AKP iktidarı ile kapitalistlerin çapraz ateşine maruz kalan işçi sınıfı, etkili bir direniş sergileyemediği için 2017’de pek çok hak kaybına uğradı. Ekonomik, sosyal, siyasal hakların gaspını önleyebilecek devrimci bir sınıf hareketi yaratılamadığından, din bezirganı iktidar da sermayenin kodaman takımı da pervasızlıkta sınır tanımadılar.
Peş peşe gerçekleşen kayıplar, işçi sınıfı kuşaklarının uzun yıllara yayılan mücadeleleriyle kazanılan hakların, sermayeye karşı kararlı bir duruş sergilenmeden korunamayacağını yeniden kanıtlamıştır.
OHAL rejimi kölelik rejimidir
Derin bir “yönetim krizi”ne batan AKP iktidarı, “olağan” koşullarda yönetme imkanlarını yitirdiğinden, 15 Temmuz darbe girişimini de bahane ederek “kesintisiz OHAL” sürecini başlattı. Düzen anayasasını fiilen rafa kaldıran, parlamentoyu “içi boş bir kabuk” gibi kenara atan iktidar, ülkeyi sınırsız keyfiyetle yönetiyor. AKP iktidarına ya da kapitalist sınıflara karşı sesini yükselten, hak arama mücadelesi veren, insanca/onurlu yaşam talep eden işçiler, emekçiler, gençler, kadınlar, aydınlar, gazeteciler devletin kaba şiddetiyle susturulmak isteniyor.
Derinleşen yönetim krizi, siyasal İslamcı projenin çöküşünün dolaysız ürünüdür. Çökmüş bir projenin ömrünün uzatılması, ancak kaba şiddetle mümkündür. Bundan dolayı, gözleri “ebedi iktidar” hırsıyla körelmiş AKP şefleri için OHAL rejimi vazgeçilmezdir. Tayyip Erdoğan’ın hem yerli hem yabancı kapitalistlere yaranmaya çalışırken ifade ettiği gibi, OHAL rejimi sermayenin işçi sınıfıyla emekçilere saldırısının aracıdır.
Malum, AKP şefleri sermaye sınıfının organik parçasıdırlar. İşçi sınıfına sefalet ücreti dayatırken Malta, Man vb. gibi adalara on milyonlarca dolar kaçırmaları, sınıfsal aidiyetlerini tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Yani OHAL rejimi hem saltanatlarını sürdürmenin hem sınıfsal çıkarlarını korumanın aracıdır. Bu rejimi yıkmak ise, başta ilerici-öncü kesimleri olmak üzere işçi sınıfıyla emekçilerin görevidir.
Yerel eylemler saldırıyı püskürtemedi
Ekonomik-siyasal krizin yarattığı işsizlik, pahalılık, sefalet gibi musibetlerin yanı sıra birçok hak da iktidar tarafından gasp edildi. İşsizliğin tavan yaptığı koşullarda gündeme getirilen grev yasakları, hafta sonu tatil hakkının ortadan kaldırılması, çalışma sürelerinin 12 saate çıkarılması, zorunlu emeklilik sigortasının dayatılması, kıdem tazminatını ortadan kaldırmak için girişimler, iş cinayetlerinin korkunç boyutlara ulaşması vb. saldırılar bunun ilk akla gelen örnekleri olarak yaşandı.
İşçi sınıfı bu saldırı furyasına karşı kitlesel bir hareket geliştiremedi. Yine de OHAL zorbalığı koşullarında pek çok işletme ve fabrikada direnişler gerçekleştirildi: Maden işçilerinin kısa süreli ocak işgali, Trakya Cam işçilerinin işten atma saldırısına karşı gerçekleştirdikleri direniş, metal, petro-kimya, tekstil, belediye işçilerinin farklı kentlerde giriştikleri eylemler…
Tüm bunlar, işçi sınıfının sömürüyü sınırlama, çalışma ve yaşam koşullarını biraz daha insanileştirme mücadelesinin devam ettiğini gösteriyor. Metal TİS sürecinin anlaşmazlıkla sonuçlanması üzerine birçok işletmede gerçekleştirilen eylemler de bu mücadelenin kapsamı alanındadır.
İşçi sınıfının gerçekleştirdiği eylemler toplumsal mücadelenin gelişimi açısından anlamlı olsa da, bir sınıf hareketi düzeyine sıçrayamadığı için, saldırı furyasını durdurmak mümkün olmadı. OHAL rejimini kalıcılaştıran, emek düşmanlığında sınır tanımayan siyasal İslamcı iktidarı durdurmak, ancak “sınıfa karşı sınıf” ekseninde geliştirilen kitlesel/militan bir hareketle mümkün olabilirdi.
2018’de kaldıkları yerden devam edecekler
Sermaye iktidarının derinleşen krizini aşabileceğini gösteren hiçbir veri bulunmuyor. Tersine, Tayyip Erdoğan AKP’sinin izlediği iç politika da dış politika da krizi derinleştirecek niteliktedir. Son çıkardıkları KHK ile silahlı çetelerine “dokunulmazlık” zırhı örmeye çalışan hükümet, belli ki saldırı furyasını azgınca sürdürecektir. Aksi durumda silahlı “sivil” çetelere zırh örmeye ihtiyaç duymazlardı.
AKP iktidarı hem iç hem dış politikada gerilimi tırmandıran çizgide ilerlemeye mahkum görünüyor. Bu ise ekonomik kriz riskini de gündemde tutuyor. OHAL rejiminde hak arama mücadeleleri “terörist eylem” kategorisine yerleştirilip polis şiddetiyle ezilmek istenecektir. Bu yetmediğinde “sivil” tetikçilerin ortalığa salınması da ihtimal dahilindedir. Böyle bir rejimin işçi sınıfıyla emekçilere kölece çalışma koşulları, sefil bir yaşam, onursuz bir teslimiyetten başka şey sunması imkansızdır.
Çıkış yolunu devrimci sınıf hareketi açar
Sözünü ettiğimiz icraatlar, AKP iktidarının üstlendiği misyonun temelini oluşturuyor. Kapitalizmin krizi ve çelişkileri bu misyonun acımasız bir şekilde yerine getirilmesini zorunlu kılıyor. O halde önümüzdeki süreçte belirleyici olan, işçi sınıfıyla emekçilerin saldırı furyasına karşı geliştirecekleri direnişin mahiyetidir.
Onlar nasıl uğursuz misyonlarını oynuyorlarsa, işçi sınıfı da tarihsel rolünü oynamalıdır. Sınıfın üretim sürecinde tuttuğu yer, tarihsel mücadele birikim ve deneyimleri sermayeyi de AKP iktidarını da dize getirebilecek niteliktedir. Bu koşullarda gerekli olan, bu dinamiklerin önünü açmak, işçi sınıfının mücadele potansiyelini örgütlemek, meşru/militan zeminde saldırı furyasına karşı direnmektir. Bunun başarılabilmesi için sınıf devrimcilerinin, ilerici/öncü işçilerin, sömürü ve zorbalığa karşı mücadele konusunda samimi olan tüm güçlerin bu bilinç ve kararlılıkla işe dört elle sarılmaları şarttır.