Jineoloji; Kürt Kadın Hareketi tarafından, A. Öcalan önderliğinde, ortaya koyulan ‘yeni’ bir kavram. Kadının ezilmişliği sorunu ve çözümü üzerine çok yönlü tartışma imkânı bulduğumuz Emekçi Kadın Çalıştayı’nda da değinilmiş olan bu kavram üzerinde daha ayrıntılı durmak gerekmektedir.
Jineoloji kavramı ilk olarak Abdullah Öcalan tarafından, 2003 yılından bu yana kaleme aldığı yazılarında gündeme getirilmiş, kadın özgürlük probleminin çözümüne dair bir kavramlaştırma olarak ortaya atılmıştır.
Feminizme yönelik teorik, pratik ve örgütlenmeye dönük eleştirileri olan Kürt kadın hareketi kendi deneyimlerine de dayanarak Abdullah Öcalan’ın önerisi ile jineolojinin geliştirilmesi gerektiğini ortaya koyuyor. Feminizmin Avrupa merkezli pozitivist, oryantalist bakış açıları nedeniyle Ortadoğu ve dünyanın diğer alanlarındaki kadın gerçeğini anlamlandırmada ve çözüm olma konusunda yaşadığı darlığa dikkat çekiliyor. Aynı zamanda; feminist hareketin kendi içindeki çeşitliliğine de değinilerek “oldukça parçalanmış, örgütsüz, ortaklaşma zeminlerini büyük oranda tahrip eden bir rol de oynadığı” vurgulanıyor.
“Pedagoji gibi çocuk eğitim ve terbiyesine kadar bölümlenmiş sosyolojinin jineolojiyi oluşturmaması, egemen erkek söylemli olmasından başka bir hususla izah edilemez.”(*) denilerek “erkek egemen zihniyete radikal bir müdahale” olarak tanımlanıyor.
Jineolojiyi “salt cins olarak kadının bilimi olarak değil, aynı zamanda kadın-toplum ilişkisinden kaynaklı yaşam bilimi olarak da adlandırma” iddiasındalar. Jineolojinin temel hedeflerinden biri olarak da; “doğru bir ekonomi tanımının tekrardan yapılması ve bu tanım doğrultusunda bir politika olan ekonominin tekrardan sağlam temellere oturtulması olmalıdır” deniliyor. “Kadının ve yaşamın yiten değerini tekrardan sağlamak” jineolojinin temel konusu ilan edilerek, kadını tarihsel, felsefik, demografik, ailesel boyutlarıyla detaylı olarak incelemek için bir bilim konusu haline getirilmesi gerektiği savunuluyor.
2012 Hamburg ve 2014 yılında ise Köln’de yapılan jineoloji konferansıyla konu farklı kesimlerin gündemlerine sokulmaya çalışıldı. Kendilerinin de belirttiği üzere henüz bir sistematiğe oturtamadıkları jineolojinin “çıkış noktası, amacı ve kapsamına dair” tartışmalar hala sürüyor.
“Kadın”a feminizm penceresinden bakış
Öcalan’ın yazılarında ve jineoloji gerekçelendirilmelerinde, “kadın” kavramına oldukça soyut ve abartılı yaklaşıldığını görmekteyiz. Kadın doğurganlığı, barışçıllığı, doğayla uyumu vb. pek çok vurguyla birlikte anılmaktadır. “İnsan eğitiminin iyi ve kötü yönlerini, yaşam ve barışın önemini, savaşın kötülüğü ve dehşetini, haklılık ve adalet ölçülerini değerlendirme, belirleme ve kararlaştırmada kadının ahlaki ve politik toplum açısından daha gerçekçi ve sorumlu davranması doğası gereğidir” vb.
Sınıfsal ve toplumsal ilişkiler bütününde kopartılarak ele alınan “Kadın Doğası, Kadın Özü, Kadın Ahlakı, Kadın Kültürü” gibi birçok kavram ya da ifadelendirme merkeze konularak kadının özgürlüğü tartışmaları yürütülmektedir.
