Kürt sorunu, barış ve emekçilerin ortak mücadelesi

Elbette ki barış, kırk yıllık acımasız bir çatışmanın yükünü taşımış olan Türk ve Kürt emekçilerinin ezici çoğunluğunun ortak özlemidir. Ancak bugünün Türkiye’sinde barışa giden yol sadece halkların ortak mücadelesiyle açılabilir. Bunun dışındaki her yol, acıların, baskıların, yoksulluğun ve sömürünün daha da büyümesine, savaş ve saldırganlık politikalarının daha da güçlenmesine yol açacaktır.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 25 Temmuz 2025
  • saat-icon
  • 21:30

Beklenen olay gerçekleşti. Kırk yıldır silahlı mücadele yürüten PKK, simgesel bir ilk adım niteliğini taşıyan törenle silah bıraktı. Böylece aylardır üzerine tartışılan süreç yeni bir aşamaya ulaştı. İktidar çevrelerinin “Terörsüz Türkiye”, Kürt hareketinin ise “Barış ve Demokratik Toplum” olarak adlandırdığı süreç; görünürde MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin DEM Parti sıralarına gidip tokalaşmasıyla başlamıştı. Ardından yine Bahçeli’nin “Öcalan gelsin, Meclis’te konuşsun” açıklamasıyla devam etmişti. Öcalan’ın PKK’ye yönelik “kendini feshetme” çağrısına verilen olumlu yanıttan sonra beklenilen başka bir aşama da geride kalmış oldu.

Tüm bu gelişmeler kamuoyunda hararetle tartışılıyor. Sürecin geldiği yeri ülkenin geleceği açısından olumlu bir yer olarak görenler de var; her türlü demokratik hakkı baskı ve zorbalıkla ortadan kaldıran AKP-MHP iktidarının yeni bir manevrası olarak değerlendirenler de…

Kürt sorunu, Türk emekçilerin önemli bir kısmı bu gerçeği görmek ya da kabul etmek istemese de, Kürtlerin temel haklarının inkâr edilmesinin ürünüdür. Sermaye devleti ilk andan itibaren Kürt halkının temel ulusal demokratik haklarını görmezden gelmiş, buna dayalı taleplerini zor yoluyla ezmeye çalışmıştır. Bugün devletle içeriği açık olmayan bir mutabakat üzerinden silah bırakacağını ilan eden PKK, tam da bu tarihsel sürecin içinden doğmuştur.

Bu açıdan bakıldığında, ülkeyi kendi bekası ve sermayenin çıkarları için baskı ve zorbalıkla yönetmeye çalışan bir iktidarın bu sorunu çözmeye niyetlendiğini düşünmek sadece kendimizi kandırmak olur. Peki o zaman bu yaşananlar ne anlama gelmektedir.

Herkesin farkında olduğu gizli niyetler

Gerçekte yaşanan, AKP-MHP iktidarının Ortadoğu’daki yeni dizayn planları içerisinde daha güçlü bir biçimde yer alma çabasıdır. Ortadoğu, emperyalist çıkar çatışmaları ve Siyonist saldırganlık eşliğinde yeniden şekillendirilirken, AKP-MHP iktidarı bölgedeki güç ilişkilerinde etkin bir rol kapma peşindedir.

Nitekim silah bırakma töreninin ertesi günü konuşan Erdoğan, bu yönelimi açıkça ortaya koymuştur. “Büyük Türkiye’nin kapıları ardına kadar açılmıştır” diyen Erdoğan, Türk-Kürt-Arap ittifakından söz etmiş; Adriyatik’ten Çin Denizi’ne kadar uzanan güçlü Türkiye hayallerini diriltmeye çalışmıştır. “İstanbul da bizim, Şam da” diyerek, hem kendisinin hem de sermaye sınıfının yayılmacı emellerini ortaya koyan bu konuşma, iktidarın bu süreçten ne umduğunu en açık biçimde ortaya koymaktadır.

İktidarın bir diğer hedefi ise iç siyasete yöneliktir. İktidar karşısındaki düzen muhalefetini bölmek, Kürt hareketini bu muhalefetten koparmak ve mümkünse kendi yedeğine almak istemektedir. Böylece iktidarını kalıcılaştıracak hamleleri daha rahat yapabilecektir.

Bu iki hedefin gerçekleşmesi, yalnızca Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri için değil, bölge halkları için de karşı karşıya oldukları yıkımın derinleşmesi anlamına gelecektir. İçeride baskı ve zorbalık politikalarıyla işçi ve emekçileri azgın bir sömürüye ve derin bir yoksulluğa mahkûm eden, dışarıda ise sermayenin yayılmacı politikalarının uygulayıcısı olan bir iktidarla karşı karşıyayız. Onun bu manevralarına karşı mücadele etmek, işçi sınıfı ve emekçilerin üzerinden atlayamayacağı bir görevdir.

Ya barış umudu? Elbette ki barış, kırk yıllık acımasız bir çatışmanın yükünü taşımış olan Türk ve Kürt emekçilerinin ezici çoğunluğunun ortak özlemidir. Ancak bugünün Türkiye’sinde barışa giden yol sadece halkların ortak mücadelesiyle açılabilir. Bunun dışındaki her yol, acıların, baskıların, yoksulluğun ve sömürünün daha da büyümesine, savaş ve saldırganlık politikalarının daha da güçlenmesine yol açacaktır.

Emeğin Kurtuluşu’nun 60.sayısından alınmıştır…