Ukrayna: Haydutların “barış planı”

Trump’ın kamuoyuna sızan “barış planı”, Ukrayna için siyasi, askeri ve “toprak bütünlüğü” açısından ağır bir teslimiyet dayatıyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 03 Mayıs 2025
  • 13:30

“Emperyalizm bir aşamadır; vahşetin en yüksek aşaması”

Che Guevara

ABD Başkanı Donald Trump, 23 Nisan’da Oval Ofis’te yaptığı açıklamada, Ukrayna’nın kukla Devlet Başkanı Vladimir Zelenski’ye, barışı sağlamak için taviz vermeyi reddetmesi ve Kırım’ı Rusya toprağı olarak tanıma önerisine uymaması nedeniyle tepki gösterdi. 

Açıklamasında Zelenski’ye hitaben Trump, “Barış yapabilirsin ya da ülkenin tamamını kaybetmeden önce üç yıl daha savaşabilirsin” dedi.

Aynı gün Londra’da “Ukrayna Barış görüşmeleri” için “haydutlar” bir aradaydı.

Görüşmelerin akabinde Rusya, 23 Nisan gecesi başkent Kiev’e hava saldırısı düzenledi. Bu saldırı, son aylarda yaşananlar arasında “en büyük ve en ölümcül bombardıman” olarak değerlendirildi. Çok sayıda ölü ve yaralı olduğu bildirildi.

Balistik füzeler ve İHA’larla düzenlenen saldırıda yaklaşık 4 milyon nüfuslu başkent Kiev’de belli hedefler vuruldu. Batı medyasındaki haberlere bakılırsa, Kiev dışında yedi şehir daha saldırıların hedefi oldu.

Ukrayna için “barış görüşmelerinin” ilki 17 Nisan’da Paris’te yapıldı. ABD, Batı ve Ukrayna’dan üst düzey katılımla gerçekleşen zirvenin ardından “umut dolu” mesajlar verildi ve devamının Londra’da yapılacağı açıklandı. Ancak 23 Nisan’da Londra’da gerçekleştirilen ikinci turda tablo değişti. 

Görüşmelerde temsiliyet bakanlar seviyesinden memurlar düzeyine indirildi. ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski’in Kırım açıklamaları nedeniyle toplantıya katılmayı reddetti. Aynı gün, ABD Başkanı Donald Trump, Rusya ile anlaşmaya vardıklarını düşündüğünü fakat Zelenski ile anlaşmanın “biraz daha zor olduğunu” ilan etti. 

Bu üç gelişme tek bir gerçeğe işaret ediyor: Masada barış değil, Ukrayna’yı paylaşma pazarlığı yapılıyor.

“Barış planı” dedikleri paylaşım senaryosu

Trump’ın kamuoyuna sızan “barış planı”, Ukrayna için siyasi, askeri ve “toprak bütünlüğü” açısından ağır bir teslimiyet dayatıyor. Plana göre, Kırım resmen Rusya’nın toprağı olarak tanınacak, Donetsk, Luhansk, Zaporijya ve Herson’un büyük bölümü Rus kontrolünde kalacak, Ukrayna’ya verilen NATO üyeliği sözü rafa kaldırılacak. Karşılığında Batı’dan gelecek belirsiz “güvenlik garantileri”, AB’ye üyelik hakkı ve Dnipro Nehri’nde seyrüsefer izni verilecek. Kırım’ın resmen “Rus toprağı” olarak kabulü ile Donetsk, Luhansk, Zaporijya ve Herson’da Moskova’nın hakimiyeti, Putin için tarihsel bir zafer anlamına gelecek. 

ABD’nin “barış” adı altında Ukrayna’ya dikte ettiği plan bundan ibaret. Bu plana göre, Ukrayna toprak, egemenlik ve güvenlik kaybederken, karşılığında ABD ile Batı’ya zenginlik kaynaklarını ipotek edecek. Batı kamuoyuna bu durum “çözüm” olarak gösterilecek. Kısacası, “barış planı” dedikleri şey, emperyalist paylaşım savaşının cilalı laflarla süslenmesinden öte bir anlam taşımıyor.

Efendinin uşağa tavrı

Trump’ın “Zelenski ile anlaşmak zor” çıkışı aslında çok şey söylüyor. Bu ifade, iki devlet arasındaki eşitlik zemininden değil, tahakküm ilişkisinden doğuyor. Washington, Kiev’i kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirilmesi gereken bir aparat olarak görüyor. Bu ilişki biçimi, ABD’nin Ukrayna halkını umursamadığını, sadece kendi hegemonyasını düşündüğünü gösteriyor.