Öcalan’da yer alan kadına yönelik abartılı vurgu ve yeni toplum biçimi ve işleyişinde atfedilen kilit anlam feminizmin değişik versiyonlarında da karşımıza çıkabiliyor. Bu açıdan en benzeş örnekler ikinci dalga feminizm akımdan Elizabeth Gould Davis adlı feminist yazar da fazlasıyla bulunmaktadır. Hatta her iki yazar da kadının fiziksel özelliklerini, genetiğini de bu üstünlüklerine örnek göstermektedir. “İlk Cins” adlı kitabında Davis’in betimlediği toplumda, mülkiyet hakları var ama sınıf sisteminden bahsedilmiyor. Onun yerine “kadınların yaratılıştan gelen ahlaki üstünlüklerine” dikkat çekiliyor. Zulmün nedeni de kadınların askeri açıdan yenilmesi sonucu ortaya çıkan ve onları eril materyalist toplumda köleleştiren erkek kuralları. Yine ona göre hayat verme yeteneği ile ölüm yerine hayata, yıkım yerine yaratıma, anlaşmazlık yerine uyuma bağlı olmaları kadınları doğuştan erkeklerden farklı ve onlardan üstün kılıyor. Davis’e göre toplumsal yapıyı tedavi etmenin tek yolu kadınların manevi gücü. Davis de Sümer, Girit ve Mısır’daki büyük medeniyetleri örnek göstererek kadının iktidardan düşürüldüğünü vurgulamakta ve “insan soyunu ancak 3 bin yıllık eril materyalizmin devrilmesi kurtarabilir” demektedir. Davis’e benzer şekilde Öcalan da “Kadın aynı zamanda toplumun ve toplumsal doğanın temel anlam gücüdür. Toplumsal yaşama anlam ve değer katan esas güç, kadının maddi ve manevi dünyasından süzülerek maddi ve manevi kültür gerçekliği kazanan kadın doğasıdır” demektedir. Yine başka bir yerde “Toplumsal doğanın gerçek ve kapsamlı aydınlanması, ancak kadın doğasının kapsamlı ve gerçekçi aydınlanmasıyla mümkündür” vurgusunu görüyoruz.
“Kadın”a feminizmin penceresinden bakıldığında böylesi abartılı vurgular kaçınılmaz olarak karşımıza çıkacaktır. Marksizm ışığında “kadın”a bakıldığında ise sınıflı toplumlarda sınıflar üstü, soyut bir kadın cinsinden söz edilemeyeceğini görürüz. Sınıflı toplum gerçeği atlanarak kurulan ezme-ezilme ilişkisi doğru temelde alınmadığı için çözüm tartışmaları da doğru bir eksende yürütülmemektedir. Ancak Öcalan’ın “yeni” felsefik ve ideolojik yaklaşımında ise zaten bu gerçekler reddedilmekte, bundan dolayı da kadının ezilmişliği, köleleştirilmesi sorununun ancak yeni bir bilimle aşılabileceği savı işlenmektedir.
İdealizme geri dönüş…
Jineolojiyi gerekçelendirirken “yeni bir yöntem-bilim ihtiyacı” ile tanımlanması ise dikkat çekmektedir. Bu “yeni yöntem”in arka planına bakıldığında ise aslında pek de “yeni” bir yöntemle karşılaşmıyoruz.
Bilindiği gibi Abdullah Öcalan yazılarında, diyalektik materyalizme dogmatik bir yorum diyerek, gerçekte diyalektik ve tarihi materyalizmi reddetmektedir. Böylelikle o, tarihte maddi etkenlerin belirleyiciliğini kategorik olarak reddetmekte, tarihsel gelişmenin belli yasalara dayandığını da kabul etmemektedir. Ona göre; insanlık tarihinin gelişimi sınıflar mücadelesine değil fakat zihniyet mücadelelerine dayanıyor. Böylelikle de tarihin motoru zihniyet değişmeleri ve yenilenmeleri oluyor. Böylelikle marksist bakış açısı, tarihsel diyalektik materyalizm yanlışlanarak, Hegel diyalektiği de “yeniden” keşfediliyor.
