Kürt Hareketi’ndeki gelişmeler üzerine...

Demokrasi, siyasal özgürlükler ve devrim

Her dönem devrimci sınıf bakış açısının sınandığı kritik bir alan olagelen genel olarak demokrasi sorunu, özel olarak da Kürt ulusal sorunu konusunda doğru devrimci bir tutum alabilmek özel bir önem taşıyor. Zira bu konuda devrimci kimlik ve politik tutumunu koruyamayanların liberal-reformist bir batağa ve sınıf işbirlikçisi bir çizgiye kapaklanmaları kaçınılmazdır.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 01 Haziran 2025
  • 18:00

Demokrasi ve siyasal özgürlükler, bugünün genel bir eğilimi olan kapitalist gericilik ve emperyalist barbarlık dünyasında, işçi sınıfı, emekçi kitleler ve ezilen halklar için yaşamsal bir önem taşımaktadır. Zira “demokrasi” ve “özgürlük”, dünya ölçüsünde hem en çok uğruna mücadele edilen hem de en çok istismar edilen ve emperyalist burjuvazi tarafından kirletilen kavramlardır. Emperyalistler, ülkelere ve ezilen mazlum halklara karşı kanlı operasyonları ve barbarca savaşları “demokrasi ve özgürlük” adına yürütüyorlar. Kokuşmuş faşist rejimler de baskı ve zorbalıklarını “demokrasi ve özgürlük” adına icra ediyorlar. Liberal-reformist sol akımlar ise aynı kavramları sınıfsal içeriğinden koparıyorlar. Genel olarak kapitalizmin ve özel olarak da emperyalizmin demokrasiyi-özgürlüğü bir hayal haline getirdiği gerçeğini gizleyerek, işçi sınıfı ve emekçileri sahte umutlarla oyalamanın ve burjuvazinin sınıf egemenliğini pekiştirmenin bir aracı haline getiriyorlar.

1980 öncesinde demokrasi ve siyasal özgürlükler sorununu devrimci iktidar perspektifine bağlı olarak ele alan halkçı devrimci akımların büyük çoğunluğu 12 Eylül karşı-devriminin yarattığı yenilgi atmosferinde düzen içi bir çizgiye oturdular. SSCB ve Doğu Bloku’nun yıkılışı ve Kürt hareketinin evrimi, sol hareketin ezici çoğunluğunun “demokratik devlet”, “demokratik toplum”, “demokratik anayasa”, “demokratik cumhuriyet” çizgisine kaymalarında önemli bir rol oynadı. “Bağımsızlık ve demokrasi”ye dayalı devrim programının yapısal zayıflığı, sözü edilen koşullarda doğal sonucuna varmış oldu. Gelinen aşamada ise “yığınları birleştirici ortak talep ve hedef” olarak “demokrasiyi kazanmak”, sol hareketin büyük bölümünde ortak payda haline gelmiş durumdadır. “Demokratik Türkiye” hedefiyle demokratik reformlar kendi içinde amaçlaştırılmakta, böylece düzenin restorasyonuna hizmet edilmektedir.

Artık Türkiye sol hareketinin büyük çoğunluğu, burjuvaziyi yıkmaya ve iktidarı ele geçirmeye dayalı bir mücadele platformuna sahip değildir. Onlar, burjuvaziyi gerileterek mevcut rejimi reforme etme, iyileştirme mücadelesi veriyorlar. Burjuva düzenin kendi sınırları içine sığan çözümler öneriyorlar. Demokrasi sorununu “devrim sorunu” olarak ele almak iddiası taşıyanlar da pratikte bunu gözeten bir tutum içinde değiller. Zira, programatik plandaki yapısal zayıflıklarının yanı sıra bugünün Türkiye’sinde büyük bir ağırlık oluşturan reformizm ile Kürt hareketinin gücü ve ideolojik basıncı altında “devrimci programlarını” ve kimliklerini bir yana bırakıyorlar. Kürt hareketinin yedeğinde belirledikleri politikalar ve politik konum ve tutumların netleştiği seçim dönemleri, bunun somut göstergeleri.

