Latif fabrikada işe başlayalı en fazla 2 ay oluyordu. Latif dürüst biriydi. Söz verdiğinde, sözünü tutmaya çalışırdı. Verdiği sözü yapamadığında, bahane uydurmadan, açıkça nedenini söylerdi. Örgütlenme açısından güvenilecek biriydi. Ama tırsaktı, ezikti. Ustabaşı söverek fırça attığında kızardı, çok kızardı ama sesini çıkaramazdı. Öte yandan Latif’in, derler ya, beyni bacak arasındaydı. Benim tansiyonum düştüğünde bile gerçekten kaygılanan Latif, ölümden kıl payı kurtulan, ama yere düşmekten kurtulamayan kadın işçinin bacaklarına kilitlenmiş gibi bakıyordu.
Hemen akşamında bu konuyu Latif’le konuşmaya çalıştım. İş çıkışı bir kahvede oturduk. Çay söyledik. Çaylarımızı içmeye başladık.
“Bugün Sevda ölümden ucuz kurtuldu, dimi abi!”
“Evet kurtuldu. Buna sevindiğin için mi, mal gibi kadının bacaklarına baktın?” Latif benim devrimci olduğumu biliyordu. Ne var ki, onun bu halini gördüğümü bilmiyordu. Söylediklerimi duyunca kıpkırmızı oldu. Konuşamadı. Konuşmaya ben devam ettim.
“Latif bak bu konuda seni tanıyorum. Kadın işçilere nasıl baktığını fark ediyorum. Ustabaşının karşısında süt dökmüş kuzu olurken, kadın işçilere atmaca kesiliyorsun. Bunun bakmakla ilgili bir sapkınlık olarak düşünüyordum. Ama ölümden dönen Sevda’ya bakışın, bana, insanlığını sorgulatır oldu.”
“Çok ağır konuşmuyor musun abi?”
“Evet ağır, ama yaptığına denk konuşuyorum. Ölümden dönen Sevda değil de ben olsaydım, kesinlikle müthiş kaygılanırdın. Yardım etmek için kendini riske atar yanıma koşardın.”
“Koşardım tabi abi…”
“Sevda’ya niye koşmadın?”
“O kadın. Ona koşsam yanlış anlaşılırdı.”
“Ona bana olduğu gibi yardım etmek için koşsaydın, yanlış anlayanlar olsa bile, bu, onların hayvanlığı olurdu. Sen yanlış anlaşılmasın diye Sevda’ya yardım etmedin ama, bacaklarına kilitlendin. Peki bu ne?
“Bu da benim hayvanlığım oluyor, abi…” Latif bunu duraksayarak, yani utanarak söyledi. Kafasında soru vardı ve kendi yanıtlayamadığı için bana sordu.
“Abi ben niye böyle hayvanım?”
“Basit bir örnek vereyim. Ustabaşı neredeyse canı sıkıldıkça gelip sana fırça atıyor. Sen sesini çıkarmıyorsun. Anlattığına göre, senden güçlü biri karşısında hep böylesin. Askerdeyken senden kıdemli askerin sana ayakkabılarını boyattırmasını gülerek anlatıyorsun. Ezikliği kabullenmişsin. Hoş, çokları böyle. Ama herkes senin gibi dürüst değil. Çoğunluk atıyor. Deyim yerindeyse, beyin bu ezilmişlikle, bacak arasına kaçıyor. Ayrıca beyni bacak arasında olan işçi, patron için en ideali. Kendi sömürülmesinden çok, yanındaki kadın işçinin orasında burasındadır, bacak arasındaki aklı. Latif sana tek bir şey diyeceğim. Beynini bacak arandan çekip çıkar ve omuzlarının üstüne koy. Bunun içinde ezikliğe son ver.” Daha fazla konuşup Latif’in kafasını bulandırmak istemedim. Kalkalım, dediğimde, Latif konuşmak için ısrar ettiyse de başarılı olamadı.
Ertesi gün, öğle paydosunda Latif yanıma geldi.
“Abi, dün söylediklerini düşündüm. Bugün sabahtan Sevda’ya geçmiş olsun, dedim. Sevda’nın yüzü al al olup bana teşekkür etti. Hatta bantta biraz zorlandığını gördüğümde yardımına koştum. Ustabaşından yine fırça yedim ama, Sevda, yine teşekkür etti. Bir şey söyleyeyim mi abi, dün için kendimden utandım.” Latif’in omzunu sıvazladım. Yanımdan ayrılırken o da bana teşekkür etti.
Latif, eskisi gibi olmasa da yine kadınlara eskisi gibi bakıyordu. Sevda’ya değil, ama… Artık bakışlarını kendinden bile saklamaya çalışıyordu. Bu arada ustabaşı canı sıkıldıkça değil, üretim istenilenden az olduğunda fırça atıyordu. Bu da bir gelişmeydi.
Bir sabah Latif’in suratı kararmış geldi işe. Yanına gittim.
“Hayırdır Latif ne oldu?”
“Abi dün televizyonda duydum. Mersin’de Özge isminde bir kızı öldürüp yakmışlar. Kız mini etekle dolmuşa bindi diye, tecavüz etmeye kalkmışlar. Onurlu kızmış, direnmiş. O direnince, öldürüp yakmışlar. Duyunca çok kötü oldum abi.”
“Haberim var. Akşam Özge için bir basın açıklaması olacak. Ben gideceğim, sen de gelir misin?
“Gelirim abi.”
Kendisi geleceği gibi başta Sevda olmak üzere çok kişiyi de eyleme çağırdı. Tabi bunları yaparken işini de istenilenden az sayıda yapıyordu. Ustabaşı yine fırça atmaya gitti yanına. O sırada Latif’ten bir haykırış patladı.
“Yeter ulan yeter… İşimi yapıyorum ya, sen kendi işine bak!”
M. Kurşun