İzBB grevinin ardından…

Grevin ayrıştırıp yeniden saflaştırdıkları

AKP zihniyetiyle AKP’yi devirip yerine gelmeye çalışanların işçi ve emekçilere verebileceği hiçbir şey yoktur. Grev süreci bunu açıkça göstermiştir. O çok eleştirdikleri ekonomi programını harfiyen kendi belediyelerinde uygulama yolunu seçen “sosyal demokrat” CHP’nin iktidara geldiğinde ne yapacağını görmek isteyenler, İzBB grevinden çok şey öğrenebilirler.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Sınıf
  • |
  • 13 Haziran 2025
  • 09:35

İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı İZELMAN, İZENERJİ ve Ege Şehir Planlama çalışanı 23 bin belediye işçisinin başlattığı grev, yedinci gününde imzalanan sözleşmenin ardından sona erdi. Günlerce kentin ana caddelerini trafiğe kapatarak yürüyüşler gerçekleştiren, haklı ve meşru taleplerini dile getiren ve bunu belli bir coşkuyla kamuoyuna taşıyan işçilerin mücadelesi, esaslı bir kazanım elde edilmeden sonuçlandı. Grev sürecinin ortaya çıkardığı tartışmalar ise hâlâ devam ediyor.

***

Ülke ağır bir ekonomik kriz sürecinin içinden geçiyor. Siyasal iktidarın uyguladığı ekonomi programı, faturanın tümüyle işçi ve emekçilerin sırtına yıkılması üzerine kurulu. Yer yer burjuva muhalefetinin de eleştirdiği bu program işçileri, emekçileri, emeklileri derin bir yoksulluk ve sefalet içine sürükledi. Sosyal hak gaspları ise bu tabloyu daha da derinleştiriyor. İşçi sınıfı ve emekçiler bu saldırılar karşısında kısmi, cılız ve büyük ölçüde lokal eylemlerle tepkisini ortaya koyuyor.

İzBB’ye bağlı 23 bin işçinin greve çıkması, greve katılımın çok yüksek olması, eylemlerin de kitlesel katılımla gerçekleştirilmesi yalnız sınıf hareketi için değil, toplumsal muhalefet için de önemli bir imkândı. Bayrağına “Eşit işe eşit ücret” yazan ve hak talep eden binlerce işçinin coşkulu eylemi, toplumun geniş kesimlerinin desteğini alabilir, emekçi kesimler gerçekleşen grev ile kendi sorun ve mücadelesi arasında doğrudan bir bağ kurarak umutlanabilirdi. Sokakta dokunulan on kişiden neredeyse dokuzundan bin ah işitildiği böylesi bir süreçte, “Sefalete teslim olmayacağız” diyen binlerce işçi ancak sempatiyle karşılanabilirdi. Normal koşullarda böyle olması beklenirdi. Ancak yazık ki böyle olmadı.

Grev, muazzam bir karşıt propagandaya maruz kaldı, kirli bir kampanyanın hedefi hâline getirildi. Hak talep eden belediye işçileri “şımarık”, hatta “AKP’nin ekmeğine yağ süren” kişiler olarak tanımlandı. Grev ise “yapılabilecek en büyük kötülük”tü. Telaffuz edilen rakamlar, güya işçilerin aldığı ücret olarak lanse edildi ve bu yalan üzerine kurulu gerici bir söylemle topluma taşındı.

İmzalanan sözleşmelerin ardından gerçekler açığa çıktı çıkmasına ama daha önce dillendirilen rakamların, ortaya atılan spekülatif söylemlerin yanıltıcı etkisi devam etti. Açığa çıkan başka gerçekler ise sınıf mücadelesi açısından çok daha kayda değer. “Sosyal demokrat” etiketli CHP’li belediye yönetimlerinin grev ve işçilerin mücadelesi karşısında gösterdiği emek düşmanı yaklaşım ve pratik, artık görmek istemeyen gözlerin bile önündedir. Yıllardır muhalefette olmanın verdiği rahatlıkla “bol keseden verilen vaatlerin” içi boş söylemlerden öte bir anlam taşımadığı bir kez daha kanıtlandı. Sadece işçilerin ekonomik-sosyal hak talepleri karşısında değil, grev ve hak arama mücadelesi karşısında da tam anlamıyla saldırgan bir sermaye tutumu sergilendi.

