Geçtiğimiz günlerde işlenen Ayşe Tokyaz cinayeti, kadınların yaşam haklarına gösterilen kayıtsızlığın, devlet kurumları tarafından yıllardır süregelen sistematik ihmallerin, faillerin bizzat kolluk kuvvetleri tarafından korunmasının vardığı boyutu gösteren acı bir örnek oldu.
İstanbul’da uzun süre sistematik şiddete maruz kalan, defalarca koruma talebinde bulunan 22 yaşındaki hemşirelik öğrencisi Ayşe Tokyaz, eski sevgilisi ve aynı zamanda eski bir polis memuru olan Cemil Koç tarafından vahşice öldürüldü. Ayşe Tokyaz ve kardeşi Esra Tokyaz’ın cinayetten önce emniyete yaptığı başvurular dikkate bile alınmadı. Esra Tokyaz, karakola yaptığı başvurunun ardından aranarak tehdit edildiğini ifade etti. Ayrıca karakolda verdiği ifadede, polislerin kendisine “Yalan bilgi veriyorsan, söyle; ona göre ifade alalım” şeklinde baskı yaptığını da kamuoyuyla paylaştı. Tüm bu beyanlara ve gerçekleşen cinayete rağmen, görevli polis memurları hakkında hiçbir işlem yapılmadı.
Fail Cemil Koç’un daha önce uyuşturucu kullanmak, gasp ve ölüme sebebiyet vermek gibi ciddi suçlardan sabıkalı olduğu ortaya çıktı.
Dahası, katil Cemil Koç’un eski sevgilisi Ejegül Özerova’nın da altıncı kattan “düşerek” hayatını kaybettiği ve bu şüpheli ölümle ilgili olarak sorgulandıktan sonra serbest bırakıldığı ortaya çıktı. Ayşe Tokyaz cinayetinden sonra Cemil Koç’a yardım eden kişiler hakkında da herhangi bir yasal işlem yapılmadı. Katil Koç’un bazı emniyet görevlilerinden destek aldığı yönündeki ciddi iddialar da görmezden gelindi.
Tüm bu gelişmeler, yeni bir kadın cinayetinin işlenmesinin devlet görevlileri tarafından nasıl kolaylaştırıldığını, katilin ise cezasızlıkla ödüllendirilmek istendiğini açıkça gösteriyor.
AKP iktidarının izlediği kadın düşmanı politikalardan dolayı bir kadının daha hayatı elinden alındı. Bu olay, Türkiye’de kadınların can güvenliği için devletin hiçbir somut güvence sunmadığını göstermekle kalmadı, faillerin nasıl sistematik biçimde korunduğunu da gözler önüne serdi.
İktidar, kadınlara kısmi koruma sağlayan yasaları kaldırmak istiyor!
2025 yılında da Türkiye, kadın cinayetleri konusunda utanç verici bir tabloyla karşı karşıya. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre, yalnızca yılın ilk altı ayında 336 kadın erkekler tarafından katledildi; 145 kadın ise “şüpheli” şekilde yaşamını yitirdi. Sadece haziran ayında 15 kadın cinayeti işlendi, 26 kadın da “şüpheli” biçimde öldü.
Bu cinayetlerin %65’i kadınların “en güvende” olmaları gereken mekanda, yani evlerinde gerçekleştirildi. Faillerin %60’ı ise eş, sevgili ya da aile bireylerinden oluşuyor. Bu tablo, şiddetin ne kadar sistematik hale geldiğini göstermesi bakımından ibretliktir. Özellikle AKP iktidarı döneminde İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi, 6284 sayılı yasanın sürekli tartışmaya açılması gibi adımlar, kadın cinayetlerini teşvik eden bir siyasi iklim yaratmıştır.
Son 6 ayda devlet “koruması” altındayken 9 kadının öldürülmesi, bu sistemin ne kadar çürümüş olduğunu ve asıl sorumluların kimler olduğunu tüm açıklığıyla ortaya koymaktadır.
İktidar tarafından uygulanan kadın düşmanı politikalar, bu cinayetlerin yaygınlaşmasındaki başlıca faktördür. Bu vahim tablo, Türkiye’de katillere uygulanan “cezasızlık” politikalarının da doğrudan sonucudur. Şiddete karşı önlemler içeren yasaların kuşa çevrilmesi, caydırıcı mekanizmaların eksikliği ve toplumsal çürümenin giderek derinleşmesi, kadın cinayetlerinin artmasına zemin hazırlamaktadır.
Mücadele etmekten başka yol yok!
Bu karanlık tablonun değişmesi için tek yol var: Örgütlenmek, fiili-meşru mücadeleyi büyütmek. İşçi ve emekçi kadınlar, yaşamlarını ve haklarını savunmak için bir araya gelmeli, dayanışmayı büyütmeli ve AKP-MHP iktidarının kadınların hak ve özgürlüklerini yok sayan cinsiyetçi politikalarına karşı güçlü bir toplumsal baskı oluşturmalıdır.
Unutulmamalıdır ki bu ülkede kadınların hayatını koruyabilecek yegâne güç, işçi sınıfı ve emekçilerin birleşik, kitlesel, örgütlü mücadelesidir!
F. Işık