Trump, Zelenski’in Kırım’ın Ukrayna toprağı olduğu yönündeki açıklamasını “barış için zararlı” buldu. Bu durum, konuşulan “barışın” halkların iradesine değil, büyük güçlerin çıkarlarına dayandığını ortaya koyuyor. ABD, efendi olarak uşak pozisyonundaki Zelenski yönetiminden itaat bekliyor. ABD-NATO cephesinin Rusya ile çatışmasında ülkesini arena haline getiren Zelenski, artık emperyalist efendilerin aşağılayıcı muamelesine katlanmak zorunda kalıyor.

Zelenski ve başında bulunduğu Neonazi işbirlikçisi rejim, Ukrayna’da bu vahim tablonun oluşmasında baş rolü oynamıştır. Çünkü hem ABD’nin uydusu olan bir lider hem milliyetçi söylemlerle halkını ölüme seferber etmeye çalışan bir figür olarak, emperyalizmin çıkarlarını temel alan politikalar izliyor. Bu politikaların bedelini ise Ukrayna halkları ödüyor. 

Nitekim ne Washington ne Kiev yönetimi, Ukrayna halkının yaşadığı yıkım ve acılara son vermek istiyor. Kendi sefil çıkarlarından ötesini görmüyorlar. 

Milyonlarca insanın yerinden edilmesi, yüzbinlerce askerin ve binlerce sivilin hayatını kaybetmesi onlar için “jeopolitik maliyet” kapsamındadır. 

ABD’nin tavrı, Paris ve Londra masaları, emperyalist merkezlerin sadece sermayeye hizmet ettiğini bir kez daha gösteriyor. Ukrayna’nın yıkımı, Batı için enerji güvenliği, NATO’nun genişlemesi ve silah tekellerinin büyümesi için göze alınabilir bir “maliyet” sayılıyor.  

Ukrayna’nın şimdilik NATO üyeliği rafa kaldırılmış olsa da üç yıllık savaş süreci boyunca NATO Rusya’ya doğru genişledi. Silah tekelleri ise çağın en büyük vurgununu yaptı.  

Ukrayna’nın doğal zenginlik kaynaklarına çökülerek “enerji güvenliğinde de” yol alındı. Bu tabloda mazlum Ukrayna halklarının payına düşen yalnızca savaşta ölmek ya da “sürgünde” yaşamak oldu.

AB, bu tabloda “barış” adına Trump’ın önerisine karşı çıksa da itirazlarının barışla bir ilgisi yok. Avrupa’nın karşı çıkışı stratejik; ABD'nin yönettiği bir çözümde sadece figüran olmak istemiyor. Öte yandan, AB şeflerinin esas derdi barış değil savaşı daha da uzatmaktır. 

AB, 2014’te Kırım’ın ilhakı sırasında askeri olarak müdahale edemeyeceğini beyan etmişti. Bugün ise itirazlarını ve savaşın devamından yana olmalarını da “değerler siyaseti” yaftası altında gizlemeye çalışıyorlar. 

Avrupa Komisyonu’nun, SWIFT sistemi ve dondurulmuş Rus fonları üzerinden yaptırımları kaldırmaya yanaşmaması, sadece Ukrayna’ya değil, ABD’ye karşı da pazarlık kozu olarak kullanılıyor. 

Baltık ülkeleri, Polonya ve İskandinavlar, Rusya’ya yaptırımlara karşı çıkanlara veto tehdidiyle direniyor. Bu da gösteriyor ki “birleşik Avrupa”dan ziyade, çıkar çatışmalarıyla parçalanmış bir yapılar bütünü var karşımızda.

“Barış planı”, yalnızca bir ülkenin kaderini değil, tüm bölgenin geleceğini ilgilendiriyor. Oysa emperyalist kampın içindeki çatlaklar büyüyor. Bunlar ise, siyasal alana yeniden paylaşım kapışması olarak yansıyor.

Emperyalist güçler arasındaki hegemonya savaşlarının bedelini ödeyen halklar yazık ki, halen savaş ve yıkımlara karşı güçlü bir direniş geliştiremedi. Bundan dolayı savaş baronlarının yıkıcı planları bozulamıyor. Tersine emperyalist devletler ve AB, silahlanma ve militarizm için devasa kaynaklar ayırarak felaketi daha da büyütmek için hazırlık yapıyor. 

Karl Liebknecht’in dediği gibi, “Düşman, kendi içimizde!”. Bu savaşta “tarafsızlık” mümkün değildir. Ya emperyalist saldırganlığa karşı barış için, “kendi içimizdeki düşmana” karşı savaşılacak ya da emperyalistlerin bize reva gördüğü “kadere” razı gelinecek.