Ülkeyi AKP’nin her türlü baskı ve zorbalığından, yoksulluk ve sefalet koşullarından kurtarma propagandası yapan bir düzen partisinin, kendi belediyesinde hak arayan işçilere karşı takındığı tutum, artık herkese bu partinin çizgisi konusunda net bir fikir vermiştir, umarız. Tahammül sınırı, rakip sermaye partilerine yönelen bir tepki olduğu ölçüde geniştir. Saray düzeninin yarattığı çok yönlü yıkıma söz söylemek, bunun karşısında eylem yapmak haklıdır, ancak konu kendi yerel yönetimleri alanında gerçekleşirse “yıkıcılık” olarak addedilir. Hatta hiçbir yasa-kural tanımadan grev kırıcılığına da girişilir. Toplum, her türlü argüman kullanılarak kışkırtılır ve haklı-meşru istemler linç edilir. Kısacası “hak, hukuk, adalet” CHP’nin ihtiyacına denk düştüğü kadar ve propagandası yapılmak için dillendirilir.

AKP zihniyetiyle AKP’yi devirip yerine gelmeye çalışanların işçi ve emekçilere verebileceği hiçbir şey yoktur. Grev süreci bunu açıkça göstermiştir. O çok eleştirdikleri ekonomi programını harfiyen kendi belediyelerinde uygulama yolunu seçen “sosyal demokrat” CHP’nin iktidara geldiğinde ne yapacağını görmek isteyenler, İzBB grevinden çok şey öğrenebilirler. Uygulayacakları aynı ekonomik program olacaktır. Buna karşı hak arayan, greve çıkan işçilere karşı yöntemleri AKP'den farklı olmayacaktır. Kendi iktidarları döneminde gerçekleşecek işçi eylemlerini “AKP destekçisi”, “yıkıcı”, “eski iktidarı geri getirmeye çalışan bir kesim” vb. diye suçlayacaklarına şüphe yoktur.

AKP-MHP zihniyeti iktidarda olduğu için hak aramayı yasaklıyor, mücadele edenleri zorbalıkla sindirmek istiyor. Yarattığı çok yönlü yıkımı, işçi ve emekçilerin bilinçlerini bulandırarak, gerici kışkırtmalarla birbirine düşürerek perdelemeye çalışıyor. Elindeki araçlarla onları manipüle ediyor. CHP’li belediye yönetiminin ve bir bütün olarak CHP’nin bu dönemde yaptıkları da bundan farklı olmamıştır. Bütün kurumsal gücüyle, yandaş basını, sözde muhalif kişi ve kurumlarıyla işçi sınıfının meşru eyleminin karşısına dikilmiş, grevi ezmeyi iş edinmiş, bunda da hatırı sayılır bir başarı kazanmıştır. Burjuva sınıf tutumu ve kimliğini açıkça ortaya koymuştur.

Bu konuda öne çıkan bir diğer olgu ise, yıllardır devam eden AKP-CHP çatışmasının, sermaye temsilcileri arasında cereyan eden iktidar kavgasının topluma yansımalarının çürütücü etkisidir. Kuşkusuz, bilinçleri belirleyen tek etmen bu değildir. Ancak geniş işçi ve emekçi kitleler, kendi sınıfsal konumlarına uygun bir tutum alamadığı, dahası kendi talepleri için düzen partilerinden bağımsız mücadele etmeyi başaramadığı koşullarda, kendi çıkarlarına bile yabancılaşabiliyor. İzBB grevi örneğinde olduğu gibi, kimi zaman alınan tutum, kendi sınıfına giderek düşmanlaşan bir içerik bile kazanabiliyor. Grevci işçileri hedef alan kara propagandanın dolgu malzemesi olan hatırı sayılır bir kesimin işçi ve emekçilerden oluşması bunu anlatıyor.

***

Bu süreçte yaşanan garipliklere, aydın-yazar camiasının kafa karışıklıkları da eklenebilirdi. Ama önemli sayıda aydın ve yazar grevi, talepleri, mücadeleyi açıktan savundu. Gerçekleri izah etmeye, topluma anlatmaya çalıştılar.

