"Harp, hâkim sınıfların kavgasıdır. Bu kavgada ölen, sakat kalan, aç kalan, yok olan hep halktır."
Hikmet Kıvılcımlı
Danimarka’da, 2025 yılının temmuz ayında yürürlüğe girecek ve 2026’da uygulamaya konacak olan bir yasa değişikliği, kadınlar için de zorunlu askerlik uygulamasını başlatıyor. 18 yaşını dolduran kadınlar, tıpkı erkekler gibi askerlik yükümlülüğüne tabi tutulacak. Bu değişiklik, Danimarka hükümetince “Ukrayna’daki savaş sonrası değişen güvenlik ortamı” gerekçesine dayandırılıyor. Ancak söz konusu yasa bir “güvenlik” refleksinden çok, Avrupa geneline yayılan militarist yönelimin ve NATO merkezli savaş stratejilerinin bir yansımasıdır.
2022 yılında başlayan Ukrayna savaşı, Batı’nın ve özellikle NATO’nun Rusya’yı çevreleme politikasının dolaysız bir sonucu olarak patlak vermişti. Ancak, savaşın cepheleri Ukrayna-Rusya sınırlarında kalsa da siyasal ve ideolojik sonuçları doğrudan Batı toplumlarını etkilemenin bir aracı olarak kullanıldı. ABD başta olmak üzere birçok NATO üyesi devlet, bu savaşı yalnızca “Rusya’ya karşı savunma” mücadelesi olarak değil, aynı zamanda kendi toplumlarını yeniden yapılandırmak için bir fırsat olarak da kullanıyor.
Bu bağlamda zorunlu askerlik uygulamaları ve genel olarak silahlanma programları, sadece “dış düşmana” karşı hazırlık değil; aynı zamanda iç siyasette neoliberal krizin ideolojik meşrulaştırılması ve emekçilerin disiplin altına alınması işlevi de görmektedir. Danimarka’da kadınlar için zorunlu askerlik uygulamasının başlaması da bu çerçevede değerlendirilmelidir.
Danimarka, İskandinav “refah” modeliyle tanınan, liberal “demokratik” değerlerin güçlü olduğu ülkelerden biri kabul edilir. Ancak, “toplumsal cinsiyet eşitliği” gibi kavramların da artık neoliberal-militarist düzenin aparatlarına dönüştürüldüğünü görüyoruz. Kadınların askere alınması, ilk bakışta “eşit yurttaşlık” veya görev paylaşımı gibi değerlerle meşrulaştırılsa da özünde “cinsiyet eşitliğini” militarizmin hizmetine koşmaktan başka bir anlam taşımamaktadır.
Savaş hazırlığı, yalnızca kadınlara "erkeklerle eşit sorumluluk" yüklemeyi değil, toplumun tüm kesimlerinin disipline edilmesini ve olası bir savaş ortamında aktif kullanıma hazır hale getirilmesini de hedeflemektedir.
Norveç ve İsveç gibi ülkelerde kadınların zorunlu askerlik yapması daha önce başlamıştı. Danimarka bu sürece katılarak NATO’nun Kuzey kanadında insan gücü rezervini genişletmekte ve olası çatışmalar için “toplumsal seferberlik” zeminini hazırlamayı hedeflemektedir.
Danimarka’da atılan bu adım “münferit” değil. Almanya’da da benzer bir yönelim söz konusudur. Berlin’deki savaş kundakçılarından Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius, “Konforlu kışlalara değil, savaşacak kadın ve erkeklere ihtiyacımız var” diyerek zorunlu askerliği hem erkekler hem de kadınlar için tekrar gündeme getirmişti.
Letonya, Litvanya, Estonya gibi Baltık ülkeleri ise, “Rusya tehdidi” söylemini kullanarak silahlanma harcamalarını artırmış ve “gönüllü” askerlikten “zorunlu” hizmete geçişin yollarını açmak için çaba harcamaktadır.
Son NATO zirvesinde üye devletler, GSYH’nin %2’sini değil, %5’ini “savunma” harcamalarına ayırma hedefi belirlemişti. Bu oran, sadece silah alımı değil; o silahları kullanacak insan gücünün eğitimi ve disiplini anlamına da geliyor. Dolaysıyla askerlik ve toplumsal militarizasyon, bir “güvenlik önlemi” değil, savaş için insan kaynağı yaratmayı hedefleyen yeni bir “üretim biçimi” olarak işlev görüyor.
Toplumsal militarizasyon
Zorunlu askerlik uygulamaları ve kadınların da bu sürece dahil edilmesi, militarizmin “toplumsal bir norm” haline getirilmek istendiğine işaret ediyor. Bu dönüşüm, neoliberal çağın krizlerini (sosyal güvencesizlik, işsizlik, anlam arayışı, kimlik buhranı) militarist bir aidiyetle ikame etmeyi hedefliyor.
Kapitalist devletler, kriz anlarında kendi halklarını disipline etme çabalarına her zaman baş vurdular. Bu, 20. yüzyılda faşizmle zirve yapmıştı. 21. yüzyılda ise daha “modern”, “eşitlikçi”, “vatandaşlık görevi” kılıflarıyla sunulmaktadır.
Zorunlu askerlik, özellikle genç kuşaklar için “ulusal sorumluluk”, “özveri” ve “direniş ruhu” gibi kavramlarla “romantize” edilmeye çalışılıyor. Ancak özünde bununla, emekçi sınıfların çocukları sermayenin savaşlarına hazır hale getirilmek isteniyor.
Danimarka’nın kadınlar için zorunlu askerliği yasalaştırması, toplumsal militarizasyon sürecinin sadece başlangıcıdır. Ukrayna savaşı, Batı tarafından bir tür “toplumsal mobilizasyon” fırsatı olarak değerlendirilmekte; eğitimden medyaya, iş gücü piyasasından cinsiyet politikalarına kadar pek çok alanda “militarist yeniden yapılanma” çabalarına dayanak yapılmaktadır.
Emekçi sınıflar için bu, sadece savaşa sürüklenmek değil; aynı zamanda siyasal özgürlüklerin kısıtlanması, bütçelerin sosyal hizmetlerden askeri harcamalara kaydırılması ve genç kuşakların geleceklerinin çalınması anlamına geliyor.
Toplumları savaşın hizmetine sürmek isteyen militarist yönelimlere karşı, eşitlik, özgürlük ve barış temelinde örgütlü bir anti-emperyalist, anti-kapitalist duruş bugünün en yakıcı ihtiyacıdır.
Mahir Çayan’ın dediği gibi; "Halklara düşman olan emperyalistlerin savaşlarına karşı, gerçek barış ancak anti-emperyalist mücadeleyle mümkündür."