 Reformist ve tasfiyeci cereyanı göğüsleme sorumluluğu

Abdullah Öcalan’ın Çağrı’sının ve PKK 12. Kongresi’nin ortaya koyduğu yeni platform, devrimcilikte tutunmaya çalışan bazı akımların devrimci kimlik planında yaşadıkları zaafiyeti belirgin bir biçimde açığa çıkardı. “Demokrasi sorunu devrim sorunudur” diyen ve Kürt Hareketi’nin şimdiki platformuna kimi “eleştiriler” yönelten bazı akımlar şahsında, bu zaafiyetin somut işaretleri fazlasıyla mevcuttur. Dolayısıyla Öcalan’ın Çağrı’sıyla başlayan “devletle ve toplumla bütünleşme” çizgisi, Türkiye sol hareketini de etkileyen bir gelişme olmuştur.

Öcalan ve PKK’nin on yılları bulan ve etap etap ilerleyen köklü yön değişiminin vardığı “devletle ve toplumla bütünleşme” ya da “devletin ve toplumun demokratik dönüşümünü sağlama” evresi, Kürt halkının devrimci kazanımlarının da tasfiyesini içermektedir. Öte yandan devrim cephesine ideolojik, politik ve moral değerler planında vurulan ağır bir darbe olduğu ölçüde sol hareket üzerinde yıkıcı ama aynı zamanda saflaştırıcı etkileri olacak sarsıcı bir gelişmedir.

Dolayısıyla her dönem devrimci sınıf bakış açısının sınandığı kritik bir alan olagelen genel olarak demokrasi sorunu, özel olarak da Kürt ulusal sorunu konusunda doğru devrimci bir tutum alabilmek özel bir önem taşıyor. Zira bu konuda devrimci kimlik ve politik tutumunu koruyamayanların liberal-reformist bir batağa ve sınıf işbirlikçisi bir çizgiye kapaklanmaları kaçınılmazdır. İşçi sınıfını ve bilimsel sosyalizmi temel almak, Kürt sorunu başta olmak üzere bütün demokratik siyasal sorunların çözümünü bu temel üzerine oturtmak, tüm emekçi katmanları birleşik devrimci bir mücadele çizgisinde birleştirmek, tasfiyeciliği ve ezici bir ağırlık haline gelmesi muhtemel olan reformist-parlamentarist cereyanı göğüsleyerek devrim seçeneğini büyütmek, bugün her zamankinden daha yakıcı bir görevdir.

 Kürt Hareketi’nin “Barış ve demokratik toplum projesi”

Öcalan ve Kürt Hareketi’nin “Barış ve demokratik toplum”, “Demokratik Cumhuriyet” ve “Devletle ve toplumla bütünleşme” projesi, siyasal özgürlükler sorununun en kilit halkalarından biri olan Kürt sorununun çözüm platformu olarak sunuluyor. Burjuva-demokratik bir çözümün somutlaşmış ifadesi olan bu projeyle, Türkiye burjuvazisi sözde bir “siyasal çözüm”e razı edilmek isteniyor. Devletle uyumlu bir çözüm arayışını yansıtan bu kırıntı reformlar çizgisi, kapitalizmin sınırları içinde “iyileştirmeci” bir politik platformu ifade ediyor. Bu kadarı bile sömürgeci burjuvazi tarafından, Kürt ulusunun taleplerinin en geri bir düzeye çekilmesi ve Kürt Hareketi’nin tasfiye edilmesi şartına bağlanıyor.