 Ancak “teorinin griliğinden” kurtulamayan, grevi bağlamından, içeriğinden ve sınıflar mücadelesindeki ilerletici dinamiğinden kopararak tartışanlar da eksik olmadı. Bir takım “çok bilmişler”, ekonomik mücadele/siyasal mücadele, sendikal hareketin tablosu toplumsal muhalefet üzerine uzun uzun metinler yazarken, binlerce işçinin günlerce kentin en işlek caddelerini trafiğe kapatarak, omuz omuza talepleri için yürümesinin politik anlamını, etkisini, yaratacağı moral değerleri anlama kapasitesi gösteremedi.  Bazıları, sınıf devrimcilerinin yazdığı kimi metinlerden alıntılar yaparak güya “hayal âleminde” olunduğunu söylüyor, kendince bunu gerekçelendirmeye çalışıyor. Bu vesileyle de işçi sınıfına, onun değiştirici gücüne, mücadelesine inançlarını yitirmiş, işçi sınıfını soyut teorik bir söylem düzeyine indirgemiş olduklarını gösteriyorlar. Bu anlayışa göre, örneğin önümüzdeki günlerde 600 bin kamu işçisinin basıncıyla Türk-İş’in ekonomik talepler ekseninde greve çıkması “boş” bir çaba olacaktır. Ya da Eylül ayında başlayacak olan MESS Grup TİS sürecinde, dayatılacak düşük bir teklif karşısında metal işçilerinin grev iradesi göstermesi anlamsızdır. Özel sektörü, kamusu, belediyesi, iktidarı, muhalefeti ağız birliği etmiş, ekonomi programını harfiyen uygulamaya çalışırken, bunlara karşı somut mücadeleyi küçümsemek sınıf hareketinin siyasallaşması ile mücadelesi arasındaki bağı kuramamak bu tür çevrelerinin ortak davranış biçimi oldu.

İşçi sınıfı sihirli bir değnekle içine hapsedildiği hareketsizlikten kurtulamayacağına ve siyasal bilinci bu bey ve bayanların yazdıklarını okuyarak gelişmeyeceğine göre, ekonomik, sosyal, siyasal saldırılara karşı mücadele halen sınıf hareketi için en önemli çıkış noktalarından biridir. Sermaye düzeninin ördüğü boğucu atmosferde gedikler açmak ancak bu saldırılara direnmekle bunlar karşısında ortaya çıkan mücadele dinamiklerini ilerletmekle mümkündür. Sınıf kitlelerinin siyasal bilinci sınıf kendi somut mücadelesi içinde eğitilmeden, başarılı başarısız deneyimlerin dersleri ile donanmadan geliştirilemez. Bu temel gerçeğin karşısına sözde sınıfın politik mücadelesinin daha önemli olduğunu söylemi ile çıkanların aslında söylediği şey koca bir hiçtir. Pratikte düştükleri konum ise dosdoğru düzen siyasetine dolgu malzemesi olmanın ötesi değildir.

***

İzBB grevi vesilesiyle sendikal bürokrasi ve Genel-İş gerçeği üzerinde durmak da ayrı bir önem taşıyor. Genel-İş’in CHP’nin arka bahçesi olduğu hemen herkesin malumu. İlçe belediyelerde ortaya konulan TİS pratikleri de bunu defalarca gösterdi. CHP’li belediyeler adına masaya oturan SODEMSEN ile tepeden inme, işçinin iradesini hiçe sayan gece yarısı sözleşmeleri imzalandığını, mücadelenin ortada bırakıldığını biliyoruz. CHP ile “organik bağından” gururlanan bir sendikanın greve çıkması şaşırtıcı olabilir. Sendika bürokratlarının kimi hesapları, planları da olabilir. Taban basıncından mı, farklı hesaplardan mı, yoksa “eşit işe eşit ücret” isteminin yarattığı ağırlık ve “rakip sendika” karşısında elini güçlendirmek için mi grev kararı aldıklarını bilemiyoruz. Başka gerekçeler de olabilir kuşkusuz. Ancak şu açık ki grev kararı alındıktan sonra ortaya çıkan yüksek katılım oranı ve eylemlerde neredeyse grevci işçi sayısına yaklaşan sayıda kişinin alanlara çıkması, işçilerin taleplerinin arkasında olduğunu gösterdi. Buna rağmen ve muhtemelen yaşanacaklar önceden tahmin edildiği hâlde Genel-İş greve hiçbir hazırlık yapmadı. Son ana kadar belediyenin bu kadar keskin bir tutum almayacağını düşünmüş ya da bir iki gün içinde çözüme kavuşacağı unmuş olabilirler. Ancak “baltayı taşa vurdukları”, söylemleri ne olursa olsun sınıf mücadelesini ilerletebilecek bir bakış ve yaklaşımlarının olmadığını bu vesileyle yeniden gözler önüne serildi. Dahası, Genel-İş’in ve DİSK’in yıllardır sınıf mücadelesi konusunda takındıkları pasif, uzlaşmacı, protesto sınırını aşmayan yaklaşımları bugün ayaklarına dolandı, gerici propagandanın dolgu malzemesi hâline getirildi. Somut saldırganlık karşısında dahi grevi, talepleri, mücadeleyi savunmaktan aciz, kendini izah etmeye çalışan pasif bir tutum aldılar. DİSK yönetimi, Genel-İş Başkanı bu kadar ağır bir saldırı karşısında İzmir’e kamp kurmak yerine, bir iki açıklamayla süreci geçiştirmeyi tercih etti. Dahası, DİSK Başkanı grev sırasında CHP Genel Başkanı ile asgari ücret zammı konusunda istişare etmekten de geri durmadı.

