1 Kasım seçimleri ve bitmeyen hayaller

Hala parlamenter yolla, seçim sandıklarıyla emekçilerde yaratılmak istenilen çözüm yanılsamalarına karşı mücadelenin önemi ortadadır. İşçi-emekçilere ve Kürt halkına çivisi çıkmış bu düzen ve her yönüyle çürümüş devlet gerçeğinden kurtulmanın yegâne yolunun toplumsal bir devrimden geçtiği anlatılmalı, mücadele büyütülmelidir.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 27 Ağustos 2015
  • 11:40

Türkiye toplumu, alınan tekrar seçim kararıyla birlikte yine/yeniden seçim atmosferine sokuldu. 7 Haziran’da yapılan seçimlerden çıkan sonuç Erdoğan’ı mutlu etmeyince, daha o zamanlardan alınan bir kararla, 1 Kasım’da yine seçim yapılacak. Gelinen yerde artık herkesin malumu olarak, bu seçimin Erdoğan istediği için yapıldığı biliniyor. 

Bir kez daha burjuva demokrasisinin ve parlamento eksenli “mücadelenin” sınırları görülmüş oldu. Seçimlerden istenilen sonuç çıkmayınca o çokça işaret edilen sandık iradesi yok sayıldı. Çeşitli manevralarla koalisyon ihtimalleri elenerek Erdoğan’ın istediği erken seçim seçeneğine biat edilmek durumunda kalındı. Bu süreç aynı zamanda hukukun hiçe sayıldığını, meclisin ve hükümetin ne derece biçimsel araçlar olduğunu tekrar göstermiş oldu. Seçilmemiş bir hükümetle bile savaş kararlarının alınabildiği görüldü. Devletin en yetkili ağzı, Cumhurbaşkanı sıfatıyla anayasaya aykırı davrandığını, fiilen rejimin değiştiğini söyledi. Özcesi ülke işlerinin demokrasiyle, hukukla, seçim sandıklarına verilen oylarla yürümediği ayan beyan görülmüş oldu. 

Oysa 7 Haziran öncesine baktığımızda gerek hükümettekiler gerekse de ona muhalif olan her kesim tarafından sandık demokrasisi göklere çıkarılmıştı. “AKP’yi geriletmek” adına 7 Haziran seçimlerine katılan HDP bileşenleri, aldıkları oy oranıyla “sandık zaferi”ni kutlamıştı. Kendilerinin de deyimiyle “tüm demokrasi güçleri” seferber olmuş, 7 Haziran’la birlikte Türkiye’de çok şeyin değişeceğine inanılmıştı. Ancak çok geçmeden görüldü ki reformist ve tasfiyeci solun “sandık zaferi” konusundaki hayalleri suya düştü. Öyle ki, sürekli seçim sandığını işaret eden Erdoğan ve AKP’nin seçim sonuçlarına saygı duyacağına inanılmış olsa gerek, hala AKP’nin saldırganlığı karşında şaşkınlık atılabilmiş değil.  Ve hala seçim aldatmacasına inanılmakta, tekrarlanan seçimlere bu sefer “Bizler iktidara” şiarıyla aynı hevesle katılacaklarını görmekteyiz.

Seçime yönelik hedeflerini açıklayan HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, “Yüzde 20 bandını zorlayan, Türkiye’de bir durum değişikliğine yol açabilecek bir oy oranına ulaşmayı hedefliyoruz” demektedir. Sanki 7 Haziran seçimlerindeki oyları yok sayılmamış, mevcut hukuk ayaklar altına alınmamış, burjuva demokrasinin sınırları görülmemiş gibi hala düzenin seçim oyunu meşru sayılmaktadır.  Böylelikle parlamentarist hayallerin sınırının olmadığını görmekteyiz. 

HDP 1 Kasım seçimi öncesi kurulacak olan seçim hükümetinde de “sorumluluk duygusu içinde” yer almak istediklerini açıklamıştı. Bunu da Demirtaş; “HDP, ülkenin ve seçimin güvenliği için seçim hükümetinde yer alacak” diyerek gerekçelendirmişti. AKP savaş politikalarına hız vermişken, Erdoğan kendi siyasi geleceğinin endişesi içinde gözünü karartmışken, 1 Kasım seçimlerinin normal seyirde geçeceğine inanmaları,  Erdoğan’ın kendi kurduğu seçim oyununa/aldatmacasına katılmaya bu kadar hevesli olmaları da parlamentarist hayallerin bir sonucudur.

Öte yandan Kürt illerinde başlayan özyönetim ilanları varken, PKK’den bile “1 Kasım‘daki seçimin neye çare olacağı” soruları sorulmaya başlamışken HDP hala seçimler konusunda “sandık zaferi” beklentisine düşmüş haldedir.  Oynanan, burjuva demokrasisinin sınırlarında dahi, iğreti bir seçim oyunudur. Haksız ve kirli bir savaş eşliğinde seçim aldatmacası devreye sokularak bir kez daha işçi-emekçiler ve Kürt halkı kandırılmaktadır. Parlamenter yolla bu ülkede bir şeylerin değişmeyeceği gerçeği döne döne ortaya çıkmakta, düzen siyasetinin perişan hali her gün teşhir olmaktadır. 

Hal böyleyken hala parlamenter yolla, seçim sandıklarıyla emekçilerde yaratılmak istenilen çözüm yanılsamalarına karşı mücadelenin önemi ortadadır. İşçi-emekçilere ve Kürt halkına çivisi çıkmış bu düzen ve her yönüyle çürümüş devlet gerçeğinden kurtulmanın yegâne yolunun toplumsal bir devrimden geçtiği anlatılmalı, mücadele büyütülmelidir.