Taksim er-geç yeniden kazanılacaktır!
Tüm dünyada 1 Mayıs işçi sınıfı ve emekçilerin coşkulu ve kitlesel kutlamalarına sahne oldu. Tüm kıtalarda işçi ve emekçiler yaşanabilir bir dünya, daha iyi yaşam ve çalışma koşulları talepleriyle alanları doldurdular. Emperyalist-kapitalist barbarlık karşısında işçi ve emekçilerin seçeneksiz olmadıkları, 1 Mayıs vesilesiyle tüm dünyada yeniden yankılandı.
Batılı ülkelerde kapitalist devletlerin sosyal ve siyasal kazanımlara yönelik saldırıları, İspanya ve Yunanistan gibi ülkelerde kemer sıkma politikaları protesto edilirken, yoğun sömürü ve köleliğin hüküm sürdüğü Malezya, Hong Kong, Endonezya, Tayland gibi ülkelerde ağır çalışma koşullarının iyileştirilmesi talepleri öne çıktı. Tunus, Mısır, Lübnan gibi Arap ülkelerinde işçi haklarının yanı sıra, gösterilerde siyasal hoşnutsuzluklar yansıtıldı.
1 Mayıs’ın en görkemli kutlandığı yer ise devrimci kazanımların emperyalist tehditler altında olduğu Küba’nın başkenti Havana’ydı. Öteki bir kitlesel kutlama noktası da Rusya’nın başkenti Moskova’daki Kızıl Meydan oldu.
Türkiye’de yaygın kutlamalar
Fakat dünya basınında öne çıkan 1 Mayıs eyleminin adresi yine Türkiye idi, özellikle 2007’den bu yana gelenek olduğu üzere… Türkiye’de 1 Mayıs bir kez daha tümüyle kendine özgü bir mücadele günü olarak yaşandı.
Türkiye’deki 1 Mayısı, dünya gündemine sokan, ülkede öncesinden başlayarak toplumsal-politik gündemi belirleyen ve güne damgasını vuran Taksim 1 Mayısı bir yana, ülkenin dört bir yanında da coşkulu ve kitlesel kutlamalar gerçekleştirildi. İzmir, Ankara, Adana gibi belli başlı sanayi kentlerinin dışında Gebze ve Zonguldak gibi işçi havzalarında da işçi ve emekçilerin yoğun olarak katıldığı ve taleplerinin öne çıktığı gösteriler yapıldı. Kürt illerinde haliyle kürsülerden seçim ve “çözüm süreci” gündemi işlendi. 1 Mayıs’ın içini boşaltmak isteyen yandaş Hak-İş ve işbirlikçi Türk-İş merkezlerinin çabalarına inat, irili-ufaklı bir dizi kentte genel planda sınıfın iş cinayetleri, taşeron köleliği, kıdem tazminatının gaspı vb. sorunlarının yanı sıra, faşist baskı ve polis devleti uygulamalarına karşı tepkilerin damga vurduğu coşkulu kutlamalar gerçekleştirildi.
Sadece bir meydan meselesi mi?
Bu atmosferin oluşumunda Taksim 1 Mayıs iradesi hiç şüphesiz belirleyici bir yerde duruyor. 1 Mayıs eylemlerini verirken bile Taksim ısrarını, utanmazca salt bir meydan meselesi olarak yansıtanların üstünden atlamaya çalıştıkları en temel olgu budur.
Oysa bugün işçi sınıfına ve 1 Mayıs’ın militan özüne yabancı olanlar dahi, 2007’den bu yana yaşananlar ışığında Taksim 1 Mayısı’nda ısrarın sınıf ve kitle hareketinde yarattığı politik moral ve özgüveni es geçemiyorlar. Zira Taksim, her türlü kara propagandaya, günler boyu örgütlenen korku atmosferine, geceden başlayarak İstanbul’un polis sürüleriyle tam bir ablukayla kuşatılmasına rağmen, militan mücadeleyle kazanılabileceğini belleklere kazıyan bir simgedir.