Sınıf mücadelesi, üretim ilişkileri, devlet, ulusal sorun, ulusal kurtuluş, emperyalist egemenlik vb. bağlamlardan koparılarak ele alınan “Barış ve demokratik toplum”, “Demokratik Cumhuriyet” çağrıları, hangi sınıfın çıkarları adına yapılıyor? Bu “barış” ve “demokrasi” hangi sınıfın egemenliğini güçlendirmeye hizmet ediyor? Bu gibi sorular, sadece Kürt Hareketi’nin değil, onun yedeğinde kümelenen sol akımların da yanıtlaması gereken temel önemde sorular olarak orta yerde duruyor.

Kürt hareketi, devletle bütünleşmeyi savunan ve egemen sınıfın çıkarlarıyla çelişmeyen bir çözüm istiyor. Bunun, Kürt halkının eşitlik ve özgürlük taleplerinin karşılanmasıyla hiçbir alakası yoktur. Dolayısıyla Kürt hareketinin ortaya koyduğu platformla “onurlu bir barışa”, “Demokratik bir yaşama ve demokratik bir Türkiye’ye” ulaşılabileceği inancı boş bir hayaldir.

Demokrasi mücadelesi devrim mücadelesidir!

Türkiye’nin temel burjuva demokratik sorunlarının hemen hiçbiri çözülmemiş olarak yerli yerinde duruyor. Öncesi bir yana, yirmi küsür yıllık AKP iktidarı, sınıf ve emekçilerin zorlu mücadelelerle kazandığı kısmi ekonomik, sosyal ve demokratik hakları sistemli saldırılarla kuşa çevirdi. Gelinen yerde Türkiye’de tek adam diktatörlüğüne dayalı dinci-faşist bir rejim hüküm sürüyor.

Dolayısıyla dinsel gericilik karşısında “laiklik”, “tek adam diktatörlüğü”ne karşı temel hak ve özgürlükler, Kürt halkı için ulusal eşitlik ve özgürlük, kadın-erkek eşitliği, sınıf ve emekçilerin yaşam ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi vb., vb. istemleri yükseltmek, dinci-faşist iktidar altında nefes alamaz hale gelen emekçiler için büyük bir önem taşıyor.

Bu çerçevede yükseltilecek mücadeleye doğru bir bakış açısının yön vermesi ise temel önemde bir sorundur. Tüm bu demokratik reform taleplerini formüle etmek ve bunlar uğruna kararlı bir mücadele yürütmek, ama bu talepleri ve mücadeleyi toplumsal devrim hedefine göre tanımlamak gerekiyor. Toplumsal devrim ise Lenin’in ifadeleriyle “tek bir çarpışmadan ibaret değil, ama ekonomik ve demokratik reformun bütün sorunları üzerine, ancak burjuvazinin mülksüzleşmesiyle tamamlanan bir dizi çarpışmayı kapsayan bir dönemdir”. Dolayısıyla, tüm ekonomik ve demokratik reformların tam olarak sağlanması ve kalıcı hale getirilmesi burjuvazinin siyasal-toplumsal egemenliğini aşılmasıyla mümkündür. “... şimdiye kadar başarılmış demokrasiye dayanarak ve bu demokrasinin kapitalizmde tam olamayacağını gözler önüne sererek, yığınların içinde bulunduğu yoksulluğun ortadan kaldırılmasının ve bütün demokratik reformların tam ve her yönüyle gerçekleştirilmesinin gerekli temeli olarak kapitalizmin devrilmesini ve burjuvazinin mülküne el konmasını istiyoruz...” (Lenin)

Reformlar uğruna mücadele, devrimci iktidar mücadelesinin bir aracı, kapitalizmin devrilmesi ve burjuvazinin mülküne el konulmasının yan ürünü olarak ele alındığı koşullarda devrimci bir rol oynar. Bugünkü dinci-faşist kudurganlık karşısında “Demokratik Cumhuriyet” talebi, her ne kadar cezbedici ve emekçiler için “soluk alacakları” bir yönetim biçimi olsa da, sonuçta sözkonusu olan sermaye sınıfının cumhuriyetidir ve bu cumhuriyet sermayenin iktidarını daha da sağlamlaştırmasına hizmet eder. “Demokratik Cumhuriyet, kapitalizmin olanaklı olan en iyi politik biçimidir, çünkü sermaye, demokratik cumhuriyeti ele geçirdikten sonra, iktidarını öyle sağlam, öyle güvenli biçimde kurar ki, burjuva demokratik cumhuriyetindeki hiçbir kişi, kurum ya da parti değişikliği onu sarsamaz.” (Lenin, Devlet ve İhtilal)