Bu “yeni” felsefik bakışın toplum projesine yansısı ise kapitalist modernite karşısında demokratik modernite olarak tarifleniyor. Demokratik modernite ise Öcalan’a göre ‘kadın devrimi’ çağıdır. Zira bu “yeni sistem” kadın zihniyet dünyasıyla inşa edilecektir. “Rojava Devrimi, kadın devrimi” türünden yapılan vurgularda farklı kesimlerin farklı saikleri olsa da Kürt hareketince yapılan bu yönlü belirlemenin arka planında ise bu olgu vardır.
Öcalan tarafından diyalektik materyalist tarih anlayışı bir kenara bırakılmakta devrimci sınıf mücadelesinden, onun gereklerinden ve biliminden vazgeçilmektedir. Öcalan’ın son kitaplarında rahatlıkla gözlemlenebildiği gibi bilimsel felsefi kategorilerin içleri boşaltılarak tartışılmakta, yenilenme adına gerici ideolojilerin önü açılmaktadır. Ortada “aşılan bir geçmiş” var ise yeni bir şeyler ortaya konmalıdır. Jineoloji tartışmaları ise bu çerçevede anlam bulmaktadır. Öcalan’ın yeni toplum projesinde kadın sorunu nasıl çözülecektir? Bu projede kadın doğası ve özgürlüğü temel güçlerden biri olduğu ve kadın aklı, doğası merkeze konulduğu için, feminizm bu ihtiyacı karşılamayacağından dolayı, “yeni” bir bilime yani, jineolojiye ihtiyaç duyulmuştur. Oysa kadının ezilmişliği sorununu ve çözümünü özel mülkiyet ve sınıflı toplumlar gerçeğinden ayrı ele alan bu yaklaşımla yenilik adına bir başka çıkışsızlığa düşülmesi de kaçınılmazdır.
Son olarak vurgulamak gerekirse; “Mülkiyetin ortaya çıkışı ile kadının köleleşmesi ve bu köleliğin kapitalist mülkiyetin kendine özgü koşullarında kendine özgü biçimler içinde bugün de sürmesi arasındaki ilişkiyi koparırsanız, ne bu köleliğin kaynağını, ne neden hala sürdüğünü ve ne de tüm kapsamıyla köklü bir biçimde nasıl ortadan kaldırılabileceğini açıklama olanağına sahip olabilirsiniz. Böyle olunca da kadın sorununun ve özgürlüğünün peygamberliğine soyunduğunuzda yapacağınız en fazla, genel ve soyut biçimiyle kadın ezilmişliğinin tarih içindeki bin bir görünümünü yer yer renkli de olabilen tasvirler halinde bıktırırcasına yineleyip durmak ve bu arada erkek egemenliğine abartılı bir öfkeyle sövüp saymak olarak kalır. Bunu sayfalar boyu yaptıktan sonra ‘çözüm’ konusuna geldiğinizde dağ fare doğurur, söyledikleriniz gerçek hayatta karşılıksız kalmaya mahkûm ahlaki vaazların (kadınlar, erkeklere boyun eğmeyiniz, kendi özgürlüğünüze sahip çıkınız!) ötesine geçmez.” (***)
* A. Öcalan, Kadın Özgürlüğü
** Bkz: Kadın Antrolpoloijisi (Rayna Reiter) adlı derlemede yer alan “Aanerki: Bir İktidar vizyonu” (Paula Webster )adlı makale
*** H. Fırat, Ulusal sorun ve Kürt hareketi / 7 Ortadoğu’da yeni “uygarlık sentezi”