2007’yle eşik atlayan Taksim ısrarı, 2010’da zaferle sonuçlanmıştı. İşçilerin, emekçilerin, devrimci ve ilerici güçlerin mücadelesini bastıramayınca Taksim’i 1 Mayıs kutlamalarına açıp, üstüne bir de 1 Mayıs’ın resmi tatil günü olmasını kabul ederek, hava boşaltma eylemleri sahneleneceğini sanan AKP iktidarı fena yanıldığını hemen o yıl gördü. 2010, 2011 ve 2012’deki Taksim 1 Mayıs’ları, kitlesellikleri, coşku ve görkemleriyle tüm dünyada gündem olmayı sürdürdüler. Sınıf ve kitle hareketine, ilerici toplumsal muhalefete ise hem militan mücadeleyle kazanılabileceğini hatırlattılar, hem de politik özgüven ve moral aşıladılar. Taksim’in 2013’te yeniden yasaklanmasının esas nedeni buydu ve hala da budur.
Dahası, şayet 2007’den başlayıp üç yıl boyunca dişe diş sürdürülen Taksim mücadelesi olmasa ve Taksim’deki görkemli kutlamalar yapılamasaydı, bugün hala ‘90’lı yılların revaçtaki “provokasyon ve terör örgütleri” edebiyatı iş yapıyor olacaktı. Şimdi sermaye devletinin iplerini tutan dinci-gerici zorbalar bile bunu ancak laf olsun kavlinden sürdürebilmektedir. Düne kadar 1 Mayıs düşmanlığında hükümetlerle yarışan sermaye kalemleri bile, polis karışmasa bir sorun çıkmayacağını tekrar tekrar dile getirmek zorunda kalıyorlar. Kısacası gerçek provokatörlerin, başta cumhurbaşkanı sıfatı taşıyan zorba şefi olmak üzere dinci-gerici iktidar ile hizmetindeki valileri, emniyet müdürleri ve kolluk güçleri olduğunun bu kadar geniş kabul görmesi, Taksim 1 Mayıs’larıyla başlayan süreç sayesinde mümkün olmuştur.
2015 1 Mayısı bütün bunlara yeni bir halka olarak eklendi. İstanbul sokaklarında düzenin zorbalığı karşısında devrimci militan mücadelenin baş eğmeyen geleneği yükseldi. 1 Mayıs politik ve moral açıdan bir kez daha kazanıldı.
Seçim rüzgarı, sendikal bürokrasi ve parlamentarist sol
Üstelik değinmeden geçemeyeceğimiz bir dizi zayıflatıcı faktöre rağmen elde edilen bir kazanımdır bu. Bu etkenlerin başında, ana gövdesiyle parlamentarizme gömülmüş solun alabildiğine soluk taşıdığı seçim rüzgarı gelmektedir. Önceki yılların aksine bu yıl 1 Mayıs, ilerici-toplumsal mücadele dinamiklerini kontrol altında tutan parlamentarist sol tarafından ikinci plana atılmıştı. Taksim meselesi üzerinden AKP iktidarının yasak, baskı, gözdağı ve abluka planları, son günlere doğru ister istemez 1 Mayıs’ın kendini dayatmasını sağladı.
Dolayısıyla ön hazırlık süreci buna göre şekillendi. 1 Mayıs’a nasıl bir hazırlık yapıldığının en veciz ifadesi, son haftaya kadar süren belirsizlik tablosuydu. Nerelerde toplanılacağı, hangi güzergahlardan yürüneceği ancak son gün ilan edilebildi. Çağrıcı örgütler DİSK, KESK, TMMOB ve TTB ile bu örgütlerde gücü olan sol çevreler, güçlerini eyleme taşımak gibi bir çaba sergilemediler. DİSK yönetimi tarafından genel merkez önünün, bahane olduğu yine bir yöneticisi tarafından dolaylı olarak ifade edilen bir gerekçeyle buluşma yeri olmaktan çıkarılması, içinde bulundukları haleti ruhiyenin bir başka ifadesiydi. Her yıl geceden gelen bir kitlenin sahiplendiği genel merkez binası, gün içinde de çatışmalar boyunca revir, lojistik alan işlevi görüyordu. Salt buluşma yeri olmaktan öteye konfederasyonun merkezi olduğu ölçüde, moral etkisi de olan bir mevzi kolayca bırakılıp, Beşiktaş tercih edilebildi. Söz konusu ruh hali, DİSK’e bağlı sendikaların neredeyse yok denecek kadar sınırlı bir katılım göstermesine de yansıdı.
