’in İran’a saldırısı, siyonizmin ve emperyalizmin ortak terörüdür. Dolayısıyla tavır da net olmalıdır. “Her iki taraf da suçlu” diyerek “eşit mesafede” duran liberal çevreler, fiilen saldırganın yanında yer almaktadır. Bu tür “dengeci” yaklaşımlar, emperyalist/Siyonist barbarların ideolojik hegemonya kurma çabasına hizmet etmekte, işgal ve katliamı meşrulaştırmaktadır.

İran’ın iç yapısına, rejimin karakterine ya da siyasal sistemine yönelik eleştiriler elbette geçerliliğini korumalı. Ancak emperyalist/siyonist saldırı karşısında alınması gereken ilkesel tutum nettir: Mazlum halkların yanında, saldırgan güçlerin karşısında saf tutmak. Bugün İran’a yönelik saldırı, yalnızca bu ülkeyi hedef almıyor. Bölgedeki tüm anti-emperyalist ve direnişçi odakları tasfiye etmeyi de amaçlıyor.

ABD-İsrail tarafından İran’a karşı açılan bu yeni cephe, Ortadoğu halklarına karşı emperyalist/Siyonist barbarlık savaşının yeni bir düzeye çıkarılmasının tezahürüdür. Bu saldırı, emperyalist/İsrail haydutluğunun geldiği noktayı ve bölgede izlenen dizayn politikalarının nihai hedefini açıkça ortaya koyuyor. Yanıt, emperyalist metropollerden hareketle, birleşik, devrimci ve enternasyonalist bir hattan verilmelidir. Saldırının devam etmesi, savaşın genişlemesi ve bölgenin tamamen bir ateş çemberine dönmesi olasılığını artırıyor. Bu nedenle, yalnızca İran halkının değil, emperyalist merkezlerdeki ilerici ve devrimci örgütlerin, işçi ve emekçilerin, barıştan yana olan herkesin, tüm Ortadoğu halklarının ve dünya emekçilerinin, ABD ile İsrail tarafından başlatılan bu savaşa karşı net bir şekilde tavır alması hayati bir önem taşıyor.