15 Temmuz darbe girişimini “Allah’ın lütfu” sayan T. Erdoğan AKP’si, 20 Temmuz 2016’dan beri OHAL ve KHK’larla ülkeyi yönetiyor. Yasaların fiilen rafa kaldırıldığı bu süreçte parlamento ise, dinci-faşist dikta rejiminin “ayak işleri”ni gören bir kuruma düşürüldü. Görünen o ki, düzenin efendileri keyfiyetin ve zorbalığın ayyuka çıktığı bu rejimi kalıcı hale getirmek istiyor.
Zorbalık rejimine devam
OHAL’in kaldırılması gerektiğini dile getirenlere histerik bir üslupla saldıran Tayyip Erdoğan, OHAL’den vazgeçmeyeceklerini söylüyor. Her konuşmasında kaba tehditler de savuran Erdoğan, bu vaazlarıyla hem Milli Güvenlik Kurulu’na (MGK) hem meclise talimat vermiş oluyor. Nitekim Tayyip Erdoğan’ın konuşmalarını emir telakki eden devlet kurumları, kaçak saraydan gelen emirlere uygun kararlar almak için adeta birbirleriyle yarışıyorlar.
AKP şefinin “OHAL’i kaldırmayacağız” tehdidini savurmasından birkaç gün sonra toplanan MGK’nın ilk işi, OHAL’in 3 ay süreyle uzatılması yönünde tavsiye kararı almak oldu. Dalkavukluk öyle bir noktaya ulaşmış ki, OHAL tezkeresi MGK toplantısı devam ederken meclise gönderildi. Tezkereyi dört gözle bekleyen meclisteki AKP ile MHP milletvekilleri anında onayladılar.
Dalkavukluğun ayyuka çıkması, burjuva siyaset arenasındaki kepazeliğin vardığı boyutu gözler önüne sererken, OHAL rejiminin kalıcı hale getirilmesi dinci sermaye iktidarının kararıdır. Zira meşruiyet krizini aşamayan bu iktidar ancak keyfi zorbalığa dayanarak yönetebiliyor. T. Erdoğan’ın etrafa tehditler savurarak bu rejimi savunması, AKP’nin OHAL’siz yönetemez duruma düşüşünün itirafıdır aynı zamanda.
“FETÖ”’ye değil işçi sınıfına karşı
Dikta rejimini tahkim etmeye odaklanan T. Erdoğan AKP’si, OHAL ve KHK’lara dört elle sarılıyor. Bu rejime dayanarak biat etmeyen herkese saldıran iktidar, şarlatanlıkta da sınır tanımıyor. OHAL’in “FETÖ”ye karşı mücadele için gerekli olduğunu iddia ediyorlar. Oysa pratikte toplumsal muhalefeti sindirebilmek için hem fiziki, hem simgesel, hem ekonomik şiddeti pervasızca kullanıyorlar.
En büyük korkularından biri işçi sınıfının kendi talepleriyle mücadele alanlarına inmesidir. Grev yasakları ve kazanılmış hakların gaspı, olası bir sınıf hareketini doğmadan boğma çabalarıdır. Hak arama mücadelesini yükseltip onuruyla yaşamaya çalışan işçiler, iktidarın efendileri nezdinde birer “nefret nesnesi”dirler. Din bezirganı iktidar, haline şükreden, sıkıştığında “hak arayan” değil “avuç açan” kullardan oluşan bir işçi sınıfı yaratmayı hayal ediyor; OHAL’i de bunun için büyük bir fırsat sayıyorlar.
OHAL rejimini “FETÖ”ye karşı mücadele için gerekli gördüklerini iddia edenler, sermaye kodamanlarının huzuruna çıkınca, gerçeği tam bir pişkinlikle itiraf ediyorlar. Patronlar huzurunda konuşup yabancı sermayeyi ülkeye davet eden T. Erdoğan, bir sömürü cenneti vadederken, OHAL sayesinde grevleri nasıl yasakladıklarını, kapitalistleri nasıl koruduklarını pervasızca anlatabiliyor. Din istismarı, inanç sömürüsüyle işçilerden oy alan AKP, patronların desteğini almak için ise işçi sınıfını haklarını aramaktan nasıl men ettiklerini, tam bir utanmazlıkla anlatıyor.
Toplumsal muhalefeti sindirme histerisi
AKP iktidarının işçi sınıfı ve emekçilere düşmanlığı OHAL’le başlamadı elbette. Sermayeye hizmette olduğu gibi, emekçilere düşmanlıkta da 15 yıldır değişmeyen bir hatta yürüyorlar. Yeni olan, OHAL’le birlikte iktidarın icraatlarında çok daha fütursuz, daha saldırgan ve kural tanımaz olmasıdır.
Faşist tek adam diktasını tahkim edebilmek için sermayeye hizmette tüm sınırları altüst eden T. Erdoğan AKP’si, toplumsal muhalefeti sindirebilmek için de kuralsız zorbalığa başvuruyor. Çünkü tahkim etmeye çalıştıkları dikta rejiminin bekası için toplumsal muhalefetin sindirilmesi gerekiyor. İşçi sınıfına kaba köleliğin dayatılması, KHK sopasıyla kamu emekçilerini “iktidarın kulları” yığınına dönüştürme çabaları, ırkçı bir kinle Kürt hareketine saldırmaları, dikta rejimini reddeden ilerici muhalefeti hedef alan saldırılar vb...
Tüm bu icraatlar toplumsal muhalefeti sindirme, işçi sınıfı ve emekçileri hak arama mücadelesinden men etme, Kürt halkının eşitlik ve özgürlük özlemini boğma, kısacası toplumu “dikta rejimine biat etmiş, irade yoksunu bir yığın” derecesine düşürebilme hevesinin/histerisinin dışa vurumlarıdır.
Hevesleri kursaklarında bırakılmalıdır
OHAL/KHK ile ülkeyi yöneten siyasal islamcıların sefil hedefleri ortadadır. Saltanat kurma hırsları, sömürü ve ranttan aldıkları payı büyütme konusundaki açgözlülükleri, suç dosyalarının kabarık olması gibi sebepler, hedeflerine ulaşma konusunda emsallerinden çok daha pervasız olmalarını zorunlu kılıyor. Her şeye rağmen hedeflerine ulaşmaları engellenip hevesleri kursaklarında bırakılabilir. Bu ülkenin ilerici-devrimci dinamikleri, işçi sınıfı ve emekçilerin mücadele birikimi, Kürt halkının on yıllara yayılan mücadele deneyimleri bu vahim gidişatı tersine çevirebilecek potansiyelleri fazlasıyla taşıyor.
Dikta rejiminin saldırı furyasını püskürtüp gidişatı tersine çevirmek için işçi sınıfının mücadelede etkin bir rol oynaması sağlanmalı, birleşik bir direniş hattı oluşturulmalıdır. Vurgulamak gerekiyor ki, bu konuda sorumluluk öncelikle ilerici-devrimci güçlere düşmektedir. Zira öncülük misyonu hakkıyla yerine getirildiğinde, toplumun mücadele dinamiklerini harekete geçirmek zor olmayacaktır.