150 gün süren TİS görüşmeleri boyunca greve hazırlık bağlamında ne üye işçilere ne topluma talepler ve süreç konusunda bir şey ifade edildi. Kendi içinde başlayıp bitecek bir süreç gibi düşünüldüğü için altında ezildikleri bir tablo ortaya çıktı. Bu ezilmenin yarattığı basınçla İZELMAN şubesi, 7. günde bütünlükten koparak TİS’i imzalama kararı aldı. Diğer şubeler de peşinden gelerek grevi başladığı yerde bitirdiler.

***

Cemil Tugay, işçi düşmanı kimliğini Karşıyaka Belediyesi sürecinden beri açıkça ortaya koyan bir zat. İzBB’ye geldiği andan itibaren de işten atmalar ya da işten atma tehditleriyle “sınıf kimliğini” sergilemeye başladı. Grev karşısında aldığı tutum, bu konuda tartışmaya mahal vermeyecek niteliktedir. Ortalık biraz durulunca yeniden işten atma saldırısı başlatması, Tugay’ın azgın bir sermaye temsilcisi olduğunu bir kez daha gözler önüne sermektedir.

Durum bu iken, saldırıların muhatabı olan Genel-İş’in de içinde bulunduğu İzmir 1 Mayıs Tertip Komitesi, Cemil Tugay gibi bir işçi düşmanını 1 Mayıs kürsüsüne çıkartmaktan, sınıfın mücadele günü olan 1 Mayıs’ı CHP karnavalına çevirmekten çekinmedi. Öncesinde neredeyse tüm kurumların bu konuda özel olarak uyarmasına rağmen, tam anlamıyla bir işgüzarlıkla kürsüyü onlara teslim ettiler. Bu utanç verici tutumun sorumluluğu, İzmir 1 Mayıs’ını tertip komitesini oluşturan bileşenlerin omuzundaydı. Yaşanılan bu grev sürecinin ardından ise bu sorumluluk artık yüz kızartıcı bir suç olarak algılanmalıdır. Vurgulamak gerekiyor ki, şimdi Genel-İş Sendikası da dâhil belediye işçisini linç etmeye çalışan Cemil Tugay ve CHP’nin bu pervasızlığı, sendikal bürokrasinin paspas olmayı kendine yakıştıran tutumundan da güç alıyor.

Bugün değilse yarın, işçi sınıfı ayağa kalkacak, dostu düşmanı birbirinden ayırabilecektir. İşçi sınıfı, örgütlü mücadeleyi yükselterek haklarına, geleceğine ve özgürlüğüne sahip çıktığında, sendikaları sermaye partilerinin arka bahçesi hâline getiren bürokratik kastı da sırtından atacaktır.

Siyasal bir sınıf hareketi ise sınıfın irili ufaklı tüm mücadeleleri üzerinden biçimlenen harekete devrimci bir siyasal müdahalenin ürünü olarak inşa edilecektir. İzBB grevi bu yolun düzen siyaseti ve partilerinden kopmadan yürünemeyeceği bir kez daha göstermektedir.