Öte yandan, demokratik cumhuriyet, kapitalist toplumda proletarya için de en uygun devlet biçimi olmakla birlikte, sınıfsal eşitsizlikler ortadan kalkmaz. Çalışanların büyük çoğunluğu ücretli kölelik koşullarında yaşamaya devam eder. “Biz kapitalist düzende, proletarya için en iyi devlet biçimi olarak demokratik bir cumhuriyetten yanayız. Ama en demokratik burjuva cumhuriyetinde bile halkın payına ücretli kölelik düşer.” (Lenin, Devlet ve İhtilal)

 Demokrasinin sınıf niteliği

Modern parlamenter demokrasi, burjuvazinin sınıf egemenliğinin siyasal biçimlerinden biridir. Tarihsel olarak bu siyasal biçim, burjuvazinin feodalizme karşı verdiği mücadeleler sonucunda şekillenmiş ve onun ekonomik ve siyasal egemenliğini meşrulaştıran bir araca dönüşmüştür. Dolayısıyla demokrasinin içeriği, tarihsel ve sınıfsal bağlamından koparılarak ele alınamaz.

Demokrasi tarihsel bir kategoridir ve sınıflar üstü bir demokrasi yoktur. Bundan dolayı onun her tarihsel döneme ve sınıfsal ilişkilere denk gelen bir içeriği ve çözümü vardır. Dolayısıyla demokrasi, hangi sınıfın iktidarda olduğuna göre içerik kazanır.

Hangi sınıfın demokrasisi için mücadele, temel önemde bir ayrım noktasıdır. Bunun için “... bir liberalin genel olarak demokrasiden söz etmesi doğaldır. Bir marksist ise ‘hangi sınıf için’ diye sormaktan hiçbir zaman geri kalmayacaktır.” (Lenin) Zira “ayrı ayrı sınıflar var olduğu sürece ‘arı demokrasiden’ değil, ama yalnızca sınıfsal demokrasiden söz edileceği açıktır”. (Lenin, Proleterya Devrimi ve Dönek Kautsky, s.27) Kapitalist toplumda ve elbette Türkiye’de de burjuva demokrasisi, sermayenin egemenliğini en sağlam bir biçimde oturtması demektir. Bunun tek alternatifi ise proletarya demokrasisidir. Çünkü “Tarih, feodalizmin yerini alan burjuva demokrasisi ile burjuva demokrasisinin yerini alan proletarya demokrasisini bilir”. (age, s.27)

Devrimci bir sınıf programı, üretim araçlarının kamulaştırılmasını, kapitalist sınıf ilişkilerinin ortadan kaldırılmasını ve sınıfsız, sömürüsüz bir toplumun inşasını hedefler. “Demokratik cumhuriyet” talebi ve hedefi ise bu tür devrimci bir dönüşümün tümüyle dışındadır. “Demokratik Türkiye-Demokratik Cumhuriyet” hedefi “sosyal adalet”i gerçekleştirme, demokratik hakları genişletip güçlendirme perspektifinin ötesine geçmez. Kapitalizmi reddetmek ve aşmak yerine, onu daha “demokratik” bir hale getirmeyi önerir. Sınıf egemenliğini ve üretim ilişkilerini ortadan kaldırmadan, toplumu ve devleti demokratikleştirmeyi hedefler. Kapitalizmin temellerine ve siyasal özgürlüklerin önünde engel olarak duran burjuva devlete dokunmaz. Dolayısıyla sosyal demokrat bir programı ifade eder.