Kitleleri Taksim’e çağıran aynı bürokratik yönetimler, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da barikatları aşmayı, alana yürümeyi zorlamak diye bir niyet taşımadıklarını sergilediler. Saatlerce yalnızca pazarlık yapıp, ardından noktalama kararı aldılar. Nitekim ortada bir etkinlik programı olmaması bile, Taksim’e girmek hedefinin salt bir söylemden ibaret olduğunu gösteren bir başka örnek. Oysa 2007’den 2009’a kadar hiç değilse Taksim’e yürüme iradesi vardı, ki Taksim ancak öyle kazanılabilirdi.
Tüm bunlar, doğal olarak bu örgütlerde gücü ve etkinliği olan sol çevreler için de geçerlidir. Sendika bürokratları gibi, solun belli başlı özneleri de Taksim’i kazanma hedefinden pratikte uzaktılar. Önceki yıllarda devrimci basınçların etkisiyle Taksim iradesinin parçası olanlar, bu yıl dağınık ve zayıf bir tabloyla günü geçirdiler. Önceliğin sandıklar olduğunu, fiili-meşru ve militan eylem çizgisinin kendileri adına bir şey ifade etmediğini, eylemlere sınırlı bir kitle taşıyarak bir kez de pratikte göstermiş oldular. Geçtiğimiz iki yıl içinde belli çatışmaların öznesi olanlar dahi bu yıl genel protestoculuk sınırını aşmamayı tercih ettiler. Polisin seçilmiş vekillerle pazarlıklarından medet umar hale gelen reformist sol, polis saldırmadıkça barikatlara yüklenmeyen, çatışmaktan kaçınan bir tutum içindeydi. Kendi zayıflıklarını, geri tutumlarını ise baskı, yasak ve polis yığınağı mazeretlerine sarılarak gerekçelendirmeye çalıştılar.
Düzen-devrim saflaşmasının aynası
İşte Taksim 1 Mayısı bütün bu engellere rağmen kazanılmıştır. Zira Taksim iradesini gerçekte temsil edenler İstanbul’da kurulan ablukaya, yaşamın felç edilmesine rağmen tüm gün boyunca militanca bir tutum aldılar. Nicel yetersizlikler ve polis terörü nedeniyle Taksim’e yaklaşılamamış olsa da Taksim’i kazanma bakışıyla hareket ettiler. Sınıf devrimcilerinin de içinde yer aldığı bu kesimler önlerinin kesildiği her yerde Taksim iradesini ortaya koydular, trafiği kapatarak yürümeye çalıştılar, barikatlara yöneldiler, polisin azgın terörüne çatışarak göğüs gerdiler.
Bu açıdan Taksim 1 Mayısıı sermaye devletinin yükselttiği baskı ve saldırı atmosferinde icazetçi anlayış ile devrimci tutumun ayrışmasına da ayna tuttu. Bir yanda Taksim iradesinin politik basıncı nedeniyle geri adım atamayan fakat düzenin izin vermemesi nedeniyle keskin bir mücadeleden kaçınanlar, diğer yanda yasakları tanımama bakışıyla fiili-meşru mücadeleyi örenler vardı.
Sınıf ve emekçi kitlelerin her bakımdan yoğun saldırılar altında bunaltıldığı ve militan mücadelelere zorlandığı bir ülkede geleceği, parlamenter hayaller değil, 1 Mayıs’ta Taksim’i kazanma iradesini kuşanmış devrimci sınıf çizgisi belirleyecektir.