AKP-MHP ittifakı tarafından gündeme getirilen 24 Haziran seçimleri geride kaldı. Resmi olmayan ilk sonuçlara göre dinci-faşist ittifak seçimlerin kazananı oldu.
Ön sürecinde devletin ve yandaş medyanın tüm imkanlarını kullanan, muhalefeti susturmak için baskı ve zorbalığı tırmandıran; seçim gününde ise her türlü hileye başvurarak “zafer” kazanan Erdoğan ve müritleri gelinen yerde faşist tek adam rejimini resmi olarak kurumsallaştırma imkanını elde etmiş oldu.
***
Parlamento ve başkanlık seçimleri genel kanının aksine tek turda sonuçlandı. Düzen muhalefeti ve reformist solun seçimlerin iki turda gerçekleşeceği ve dinci-faşist koalisyonun parlamento çoğunluğunu kaybedeceği yönünde beklentileri boşa çıkarken, seçim sonuçları AKP karşıtı toplumsal kesimlerde hayal kırıklığına yol açtı.
Resmi seçim sonuçları (hile-hurdayla devşirilen oylar bir kenara bırakılırsa) AKP gericiliğinin özellikle işçi sınıfı ve emekçilerin üzerinde belirgin bir denetime sahip olduğunun yeni bir göstergesi oldu. Özellikle Bursa, Sakarya ve Kocaeli gibi sanayi kentlerinden yansıyan veriler dinci-faşist gericiliğin işçi sınıfı ve emekçiler üzerinde ne denli etkili olduğunu gözler önüne serdi. Bu yönüyle seçim sonuçları, işçi ve emekçiler içerisinde burjuva gericiliğinin etkisi kırılmadığı müddetçe dinci-faşist iktidarın geriletilemeyeceğini de bir kez daha doğruladı.
CHP şahsında temsil edilen düzen muhalefeti 24 Haziran seçimlerinden adeta hezimet yaşayarak çıktılar. Kendilerinin de beklemediği seçim sonuçları önümüzdeki süreçte burjuva muhalefet içerisinde yeni kriz dinamiklerinin önünü açacağı ise açık. Bunun ilk emareleri daha seçim gecesi burjuva basına yansımaya başladı.
CHP'nin seçim sonuçları karşısındaki tutumu ise şaşırtmadı. Günlerdir kitleleri YSK önüne sandıklara sahip çıkmaya çağıran, seçim günü ise “seçim ikinci tura kalmıştır” minvalinde açıklamalar yapan CHP, ilerleyen saatlerde jet hızıyla çark edip seçim sonuçlarını kabul etti. Öfkeli kitlelere itidal ve sağduyu çağrısı yaparak AKP iktidarının başını ağrıtacak gelişmelerin önüne geçmeye çalıştı. Kendileri açısından büyük bir hezimet anlamına gelen seçim sonuçlarını bu kadar hızla sineye çekmelerinin ve öfkeli kalabalıkları orta yerde bırakmalarının elbette bir mantığı var. Zira kurulu düzenin bekası onların varlık nedenleri.
HDP eksenli reformist seçim bloğu ise 24 Haziran'da önemli bir başarı elde etmiş bulunuyor. Onca baskıya, tutuklamalara, seçim çalışmasını engelleme girişimlerine rağmen seçimlerde elde edilen % 11,5'lik oy oranı HDP adına önemli bir başarı. Elbette bu başarının gerisinde HDP'yi parlamentoya sokarak dengeleri değiştirme hesabı yapan düzen muhalefetinin de önemli bir payı var. Ancak harita üzerinden seçim sonuçları incelendiğinde asıl belirleyenin Kürt halkının iradesi olduğu rahatlıkla görülebiliyor.
***
Komünistler 24 Haziran seçimleri üzerine yaptıkları ilk değerlendirmede şu olgunun altını belirgin bir şekilde çizmişlerdi:
“Seçim bloklaşmaları, seçim sürecinin düzen siyasetinde bir iç çekişmeye sahne olacağının göstergesidir. Fakat seçimlerin ardından karşı karşıya kalacak olan, bir bütün olarak sermaye düzeni ile işçi sınıfı ve emekçilerdir. Seçimlerin sonucu ne olursa olsun, kazananların ilk işi, ekonomik-mali krizin birikmekte olan faturasını işçilere ve emekçilere ödetmek olacaktır. Dinci-faşist iktidar bunu sürmekte olan baskı ve zorbalığın dozunu iyice artırarak yapacaktır. Düzen muhalefeti ise aynı şeyi, ‘normalleşmeye geçiş’, ‘demokrasinin onarımı’, ‘adaletin yeniden tesisi’ vb. aldatıcı söylemlerin gürültüsüyle örtmeye çalışarak yapacaktır. Devrimciler ve toplumsal muhalefet güçleri bu gerçeği göz önünde bulundurarak, seçimlerden çok, sonrasına hazırlanmalıdırlar.”
24 Haziran seçimleri geride kaldı. İşçi ve emekçiler ile kapitalist sömürü düzeni arasındaki çelişkiler ise ağırlaşarak ve kesintisiz olarak devam ediyor. Türkiye kapitalizmini pençesine alan kriz olgusu ise bu çelişkileri günbegün daha da derinleştiriyor.
Sermaye adına yönetme görevini bir kez daha omuzlayan Erdoğan AKP'sinin krizin tüm faturasını emekçilere ödetmek için kolları sıvadığı ise açık. Gelinen yerde faşist tek adam rejimine de dayanarak işçi sınıfı ve emekçilerin üzerine hoyratça gideceğinden kuşku duymamak gerekiyor. Geride kalan OHAL dönemi bu gerçeği tartışmasız bir şekilde doğrulayacak örneklerle dolu.
Tüm bu olgulardan hareketle işçi sınıfı, emekçiler ve ilerici-devrimci güçler zorlu bir mücadele dönemine çok yönlü olarak hazırlanmalıdır. Zira, faşist baskı ve zorbalığın tırmanacağı bu süreci sermaye diktatörlüğüne ve sermayenin diktatörüne karşı dişe diş bir mücadeleyle karşılamak günün en temel sorumluluğu olarak öne çıkıyor.